İran ve Sinema
İranlı yönetmen Mecid Mecidi’yi vakfımızda konuk ettik. Bir konferans vesilesiyle Türkiye’ye gelen Türkiye’de daha çok Cennetin Çocukları ve Baran filmleriyle tanıdığımız yönetmen ilk olarak 1991’de film çekmeye başlamış. İran sineması ve Mecidi sineması üzerine seyreden söyleşi Doğu topraklarının ufkunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Söyleşiden bir bölüm aşağıdadır. Bu söyleşinin tamamı Hayal Perdesi dergisinin 7. sayısında yer alacak. Oradan ulaşılabilir. İran sinemasından farklı bir isim var karşımızda. Sinema dili anlamında estetik olarak hangi normları gözetiyorsunuz?Bildiğiniz gibi sinema endüstriyel ve sanatsal boyuttan oluşur ve her ikisini de talep eder. Dünyada kendi ayakları üzerinde durabilen iki sinema var. Biri Holywood diğeri ise Bollywood sineması. Ben, sinemanın endüstriyelleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sinema kendi ayakları üzerinde durabilmelidir. Sinema alanında estetik önemli bir boyut, görsel dili olduğu için. İran sinemasının dünya çapında dikkat çekmesinin nedenlerinden biri de içeriği kadar bu görsel yönüdür. Bu nedenle İran sineması kabul görmüştür dünyada. Senaryoları nasıl oluşturuyorsunuz? Sinemanızda biçim-içerik ilişkisi nasıl şekilleniyor? Bu bağlamda sizin sinemanızda ortaya koyduğunuz bakışla Batılı zihniyetin bakışı arasındaki ayrımı biraz açar mısınız?
Öncelikle aklıma gelen bir fikir üzerine araştırma yapıyorum ve yazıya döküyorum. Şüphesiz çekimde de değişiklikler yapabiliyoruz. Sanata bakış açım insanın doğal, fıtrî yönüyle alâkalı. Filmlerimde daha çok dıştan içeriye doğru bir bakış açısını yansıtmaya çalışıyorum. Konularımın merkezinde insan var; insanın düşüncelerini, dramını, hayatını anlatıyorum. Örneğin Cennetin Çocukları’nın senaryosuna dışarıdan bakıldığında ayakkabısı olmayan iki kardeş görülüyor; çocukları için ayakkabı alamayan bir ailenin görüntüsü. Oysa filmin içerideki mesajı çocukların olgunluğa ve kemâle olan yolculuğunu anlatmak; bir ayakkabı ile başlayan manevî bir yolculuk. Batı inancında insan doğanın ve şartların esiridir, hareketleri zorunludur. Fakat bizim inancımızda insan şartları değiştirebilir, hatta kelâmdaki tabiriyle insan irade sahibidir. Batı anlayışında insan mecbur kaldığında her şeyi yapabilir, insan öldürebilir, katliamlar yapabilir. Oysa bizde bu böyle değildir, her zaman manevî değerler daha üstündür. Dolayısıyla Cennetin Çocukları’nda gördüğünüz fakirlik utanç verici bir fakirlik değil aksine içinde izzet, onur, ihtişam barındıran bir fakirlik. Şüphesiz fakirliği övmek istemiyorum, fakirlik hoş olmayan bir olgu. Fakat biz insanın iradesinin ve manevî hislerinin bu zor şartlardan çok daha üstün olduğunu ortaya koyduk. Ali’nin camide ayakkabıları birleştirdiği sahnede fakirliğin kötü işler yaptırmadığını görürsünüz. Batı anlayışında o şartlarda çocuğun oradan ayakkabı çalması son derece doğaldır. Fakat o içindeki duygularla mücadele edebiliyor ve hislerine galip gelerek ayakkabıları almıyor. Ben size bir filmden bahsetmek istiyorum; son derece beğendiğim bir film: Bisiklet Hırsızları. Filmin kahramanı, bisikleti çalındıktan sonra kendisi de bir bisiklet çalmak zorunda kalıyor. Çünkü çalışması için bir bisiklet lazım. Filmde bu doğru bir şeymiş gibi yansıtılıyor. Bizim filmimizde ise Ali ayakkabıyı çalmıyor; çalışıyor çabalıyor. Ancak birinci olduğu için, ikincilik ödülü olan ayakkabıya ulaşamıyor. Benim vermek istediğim mesaj bütün insanların her toplumda, her alanda birinci olabileceği mesajıydı. Filmin final sahnesinde Ali hem zafer kazanmış hem de yenik durumda; hem birinci oluyor hem de ayakkabıyı kazanamıyor. Son sahnelerde havuzun yanına gelip oturuyor, ayaklarını suya bırakıyor. Üst açıdan bir plan aşağı doğru kaydırma yapıyor. Orada vermek istediğimiz sanki o bakışın Allah’ın bir takdiri olmasıydı. Filmin sonunda ayaklarını suya daldırdığında balıklar geliyor ve ayaklarının etrafında dolaşıyor. Burada anlatmak istediğimiz, sanki ayakların kemâle ermesi ve balıkların onların etrafında adeta tavaf etmesi. İfade etmek istediğimiz yerden göğe bir yükseliş, fakirliğe rağmen yapılan manevî yolculuk ve bütün mücadelelerin sonucunda manevî yükselişe ermek. Her filmimde bu tür insanî mesajları vermeye çalışıyorum.