Suudi Arabistan İzlenimleri

Paylaş:

Bir o kadar yakın ve bir o kadar uzak ülke, Suudi Arabistan. Bir o kadar bildik ve tanıdık ve bir o kadar da yabancı. İlk izlenimlerim yıllar önce bir vesile ile yapmış olduğum umre ziyaretinde şekillenmişti. Daha çok kutsal mekânlar etrafında geçen bir değerlendirme olan bu tür ziyaretler belki daha uzun soluklu; insanı, şehri ve yaşanılan beldeyi de içine alan derin ve uzun süreli analizlerle-tecrübelerle ancak tamamlanabilirdi. Şu anda yapmakta olduğum ikinci ziyaretim ise bu tür bir uzun soluklu bakışın başlangıç dönemlerine tekabül etmektedir.

9 yıldır içinde bulunduğum bankacılık kariyerine bir ara vermek, bu alandaki tecrübeleri akademik bir ortamda da kullanabilmek ve birazda kendime zaman ayırmak amacıyla yaklaşık 6 ay kadar önce Riyad’a gelerek Kral Suud Üniversitesi’nde göreve başladım. Üniversite vesilesi ile geldiğim İstanbul’da 19 sene ikamet ettikten sonra (11 Eylül olaylarını da kapsayan 6 aylık bir Amerika seyahatini saymaz isek) şimdi bu topraklara gelmiş bulunduk. Farklı vesileler ve bahanelerle bu 6 ay ne kadar devam eder bilemesem de gidişat biraz uzun olacağını gösteriyor.

Şehir ve Hayat

Riyad şehri 15 belediye bölgesinden oluşan yaklaşık 6 milyon insanın yaşadığı Suudi Arabistan’ın başkenti. Aylara göre hava sıcaklığı değişse bile bizim alıştığımız “mevsim normalleri” burada daha farklı. Örneğin Mayıstan başlayarak Eylül aylarına kadar 40-45°C gayet normal olarak düşünülmeli. Öte yandan yağış hemen hemen hiç yok. Nem ise yine mevsimlere göre değişse bile oldukça az. Hele hele İstanbul ile kıyaslandığında oldukça kuru bir havaya sahip ki bu kuru havanın benim açımdan tercih edilir bir şey olduğunu söylemem gerek. Riyad çölün ortasındaki bir şehir. Bu nedenle hayat, belli dönemlerde çöl fırtınalarıyla ve bu fırtınaların olmadığı zamanlarda da şehri kaplayan sis yoğunluğundaki tozlarla devam ediyor. Burada, bizdeki büyük şehirlerdeki gibi, metro, otobüs, tramvay şeklinde sayılabilecek etkin bir toplu taşımacılık yok. Dolayısı ile ulaşım ya özel araçlarla ya da taksilerle yapılıyor. Benzinin litre fiyatı yaklaşık 0,50 halala (ki bu da 20 kuruşa tekabül etmektedir) civarındadır. İklim şartları ve kültür nedeni ile insanların evlerinden işlerine yürümeleri veya bisiklete binmeleri de çok mümkün olmamaktadır, kural değil istisna olmaktadır. Dolayısı ile çok sayıda arabanın çok uzun mesafeler kat ettiği bir otoyol şehri haline dönüşen bu şehirde, tek ulaşım bu otoyolların kullanılması ile mümkün olmaktadır.

Suudi Arabistan’daki İslâm anlayışı ve yorumu, kadın ve erkeğin hiç bir ortamda beraber olmamasını (full segregation) gerektirmektedir. Bu nedenle hiç bir sosyal mekânda kadın ve erkeğin (aile olarak hariç) bir arada olmaması sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu husustaki kurallar önceki yıllarda çok daha ciddi bir şekilde uygulanmakta iken özellikle son yıllarda uygulanmadığı yönünde görüşler duymaktayım. Din polisi de denilebilecek mutavva‘ların kurallara uymayan herşeyi ve herkesi düzelttiği bir ortamdan artık bu mutavva‘ların çok da etkisinin olmadığı ve kendilerinin de ortada gözükmediği bir yapıya geçildiği ifade edilmektedir.

Suudi Arabistan’da kadınların araba sürmesi yasaktır. Her ne kadar şehir içinde kadınlar tek başına veya birlikte taksiye binse veya seyahat edebilse de, örneğin bir otele gidip tek başına kalmaya kalkarsa bunun için de kocasının veya velisinin izni gerekmektedir. Özellikle kadınların araba kullanma konusu uzun yıllardır ve şu anda da tartışılan bir konudur. Toplu taşımacılığın da olmadığını düşündüğümüzde erkekler ya yarı zamanlı aile şoförü olarak iş yapmakta ya da imkânları var ise özel şoför tutmaktadır. Özel şoför için ise yine eşininin kullanacağı ikinci bir araba gerekmektedir. Bu nedenle bir aile içinde çok sayıda arabanın olması da gayet normal olabilmektedir.

Hayata ilişkin bahsedilebilecek en önemli hususlardan birisi ise Suudi Arabistan’daki himaye/kefalet sistemidir. Burada bulunan bir yabancı ancak bir Suudlunun kefaleti ile burada bulunabilmektedir. Kurulan sistem ile kısaca, gelen yabancının bir iş yapması şartıyla bu ülkede bulunması, bu işin devletçe kabulü ve bir vatandaş tarafından işçiye kefil olunması, işin bittiği durumda ülkede kalma imkânının da kalmadığı bir yapı oluşturulmuş.

Üniversite

Şehir ve hayattan üniversiteye doğru geçersek, Riyad’da bulunan 8 üniversite ve birçok kolej içerisinde en eskisi ve en fazla prestije sahip olanlarından birisi King Saud Üniversitesi’dir. 1971 yılında ilk önce dini konularda eğitim vermek üzere Riyad Üniversitesi adıyla kurulmuş, 1982 yılında bugünkü ismini almıştır. Kız öğrenciler için ayrı bir kampüsü olan bu üniversitenin toplam öğrenci sayısı 50.000’in üzerindedir. Toplam öğretim görevlisi sayısı ise 5.000’den fazladır. Ana kampüs şehrin içinde yer almakta ve 9 km2’lik bir alanı kaplamaktadır. Bunun dışında farklı kampüsleri de bulunmaktadır. Üniversitenin şu andaki binaları ve kampüsü 1980’li yıllarda ABD’li bir firma tarafından yapılmış olup daha sonra bu firma, bu üniversitenin inşası projesiyle dünyadaki en büyük sabit fiyatlı sözleşmeyi yapan firma ünvanını almıştır. Üniversitenin öğrenciler ve öğretim üyeleri için konaklama imkânları bulunmaktadır. Özellikle öğretim üyeleri için çok sayıda yeni konut yapımı şu anda devam etmektedir.

Webmetric kayıtlarına göre 2009 yılında üniversite dünya sıralamasında 197, Asya sıralamasında ise 21. üniversitedir.  Üniversite ile ilgili detaylı bilgi www.ksu.edu.sa linkinden temin edilebilir.

Kız ve erkek kampüslerinin farklılığından bahsetmiş idim. Kız kampüslerinde bayan hocalar ders vermektedir. Ancak, bayan hocaların yeterli olmaması durumunda erkek kampüsündeki sanal sınıflar yardıma yetişmektedir. Gerekli teknolojik donanıma sahip sınıflar ile (smart board, uzaktan iletişim, kamera, sunum cihazları, ses sistemleri vs.) kız öğrenciler kendi sınıflarında iken diğer kampüsteki hocayı takip edebilmekte, soru sorabilmekte, notları görebilmekte ancak erkek hocanın kız öğrencileri görmesi mümkün olmamaktadır. Henüz böyle bir ders vermemiş olmakla birlikte, verdiğim durumda sanırım boş sınıfa konuşuyor olacağım ki psikolojinin kimse yokken varmış gibi ayarlanması herhalde çok da kolay olmayan bir şey.

