Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Osmanlı Devleti’nde Hapishaneler
Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından gerçekleştirilen Tez/Makale sunumlarının Haziran ayı konuğu, Marmara Üniversitesi’nde tamamladığı “Osmanlı Devleti’nde Hapishane Islahatı (1839-1908)” başlıklı yüksek lisans teziyle Gültekin Yıldız idi.Sunumuna, modern anlamıyla –ki bu anlam, Yıldız’ın tezinin anlaşılabilmesi için anahtar durumundadır- hapishanenin ne anlama geldiğinin daha açık bir şekilde anlaşılabilmesi için “mahbes” ile “hapishane” arasındaki farklılığa dikkatlerimizi çekerek başlayan Yıldız, mahbesi bir kişinin tevkif amacıyla geçici olarak tutulduğu yer, hapishaneyi ise “ıslah-ı nefs” amacı taşıyan, suçluyu dönüştürme gayesi gözetilerek oluşturulmuş ve çoğunlukla da bunun için özel olarak yapılan yapılar olarak tanımladı. Hapishaneler bu yönüyle mahbesten ayrılmaktaydılar.Diğer taraftan, suçlunun işlemiş olduğu suçtan dolayı pişmanlık duyup ıslah olmasını bekleyen Püriten Hıristiyanlar, vücuda yönelik şiddet içeren cezaların insanlığa aykırı olduğunu savunan Hümanistler ve nihayet her ferde eşit ceza vermesi gereken iktidarın hem eşitliği sağlama hem de bu durumu kendi lehine olacak şekilde kullanarak fertler üzerinde daha fazla müdahil olma imkânına sahip olan bürokrasi modern hapishanenin doğuşundaki üç ana unsur olarak karşımıza çıkmaktaydı.Osmanlı’da hapishanelerin doğuşuna geçmeden önce, modern hapishanenin doğuşu üzerinde kısaca duran Yıldız, daha sonra, modern hapishanenin ilk örneklerinden biri olarak Amerika’da ortaya çıkan hapishanelerle –Pensilvanya bölgesinde iki tür hapishane modeli var. Biri Auburn modeli, diğeri Philedelphia modeli-, Osmanlı Devleti’ndeki uygulamaları karşılaştırarak, bunlar arasındaki farklılıkları ortaya koydu: Amerika’da hücre tipi uygulanmaktaydı ve burada tutulan suçlular, Auburn modelinde, gündüzleri yol yapımı gibi işlerde çalışmakta, geceleri ise hücrelerde kalmaktaydılar. Philedelphia modelinde ise gece gündüz tecrit söz konusuydu. Buna karşın Osmanlı’da her türden suç işlemiş mahkûmlar bir arada, aynı koğuşta bulunuyordu. Tezat gibi görünse de bu, insanî bir özelliği haizdi. Batılı hapishaneler hücre tipi uygulamalarıyla daha iyi görünse de gayriinsanî bir niteliğe sahiptiler ve adeta birer suç mektepleri halindeydiler. Bu tür hapishanelerde yatan mahkûmların ıslah-ı nefs etmeleri şöyle dursun, suç işlemeye daha meyilli birer mahkûm haline geliyorlardı.Osmanlı’nın, özellikle Tanzimat sonrası dönemde, başta İngiltere olmak üzere diğer büyük devletlerin müdahalelerine maruz kaldığını hatırlatan Yıldız, Osmanlı’da hapishanelerin ortaya çıkışının da, esas olarak dış kaynaklı olduğunu belirtti. İngilizler, Osmanlı büyükelçisi vasıtasıyla hapishanelerin durumlarının iyileştirilmesi için Osmanlı’ya baskı yapıyordu. Yaptığı incelemeler neticesinde, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir zaman, hapishanelerin ıslahı ve düzenlenmesi meselesinin devletlerarası bir mesele haline getirilmemiş olduğunu gözlemleyen Yıldız, sadece Osmanlı üzerinde böyle bir baskının bulunduğunu vurgulamaktadır.Osmanlı’da, modern hapishanelerin ortaya çıkışına kadar kale gibi müstahkem yerlerin mahbes olarak kullanıldıklarına değinen Yıldız, 19. yüzyılın ortalarından sonra hapishane amacıyla yeni binaların yapıldığını, bazen de başka bir iş için tahsis edilmiş yapıların hapishanelere dönüştürüldüklerini belirtti.Yıldız’ın tezinde ifade ettiğine göre, milletleri özgürleştirmek istediğini çeşitli vesilelerle dile getiren İngiltere, Osmanlı’nın da özgürleştirilebilmesi için bazı alanlarda yenilikler yapması gerektiği ve hapishanelerde yapılması gereken düzenlemelerin de bunlardan biri olduğu görüşündeydi. İngilizlere göre, Osmanlı’nın bu medenileşmeyi gerçekleştirebilmesi de İslâm hukuku yerine seküler bir hukuk anlayışını benimsemesi suretiyle mümkün olabilecektir. Yine onlara göre Osmanlı eğer medenî bir devlet ise hapishanesi olmalıydı. Zira, hapishanesi olmazsa, İngiliz ve diğer büyük devletlerin vatandaşlarını cezalandırması söz konusu değildi.Osmanlı’nın, İngilizlerin bu baskıları karşısındaki tutumu ise teslimiyetçi olmaktan mümkün olduğunca kaçınmak ve hükümranlık alanının daraltılmasına müsaade etmeyerek kendi kararlarını uygulamaya gayret etmek, bu arada İngilizleri de idare etmek arasında bir denge siyaseti izlemek şeklinde olmuştur.