Hanefî Mezhebinin Mezhep İçi İşleyişinde Örfün Konumu: İbn Âbidin’in “Örf Risalesi” Örneği
Tezgâhtakiler Tez/Makale sunumlarının Haziran ayı konuğu, İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde doktora eğitimine devam eden Ömer Faruk Ocakoğlu idi. 2004 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde kabul edilen “Hanefî Mezhebinin Mezhep İçi İşleyişinde Örfün Konumu: İbn Âbidin’in ‘Örf Risalesi’ Örneği” başlıklı yüksek lisans tezini sunan Ocakoğlu, İslâm Hukuku’nda örf, örf-hukuk ilişkisi ve İbn Âbidin’in bu risaleyi yazmadaki amacını konu alan bir konuşma yaptı.Ocakoğlu’na göre toplumsal planda ve aynı zamanda toplumun baskısı ile bir davranışın yaygın şekilde yapılması ile ortaya çıkan örf, hukukun da bir kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta devletin desteği ile uygulamada ağırlıklı olarak yer alabilmekte, kanun mesabesine yükselebilmektedir. Böyle bir öneme sahip olması hasebiyle, İslâm hukukunda kadı ve müftü mevcut örf ve âdetleri nazara alma gereği duymaktadır. Eğer bunları göz önünde tutmazsa, konuşmacıya göre, toplumdaki problemi çözmek yerine yeni problemler üretme riski de ortaya çıkabilmektedir.Bu noktada İbn Âbidin’in (1783–1836) hayatından kısaca bahsederek konuya giren Ocakoğlu, onun aynı zamanda tasavvufa ve şiire olan ilgisini vurguladı. Ayrıca Osmanlı bürokrasisine dahil olmadığını belirtti. Kısa da olsa fetva eminliği yaptığını, müezzinlik ve imamlık vazifelerini ifa ettiğini sözlerine ekledi.Konuşmacıya göre İbn Âbidin’in örf konusunda kaleme aldığı eserlerinin esas endişesi şöyledir: Onun zamanında Osmanlı kadıları yalnızca fıkıh kitaplarına bakarak, mevcut örfleri dikkate almadan hüküm vermeye çalışmaktadır. Bunun sonucunda ele aldıkları problemleri çözememektedirler. Yani kadılar, başvurdukları kitaplarda yer alan ve hükümlere temel olan örflerin zamanla değişmiş olduğunu düşünmemektedir. Bu yüzden, Ocakoğlu’na göre İbn Âbidin’in esas sorusu, geçmiş literatürden nasıl yararlanılacağı şeklinde belirmektedir. İbn Âbidin’in bu meseleye getirdiği çözüm ise, konuşmacıya göre, önceki fakihlerin kaynaklarda yer alan örfe nasıl yaklaştıklarını tespit etmek, sonra mevcut problemi çözmede dikkate alınacak örfe de öyle yaklaşmaktır. İbn Âbidin’e göre zaten kaynak kitapları yazan fakihler, hükümlerine esas aldıkları örflerin bugün değişmiş olduklarını görselerdi, ona göre bir hüküm verirlerdi.Ocakoğlu’nun dikkat çektiği bir diğer husus, farklı konularda farklı görüş sahiplerine başvurulması problemidir. İbn Âbidin bazı metinlerinde, hangi sahada hangi müçtehidin daha üstün olduğunu göstermektedir. Bundan anlaşılması gereken şudur: Bir meselede uzmanlaşmış bir müçtehidin görüşleri, o meselede daha üstün tutulmalı ve tercihte ilk sıra ona verilmelidir. Yine bu hususla bağlantılı olarak konuşmacı, İbn Âbidin’in Neşrü’l-Arf adlı eserinde konu edindiği, zâhirü’r-rivâyeye (mezhebin asıl görüşlerine) göre hüküm verme meselesine değindi. Konuşmacıya göre, bu meselede iki farklı görüşün var olduğunu açıklayan İbn Âbidin, Zâhidî’nin temsil ettiği bir tarafın mevcut örfü terk ederek sadece zâhirü’r-rivâyeye göre hüküm verilemeyeceğini iddia ettiğini belirtir. Diğer taraf ise, İbn Âbidin devrinde hüküm veren kadılardır. Onlar, biraz önce değinildiği üzere, hüküm vermede yalnızca mezhebin asıl görüşlerine itibar etmektedir. İbn Âbidin bu iki görüşü uzlaştırma amacıyla bir yaklaşım geliştirmiştir: Naslar karşısında ne genel örf ne de özel örf itibara alınabilirken, zâhirü’r-rivâye karşısında genel örflere itibar edilebilir. İbn Âbidin bu yaklaşımını örnekler üzerinde göstermek için, eserinde otuz altı meseleye yer vererek, her birinde örfün hüküm vermedeki durumunu inceliyor.Fakat Ocakoğlu’na göre İbn Âbidin’in yukarıda özetlenen görüş ve yaklaşımları uygulama alanına girme şansını yitirmiştir. Çünkü on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’nin kurulmasıyla ve Mecelle’nin hazırlanmasıyla Osmanlı hukuku artık farklı bir yola girmiştir.Sunumun ardından dinleyicilerin soruları vesilesiyle Batılı araştırmacıların (özellikle Hallaq’ın) bu meselelerdeki görüşlerini aktaran Ocakoğlu, İbn Âbidin’in Osmanlı’daki mevcut örfler hakkındaki kaygılarını modernist yaklaşımlarla benzeştirmenin yanlış olacağını vurguladı. Aksi takdirde İbn Âbidin’in eserlerinin bağlamından kopacağını belirtti.