Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları
Osmanlı’da din olgusu, Osmanlı halkının geleneksel İslâm anlayışının, din tasavvurunun tarihî arka planı ve bu tasavvurun hangi kanallardan ve nasıl oluştuğu, Hatice Kelpetin Arpaguş’un Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları adıyla 2001 yılında yayınlanan kitabı çerçevesinde tartışıldı. Medeniyet Araştırmaları Merkezinin, Küresel Araştırmalar Merkezi bünyesinde faaliyetlerini sürdüren “Kadın Kimliği Üzerinden Çağdaş Kültür Okumaları” atölyesi mensuplarıyla birlikte düzenlediği Tezgâhtakiler programının konuğu olan Arpaguş’un bu eseri, Bekir Kütükoğlu danışmanlığında MÜSBE Kelâm Anabilim Dalı’nda yaptığı “Yaygın İslâm Anlayışı: Klasik Dönem Osmanlı Geleneği” başlıklı doktora tezinin kitaplaştırılmasından oluşmuştur. Konuşmasına, çalışmasına kaynaklık eden ilmihaller, vaaz ve nasihat kitaplarından bahsederek başlayan Arpaguş, Tarikat-ı Muhammediye, Marifetnâme, Kara Davud, Delâilü’l-hayrat, Müzekki’n-nüfus, Envârü’l-aşikîn,Mızraklı İlmihal gibi eserler başta olmak üzere on üç eserden yararlandığını belirtmektedir. Osmanlı’da dinî zihniyetin oluşumunda yeni bir ihya hareketi başlatan Birgivî’nin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserinin ayrı bir yeri olduğunu, Müzekki’n-nüfus adlı eserin ise Osmanlı tasavvufunu halka indirmiş bir eser olarak dikkate şayan bulunduğunu vurgulamaktadır. Modern dönem öncesine ait dinî nitelikli bu eserler Osmanlı halkının bilgi ve duygu dünyasına hitap etmektedir. Bu meyanda Arpaguş, “Din halka nasıl öğretilmeli?” sorusu etrafında şekillenmiş sözkonusu eserlerle oluşturulmaya çalışılan din telâkkisinin tespiti için, bu eserlerin kaleme alındığı dönemde fikhî, kelâmî ve tasavvufî manada “halk”ın nasıl algılandığı, “halk”tan ne anlaşıldığı meselesini öncelemektedir. Arpaguş’un belirttiğine göre, fıkıhta “halk” içtihat, hakikat, marifet bağlamında incelenmiştir. Bununla birlikte Osmanlı, İslâm dendiğinde bu eserlerle oluşturulan dinî kültürün nesiller boyu aktarımında cami, tekke, zaviye, ev sohbetleri gibi ortamların önemine dikkat çekerek tarikat ve medreselerin İslâm anlayışına, Medrese İslâm’ı-Halk İslâm’ı tasavvurunun oluşumuna da işaret etmektedir. Osmanlı’da halk liderleri olarak şeyhler karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla halk İslâm’ı velî-kültür merkezlidir. Halk ile iletişimde, tarikatlar üzerinden hareket edilir.Aynı zamanda, bu eserlerin hangi amaçlarla kaleme alındığı hususunu “Acaba sadece halkı eğitmek amacıyla mı yazıldılar?” sorusu etrafında sorgulayan Arpaguş, bunların yalnızca halka dinî bilinç verme maksadı ile yazılmamış olabileceğini belirtiyor. Eserlerde Sünnî çizgi ağırlıklı olmakla birlikte, var olan heterodoks unsurlara dikkat çekerek, kitapların Osmanlı Anadolu’sundaki Bektaşîler de dahil olmak üzere bütün Osmanlı coğrafyasında okunduğunu vurguluyor.Bu tarihî arka plandan sonra “eserlerdeki öğreti”yi ve “inanç esaslarının nasıl anlaşıldığı” konusunu inceleyen Arpaguş, Hint, Yunan mitolojisinden unsurlar taşıyan eserlerdeki mitolojik muhtevalı âlem tasavvuruna değinerek göklerin ve yerin yaratılışının, öküz ve balık mitleriyle tasvir edildiğini, Osmanlı toplumunda Envâru’l-aşıkin ve Muhammediye gibi eserlerle “vahdet-i vücudçuluk”un yaygınlık kazandığını dile getirmektedir. Bu bağlamda, bu eserlerde yer alan, tamamen İslâm öncesi bir kaynaktan gelen Şia kaynaklı “vahdet-i vücud” öğretisinin bir felsefe olarak yer almadığının da altını çizmektedir.Arpaguş’un belirttiğine göre, kitaplarda “Yaratılış” telâkkîsi Nur-ı Muhammedîye üzerine kuruludur. Hz. Peygamber’in nurundan yaratılmış âlem tasavvurunun sunulduğu bu eserler Adem ile Havva kıssasının -özellikle yılan ve tavus figürleri başta olmak üzere- anlatımında olduğu gibi Yahudilik ve Hıristiyanlıktan etkiler taşımaktadır. Hz. Adem ve Havva kıssasında Yahudi kültür ve literatüründen boşluklar doldurulmaktadır.Öte taraftan, Şia üzerinden tasavvuf literatürüne giren Nur-i Muhammedîye telâkkîsini benimseyen bu kaynaklar, Peygamberin doğumu, miraç, hicret, Peygamberin mucizeleri gibi olayların aktarımında efsanevî nakillere yer vermektedirler. Dinî öğretinin peygamber merkezli olduğu halk kitaplarındaki semiyyat (cennet, cehennem, ahiret) bahsinde de mitolojik muhteva dikkat çekmektedir. Yecüc mecüc, mehdinin gelmesi, dabbetü’l-arz gibi kıyamet alâmetleri efsane tarzındaki anlatımlarla müşahhaslaştırılmaktadır. Tüm bu anlatılar, Kur’an ve hadis dışında Kitab-ı Mukaddes gibi farklı kaynaklardan da beslenmektedir. Mesela, Kitab-ı Mukaddes cümlelerinin hadis olarak alındığı görülmektedir.Çalışmasında eserlerdeki iman-küfür, sevap-günah gibi konuları da inceleyen Arpaguş, bu konuların çok sert, keskin söylemlerle ele alındığını, ibadetin önemsendiğini ve ibadet bahsine ağırlık verildiğini ifade ederek kitaplarda, yapılan ya da yapılmayan ibadetin cennet ve cehennem ile mükâfatlandırıldığını; nafile ibadetlerin, besmelenin, Kur’an’ın faziletinin vurgulandığını belirtmektedir. Arpaguş’a göre, Osmanlı’da dinî anlayış, ideal bir din tasavvurunun oluşturulduğu medresenin etkisinde gelişmiştir ve Türklerin kendilerine has niteliklerini içinde barındırmaktadır. Taşıdığı mitolojik unsurlar dolayısıyla ve bağlayıcılık oluşturan hadisler konusunda birtakım problemleri ihtiva ediyor olsa da bu eserler, halkı ibadete yönlendirip iyi insan oluşturmaya çalışmakta, halkın heterodoksiye gitmesine engel olma noktasında toplayıcı bir işlev görmektedir.