XVIII. Yüzyıl Osmanlı Düşüncesinde Bunalım ve Arayış-I İktisat ve Siyaset
Türkiye Araştırmaları Merkezinin düzenlediği “XVIII. Yüzyıl Osmanlı Düşüncesinde Bunalım ve Arayış” seminerleri dizisinin ilk konuğu Mehmet Genç idi. XVIII. yüzyılda yaşanan bunalım ve arayışları iktisat ve siyaset açısından ele alan Mehmet Genç, bu yüzyıla dair genel bir perspektif ve yaşanan bunalımlar ile sisteme olan güvenin kaybedilmesi sürecini özetle şu şekilde ortaya koydu: XVIII. yüzyıl klasik Osmanlı profilinin tamamlandığı bir yüzyıl olarak görülmelidir. Bu yüzyıl eski tasniflerde “gerileme dönemi” olarak nitelendirilse de aslında gerilemeden söz edilemeyeceği açıktır. Kurumsal yapı ve değişmelerde de gerileme söz konusu edilemez. Bu yüzyılda Osmanlı bürokrasisini gözlemleyen birçok yabancı, Osmanlı bürokrasisinden hayranlık ve takdirle bahseder. Mesela 16 yıl İstanbul’da kalan İngiliz elçisi, hiçbir Hıristiyan devletin böylesine mükemmel bir bürokrasisinin olmadığını söyler.Osmanlı Devleti XVIII. yüzyıla büyük bir bunalımla girdi. Büyük bir savaşı kaybettiler ve birçok toprak ellerinden çıktı. Ayrıca iki büyük darbe oldu; 1687 ve 1703’te 16 sene arayla iki kere iktidar değişti. Viyana bozgunundan sonra daha önce hiç karşılaşmadıkları Avrupa ittifakıyla karşılaştılar. 15-16 sene mücadele ettiler ve kaybettiler. Osmanlılar önemli bir diplomatik maharetle Avrupa devletlerinin ittifakına engel oluyorlardı. Yoksa Avrupa ittifakını daha önce de yenmeleri zordu. Ama Viyana’da diplomatik talihsizlik söz konusu oldu, Avrupa ittifakına engel olunamadı. Yine de bu büyük bozgundan sonra Osmanlı seçkinleri kendi sistemlerine olan güvenlerini kaybetmediler ve XVIII. yüzyılın ilk yarısında Karlofça’da kaybettikleri yerlerin hemen hepsini geri almayı başardılar.Küçük Kaynarca Antlaşması’yla biten 1768-1774 Osmanlı Rus savaşı ise, Osmanlılarda Karlofça’nın yarattığından daha büyük bir şok yarattı; zira devletin kalbini tehdit eden bir değişme söz konusuydu: Karadeniz ilk defa Osmanlı gölü olmaktan çıkıyor ve önemli bir düşman Karadeniz’e yerleşiyor, orada gemilerini kullanabilir hale geliyordu. Onun için Osmanlı seçkinlerinin 1774’ten sonra bir tek hedefi vardı: bütün gücünü toplayıp Rusya’dan intikam almak. Bunun için 13 sene çok iyi hazırlandılar, bütün potansiyellerini kullandılar ve 1787’de savaşa başladılar. Hiç hesapta olmayan Avusturya araya girdi. Avusturya ordularını hep yendiler ama Rus ordularına karşı yine kaybettiler. Bu savaşla birlikte sistemlerine duydukları inançlarını da kaybettiler. Karlofça’dan sonra “Biz hata yaptık, hatayı nasıl düzeltebiliriz” diyorlardı. Ama 1790’dan sonra “Bu sistemde bir kusur var, bu sistemi değiştirmek lazım” demeye başladılar. Bu fikir yavaş yavaş yerleşti. Nizam-ı cedid denilen büyük reform hareketinin temelinde bu şokun yarattığı değişme iradesi vardır.XVIII. yüzyılı iktisadî ve siyasî bakımdan ikiye ayırmak mümkündür. Yüzyılın ilk yarısıyla son kısmı arasında önemli farklar vardır:İlk yarıda Osmanlı Devleti savaşları genelde kazandı, Karlofça’yla kaybettiği toprakları geri almayı başardı, böylece kaybettiği kaynakları tekrar kontrol altına aldı; üretim ve ihracat arttı, iktisadî terminolojiyle ekonomi büyüdü. Osmanlı yöneticileri ilk defa ekonomiyle çok aktif bir şekilde ilgilenmeye başladı. Daha önce ekonomik alanda devletin aktif rol alması pek söz konusu değildi. Bu dönemde devlet yatırımlarıyla ekonomiyi önemli ölçüde genişletti, birçok fabrikalar, manifaktürler kurdu, en önemlisi esnafların faaliyetlerini genişletecekleri şekilde yatırımlar yaptı. Ancak sistemde bir değişiklik, fiilen de, düşünce anlamında da söz konusu değildi. Sistemin paradigması içinde kalmaya devam edildi. Yatırımlar esnafa ve tüccara devredilmek üzere yapıldı. Provizyonizm prensibi terk edilmediğinden, yeni kurulan fabrikalar için Batı’daki çağdaşları tarafından yapıldığı gibi gümrük duvarları örülmedi.Yüzyılın ilk yarısında görülen bu yatırımlar, ikinci dönemde görülmez oldu. Bu dönemdeki bütün kaynaklar savaşı kazanmak üzere harekete geçirildi ve ekonomiden önemli ölçüde kaynak alındı. Devletin savunmayı malî olarak karşılayacak kaynakları azaldığı için çok büyük kaynaklara ihtiyaç duyduklarından bazı önemli değişimler yaptılar. Mesela ilk kez 1770’lerde özel şahısların miraslarına el koymaya başladılar. Daha önce özel şahısların mallarına devletin el koyması söz konusu değildi. Özel şahısların miraslarına el konulması, iktisadî bakımdan yatırım çözümlenmesi denilen bir süreçtir. Gerçi devlet savaştan sonra ödemek üzere miraslara el koyuyordu. Ancak mesela bir ticaret ya da imalatın mirasçılar tarafından sürdürülmesi yerine bunlar parçalanıp satılarak hazineye devrediliyordu. İleriki yıllarda bu paraların geri ödenmesi bir anlam ifade etmeyeceği için özel sermaye çözülmesiyle birlikte özel sektör yatırımları da son derece azaldı.