Şakir Kocabaş’ın ardından yazılanlar…

Paylaş:

Şakir Kocabaş, ömrünü ilahi kelamı doğru anlamaya adamış rasyonel bir düşünürdü. Sabırlı ve uzun soluklu çalışmanın ne demek olduğunu neslimiz ondan öğrendi. Eserleri, Kur’an-ı Kerimin şifrelerinin değil, mesajının anahtarı.
Mustafa Özel/Kitap Postası, Eylül 2006

Şakir Kocabaş, İnsan’ın hüsran’da olduğuna, hüsran’dan yalnızca iman edenlerin, salih amel işleyenlerin, özellikle -o âşık olduğu- Hakk’ı ve sabrı tavsiye edenlerin müstesna kılındığına inanan ve bu inancına göre eyleyen ve yaşayan derviş meşrep bir bilgin ve düşünürdü. Çalışmayı yayık vurma’ya benzetirsek, insanın belirli bir miktar ayrandan yağ elde etmesinin, ancak ve ancak sessiz ve derinden ama sürekli yayığı vurmaktan geçtiğini söyleyebiliriz. Kocabaş, hayat denilen süreçte çığır açıcı, insanlara bakış sağlayıcı, ufuk kazandırıcı bir çalışmanın, ancak ve ancak böyle bir yayık vurma eylemiyle mümkün olduğuna, dolayısıyla, yukarıda özetini verdiğim son sohbetin de gösterdiği üzere, “yarın ölecekmiş gibi hazır” ama “hiç ölmeyecekmiş gibi çalışılması” gerektiğine inanan bir insandı. Öyle ol’du, öyle öl’dü.
İhsan Fazlıoğlu/Anlayış Dergisi, Eylül 2006

Yıllar süren Londra hayatımda Şakir Kocabaş en sık görüştüğüm nadir isimlerden biri olacaktı. Bir kimya laboratuarını andıran mutfağı, hiç de bekar evi denilemeyecek düzendeki küçük apartman dairesine her gittiğimde mutlaka bir gündem olurdu. Kendi eliyle yemek hazırlamak için girdiği mutfağın bir kimya laboratuarı titizliğinde oluşu kişiliğini en iyi yansıtan göstergeydi sanki… Ama o düzenli mutfaktaki ayak üstü sohbeti de bir felsefe atölyesine dönüştürmesini bilirdi: Aziz kardeşim, Allah her şeyi ölçü ile yaratmıştır, derken meslekten kimyacı olmanın getirdiği ölçülülüğünü hikmetle buluştururdu.
Yine o günlerden bana emanet gibi kalan sözü, her zaman hatırlarım: “öyle bir eser vereceksin ki en az 150- 200 yıl dünyayı etkilemeli…” Hayatı boyunca bu iddiayı kendine şiar edindiğini söyleyebilirim. Mütevazı kişiliği, basit yaşayışının altında böylesi bir hedefe adanmışlık olduğunu çoğu kimse fark etmemiştir. (…) Bir tür bilgelikle dervişliğin buluştuğu, kalp ve beynin insicamını temsil etti.
En küçük çabasını topluma fatura edenlerin ortalığı kasıp kavurduğu bir ortamda hayattan hiçbir şey beklemeden hakikat peşinde olmayı hayatının hedefi olarak seçen ve son nefesine kadar bu amacı sürdüren bir gönül eri, parlak bir beyindi aramızdan göçen.
Akif Emre/Yeni Şafak, 22.08.2006

Yazının tamamını okumak için tıklayınız.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir