Sinema ve Fotoğraf Üzerine
Sanat Araştırmaları Merkezi’nin bu ay ilkini düzenlediği Sinema Sohbetleri’nde fotoğraf sanatçısı Ebru Ceylan ile sinema ve fotoğraf üzerine bir söyleşi gerçekleştirildi. Aynı zamanda kısa filmler de çeken Ebru Ceylan, eşi Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak ve İklimler filmlerinde oyuncu ve sanat yönetmeni, Üç Maymun filminde ise senarist olarak çalıştı.Söyleşi boyunca sinema ve fotoğrafın ilişkisi, iki sanatın benzerlikleri, kullanılan dil bağlamında soru ve cevaplarla şekillendi. Ceylan, sinemanın üretimi zor bir sanat olduğunu, fotoğrafın ise şiir yazmak gibi yalnız başına ve daha rahat üretilebileceğini söyleyerek sinema için gerekli organizasyonu yapacak gücü kendisinde bulamadığını, bunun yerine ufak görevler aldığını, fotoğrafın ise hayatında naif ama önemli bir yeri olduğunu belirtti. Konuğumuz, sinema ve fotoğrafın ortak araçları kullandığını ama üretim süreçlerindeki farklılık dolayısıyla hiç benzemediklerini düşünüyor. Sinemanın zamanı kurgulayarak tüm sanatlardan ayrıldığını, fotoğrafın ise zamanı/anı dondurarak bir görsellik oluşturduğunu, ikisinin ayrı disiplinler olduğunu belirten Ceylan, diğer sanat dallarını da içeren sinemayı benzersiz, sanatsal ifade açısından ise edebiyatı en güçlü sanat olarak görüyor.Sinemada fotografik görüntülerin kullanımıyla alakalı olarak Nuri Bilge Ceylan sineması için sorulan soru üzerine, sanatçı, kendisinin sinemada gelişmiş görüntüler kullanılmasını sevdiğini, Nuri Bilge Ceylan’ın da iyi bir fotoğrafçı olarak iyi görüntüler yakaladığını, bunun sinema için bir katkı sayılacağını belirtti. Ceylan’ın filmlerine Türk seyircisinin ilgisinin az oluşunu Türk seyircisinin izleme alışkanlığına, Avrupa’da daha çok izlenmesini ise izleyicinin böylesi bir sinemaya daha yatkın oluşuna bağladı. Sinemanın içinde fotoğrafın nasıl yer alması gerektiğiyle ilgili bir soruya, yönetmenin görsel alışkanlığı ve yönelimiyle alakalı olarak değişebileceği şeklinde cevap verdi. Sinemada görüntü kullanımının öne çıkması, biçim-içerik dengesini biçimin baskın çıkarak bozduğu yönündeki yoruma katıldığını belirten Ceylan, bu türün reklâm estetiğine kaçabileceğini, dengenin iyi kurulması gerektiğini düşünüyor. Ama güçlü bir görselliğin, sezgisel, mekânla, doğayla alakalı, belki hiç diyalogsuz verilen bir imajın, hayatın gerçeğine dair kendisine çok şey söylediğini de belirtmeden edemiyor ve bu nedenle atmosfer sinemasını çok seviyor. Hikâyenin öte tarafını hissettiren, bazı unsurları doğrudan izleyiciye sunmayıp, sadece fark ettiren görselliğin kendisi için daha önemli bir yere sahip olduğunu belirtiyor. Eğer sanat sineması diye bir ayırım yapılacaksa kendisinin bundan yana olduğunu söylüyor. Sinemada görüntüye ağırlık verilirse, tamamen böylesi bir şeyin üzerine gidilirse şiir gibi bir sinemanın ortaya çıkabileceğini düşünüyor. Tabii bu durum, hikâyesi olan ve buna odaklanan iyi filmlerin önemini azaltmıyor onun gözünde; ikisini de aynı oranda önemli buluyor.Sinemada gerçek hususunda, eğer yapılan belgesel değilse sinemanın gerçeği anlatmak zorunda olmadığını ama izleyiciyi yadırgatmamak için gerçekçi bir şekilde anlatmanın kaçınılmaz olduğunu belirten Ceylan, gerçek ve gerçekçilik kavramlarının nasıl birbirinden ayrıldığını örneklerle gösterdi. Sanatçı, son olarak iyi sanatçı olmanın imkânlara bağlı olmadığını, iyi sanat eserinin de kuralları ve şartları bulunmadığını söyleyerek sözlerini noktaladı.