Kanuni’nin Gözdesi İbrahim Paşa ve Osmanlı’nın Evrensel
Haziran ayında Tez/Makale sunumları çerçevesinde, Fordham Üniversitesi Tarih Bölümü’nde İslâm ve Ortadoğu uzmanı olarak görev yapan Yrd. Doç. Ebru Turan’ın, Cornell Fleischer danışmanlığında hazırladığı ve Osmanlı cihan hâkimiyeti düşüncesinin teşekkülünü incelediği, “The Sultan’s Favorite: İbrahim Pasha and the Making of the Ottoman Universal Sovereignty in the Reign of Sultan Süleyman (1516-1526)” isimli doktora tezini misafirimiz ile tartıştık.XVI. yüzyılın Osmanlı’nın altın çağı, müteakip dönemlerin ise duraklama ve çöküş devirleri olduğu yönündeki yaygın kanaatin 1980 sonrası bu döneme ilişkin çalışmalar neticesinde sarsıldığını, aksine II. Mehmed döneminde olduğu düşünülen birtakım kurumların/gelişmelerin XVI. yüzyılda başladığını ifade eden Turan, kendi çalışmasında da yukarıda bahsedilen doğrusal tarih anlayışını sorgulamayı amaçlamış ve bu çerçevede Osmanlı cihan hâkimiyeti düşüncesinin teşekkül sürecini ele almıştır. Bu süreci, Kanuni’nin ilk veziri olan İbrahim Paşanın serüvenini inceleyerek anlamaya çalıştığını belirten Turan’ın çalışması ağırlıklı olarak XVI. yüzyıl Venedik arşiv belgelerine (o dönemde Venedik, İstanbul’u çok yakından takip ediyor) ve geç XVI. yüzyıl ve XVII. yüzyıl Osmanlı, özellikle Mısır, kaynaklarına dayanıyor.Osmanlı hanedanının cihanşümul bir imparatorluk kurma fikrinin İstanbul’un fethinden, dolayısı ile II. Mehmet’ten beri var olduğunu ancak bu fikrin, ya da başka bir ifade ile Osmanlı sultanının dünyayı yönetmeye hakkının olup olmadığı sorusunun o dönemde ciddi tartışmalara sebebiyet verdiğini ve nihai kertede destek görmediğini belirten Turan’a göre, aynı problemin nasıl olup da Kanuni döneminde bir sorun olmaktan çıktığı, üzerinde durulması gereken bir mesele olarak karşımızda duruyor. Zira yine bu soru, 1520’lere kadar Osmanlı siyasî kültürünü etkileyen en önemli soruların başında gelmekte.Turan’a göre Süleyman döneminde cihanşümul bir imparator(luk) fikrini mümkün kılan birkaç faktör var ve bunların başında hanedanın dayandığı güç çevrelerinin geçirdiği değişim geliyor. Zira II. Mehmed dönemi tartışmalarında İstanbul, dolayısı ile İstanbul’a hâkim olan kişi için negatif/uğursuz bir imaj çizilmiş olmasına rağmen bu imaj Kanuni döneminde yerini pozitif bir imaja bırakıyor ki şehrengizlerin bu dönemden itibaren yazılmaya başlanması da bunun bir göstergesi. Bununla bağlantılı olarak Turan’ın altını çizdiği bir başka husus, neoplatonik düşüncenin gelişimi ile de alakalı olarak, o dönemde Akdeniz havzasında Allah tarafından yeryüzüne gönderilecek ve bütün dünyayı hâkimiyeti altına alacak, ruhanî ve dünyevî yetkileri elinde bulunduracak bir hükümdarın geleceğine duyulan inanç. 1516-1517’de Memluk hanedanına son verilmesi de bu bağlamda hem bu inancın pekişmesinde hem de Osmanlı’nın cihan hâkimiyetini daha cesur bir şekilde savunur hâle gelmesinde rol oynayan bir başka faktör. Böylesi bir ortamda Süleyman’ın kendini bir sultan olarak ortaya koyması adeta konjonktürün getirdiği bir zorunluluk oluyor. Turan’a göre İbrahim Paşanın önemi tam da bu noktada tebarüz ediyor.Süleyman, yakın arkadaşı olmak dışında, herhangi bir kariyeri bulunmayan İbrahim Paşa adına 1521 yılında İbrahim Paşa Sarayı’nı yaptırır. Bununla, kendisi ile babasına yakın devlet adamları arasına bir mesafe koymayı, halkın saraya ulaşmasında bir aracı mekanizma ihdas etmeği ve neticede Paşayı önemli bir devlet adamı haline getirmeyi amaçlıyor. Turan, 1523 yılında İbrahim Paşanın, ehliyetsizliğinden kaynaklanan bütün itirazlara rağmen, vezir olarak atanabilmesini aynı zamanda sultanlık makamının irtifa kaydetmesi anlamına geldiğini ifade ediyor. Böylelikle sultan ne denli iktidar sahibi olduğunu ihsas ettirmişken İbrahim Paşanın rolü ise içerde Süleyman’a inanan insanları desteklemek, cihan hükümdarı imajını kabullendirmeye yönelik propaganda yapmak ve muhtemel itirazları bertaraf etmek; dışarıda ise bu düşüncenin gereği olarak sınırları genişletmek, Roma’yı fethetmeye çalışmaktır. Bu çerçevede Gerek Roma, gerek İran’ın fethine yönelik yapılan seferlerde istenen neticelerin alınamamasının, bir yandan İbrahim Paşanın hayatına son verilmesi diğer yandan da Kanuni’nin saltanatının bu ilk döneminde teşekkül eden cihanşümul bir imparatorluk fikrinin de revize edilmesi gibi bir netice doğurduğunu söyleyen Turan, Kanuni saltanatının ikinci döneminin başlangıç yıllarına tekabül eden 1545’lere gelindiğinde artık imparatorluk geleneğinin pekiştirildiğini ve İstanbul merkezli bir imparator(luk) fikrinin üretildiğini belirtirken bu anlamda XVI. yüzyılın aslında bir altın çağ/klasik çağ olmadığını da tekrarlayarak sunumuna son verdi.