İslâmî İlimler-3: Fıkıh Tarihine Islahçı Bir Bakış: Şevkânî
Son iki yüzyılda İslâm Dünyasının değişik coğrafyalarında muhtelif şahıslar tarafından İslâm ilimlerinin durumu bağlamında dile getirilen birtakım düşüncelerin, çeşitli dünya görüşlerine bağlı çok sayıda müellif tarafından günümüzdeki algılanışları farklılık arz etmekte ve dolayısıyla mezkur dönemdeki faaliyetlerin nitelendirilmeleri de bu okuma tarzlarına göre farklılaşabilmektedir. Bu bağlamda zikredilen tavsifler arasında ihya, ıslah, reform, uyanış, tecdîd ve benzerleri zikredilebilir. Esas itibariyle dinde yenilik/yenilenme arayışının etkisini taşıyan bu nitelemelerde, modernleşme sürecinin hemen öncesinde yaşayan kimi müelliflerin çabaları bazı araştırmacılar tarafından özellikle İslâmcı modernizmin öncü simalarının habercisi olarak görülürken, diğer bazı araştırmacılar iki yaklaşım arasında esaslı farklılıklar olduğunu iddia etmektedir.Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler programına konuk olan Nail Okuyucu, modernleşme sürecinin hemen öncesinde yaşayan önemli şahsiyetlerden Yemenli âlim Muhammed b. Ali eş-Şevkânî’nin (ö. 1834) fıkıh tarihi anlayışı ve mezheplere bakışını ele aldığı yüksek lisans tezi çerçevesinde bir sunum yaptı. Şevkânî’nin hayatı, eserleri ve Yemen tarihindeki yerine ilişkin malumatların akabinde, yaklaşık kırk yıl boyunca başkadılık yapan Şevkânî’nin konu çerçevesindeki görüşleri özetlendi. Okuyucu’ya göre ehl-i hadis yanlısı selefî bir âlim olarak kabul edilen Şevkânî, Kur’an’a ve ‘sünnet’e dayanarak fıkhî faaliyet yapılması gerektiğini düşünen ve bu düşüncelerinden dolayı birtakım iddialar öne süren biridir. Onun iddialarına göre İslâm’ın ilk nesilleri olan Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîne mensup Müslümanlar bütün dinî meselelerini doğrudan Kur’an’a ve ‘sünnet’e başvurarak çözüme kavuşturmuşlar, araya birtakım kişileri koymadan delillere göre hareket etmişlerdir. Karşılaşılan herhangi bir meselenin çözüme kavuşturulmasında, delillerden hareketle ictihad faaliyetinde bulunmak gerektiğinde, bu nesillere mensup müctehid kişiler ictihadda bulunmuş, müctehid olmayanlar ise müctehidlere sorarak hükümleri öğrenmişler, yani yine delile bağlı olarak hareket etmişlerdir. Ancak bu durum bir zaman sonra kesintiye uğramış ve müctehid olmayan kimselerin müctehidlerle ilişkisi “sorarak ittiba etmek”ten “sormadan taklid”e dönüşmüştür. Şevkânî’ye göre bu durumun ortaya çıkmasıyla birlikte Müslümanlar giderek naslardan uzaklaşmış, naslar yerine taklid ettikleri kimselerin görüşlerini koymuşlardır.Bu değerlendirmeler, esas itibariyle “mezheplerin teşekkülü” olarak bilinen sürecin naslardan uzaklaşma olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. Okuyucu’nun naklettiğine göre, Şevkânî mezheblerin yayılması ile birlikte insanlar arasında “ictihad kapısı kapanmıştır” şeklinde bir kanaatin yayılmaya başladığını düşünmektedir. Bu kanaate şiddetle karşı çıkan Şevkânî, bu kapının hiçbir zaman kapanmadığını savunmuştur. Ona göre dinin hayatta kalması ictihadla mümkün olacağı için ictihadın sona erdiğini söylemek, dinin de ortadan kalktığını iddia etmektir. Bu görüşleri doğrultusunda bir fıkıh tarihi anlayışı geliştiren ve temel iddialarını bu çerçevede oluşturan müellif, taklidin ve mezheblere intisabın bid‘at olduğunu merkeze alan bir fıkıh tarihi tasavvuruna sahiptir.Şevkânî’nin Batı’nın entelektüel birikimine muttali olmadan bu görüşleri dile getirmesini önemli bulan Okuyucu, modernleşme sürecinde aralarında Reşid Rıza gibi müelliflerin de bulunduğu kimi İslâmcı modernistler tarafından Şevânî’nin görüşlerinin önemli ölçüde benimsendiğini ifade etti. Ancak Okuyucu’ya göre kendi projeleri çerçevesinde kullanılan bu görüşler, zaman zaman Şevkânî’nin genel yaklaşımıyla örtüşmeyecek zorlama yorumları da beraberinde getirmiştir.İslâm Dünyasında ıslahçı bir geleneğin var olduğu ve bu geleneğin son halkasını Afganî-Abduh-Reşid Rıza çizgisinin teşkil ettiği yönünde günümüzde genel bir kanaat oluşmuştur. Bu sebeple, Okuyucu’nun bu tespitlerinden ilham alarak şunu söylemek mümkündür: Şevkânî’nin yanısıra Hind alt-kıtasında Şah Veliyyullah Dihlevî (ö. 1762), Hicaz bölgesinde Muhammed b. Abdulvehhâb (ö. 1787) ve onun öğrencisi Hamd b. Nâsır b. Muammer (ö. 1810), Batı Afrika’da Osman b. Fûdî (ö. 1817), Kuzey Afrika’da Muhammed b. Ali es-Senûsî (ö. 1859) ve Sudan’da Muhammed el-Mehdî (ö. 1885) gibi âlimlerin İslâm medeniyetinin birikimlerine getirdikleri tenkitleri müstakil olarak inceleyecek çalışmalar kadar; bu müelliflerin özellikle “İslâmcı modernistler” tarafından kullanımlarının sıhhatine dair yapılacak araştırmalar da, günümüz İslâm hukuku söylemini anlamlı bir çerçeveye yerleştirebilmek için elzemdir.