Son olarak, şu ana kadar burada bulunduğum 6 aylık zaman dilimi içinde üniversite kampüsünde özellikle “bilgi toplumu” (knowledge society) kavramına çok fazla rastladığımı söyleyebilirim. Farklı kaynaklardan edindiğim bilgiler de Suudi Arabistan’ın bir anlamda eğitim seferberliğine başladığını göstermektedir. Üniversitede kullanılan dil şimdiye kadar (birçok fakültede) Arapça iken, yavaş yavaş İngilizce eğitime geçilmektedir. Bazı temel dersler Arapça verilmekle birlikte birçok ders İngilizce verilmektedir.

Üniversite ortamındaki Suudlu akademisyenlerle çok ciddi bir iletişimimiz şu ana kadar olmadı. Suudlu akademisyenlerin idari görevlerindeki yoğunluk hem akademik faaliyetlerini hem de bazı sosyal iletişim imkânlarını kısıtlıyor diye düşünüyorum. En azından yaşadığım örnekler beni bu sonuca yöneltti. Özellikle fakülte çevresindeki tüm Suudî akademisyen ve idarecilerden güler yüz ve tatlı söz duyduğumu belirtmek isterim. Özellikle Bölüm Başkanı Dr. Salih el-Harbî’nin hem pratik sorunları çözmeye odaklı yönü hem de güler yüzü diğer yaşadığım tecrübeler (ki bu yazının konusunu tümden değiştirirdi!) yanında üste çıkmaktadır. Bir anlamda iki farklı dünyada bile yaşadığımı söyleyebilirim.

Üniversitenin mimarisine baktığımızda ise oldukça farklı olduğunu farkettim. Bu farklılığın nedeni ilk başta tabii olarak benim alışmamış olmam. Çölün ortasındaki bir şehrin yine çöl renginde binalardan oluşmasından normal bir şey yok. Öte yandan hava çok sıcak olduğu için yüksek ve üstü kapalı bir koridorla fakülteler birbirine bağlanmış. Yani güneş görmeden, gölgeli bir ortamda çok uzun bir şekilde yürümeniz mümkün kılınmış bu şekilde. Çok işe yaradığını söyleyebilirim.

Yazımın başında belirttiğim şekilde, umre ziyareti mübarek beldelerde yapılan başdöndürücü bir ziyafet. Farklı milletlerden insanların ortak hedeflerinden biri, bu ziyareti maksimum düzeyde faydalı kılmaya odaklanmak şeklinde. Bu ziyaret sırasında yaşanan olumlu olumsuz tecrübelerin ise Suudi Arabistan’ın kendisini ne kadar temsil ettiği noktasında ciddi bir algılama sorunu olduğunu düşünüyorum. Gelen insanların büyük bir kısmı Mekke ve Medine’yi ziyaret etmekte ve kısa ziyaretlerinden sonra ülkelerine dönmekte. Dolayısı ile buradaki yaşamın getirdiği hususlar hakkında da bilgi sahibi olamamakta. Başka bir deyişle Suudi Arabistan’da yaşamanın bazı genel tecrübeleri olsa da Mekke başka, Medine başka, Riyad başka ve Cidde daha da başka…

Ve biraz daha…

Suudi Arabistan’da yaşadığım en büyük sorunların başında alfabede ve takvimde çifte sistemin kullanılmasıdır. “Latin harflerini sadece İngilizce telaffuz üzerinden okuyarak Arapçalaştırmak şeklinde formülize edeceğim husus burada ikame (yabancıların kimliği ve camii ve lokanta dışında nerede ise her zaman sizden istenip sorulacak olan belge) sahiplerinin resmi işlemlerde sorun yaşamasına neden olmakta. Örneğin isminiz ‘Naci’ ise bunu araplar en-ey-si-ay şeklinde okuduklarında muadili Arapça harfler ise nun-elif-sin ve cim’e dönüşüyor, bu durumda Arapçasını okuduğunuzda ismin ‘Nasi’ olduğunu görüyorsunuz. Orijinali Arapça olan bir kelimenin yaşadığı bu ızdırap ve o kelime ile işi olan kişinin yaşadığı sıkıntı anlatılır boyutta değil.

Takvim olarak ise hem miladi hem de hicri takvim kullanılıyor. Ancak insanların tercihleri sadece birisi üzerinden olduğunda takibi sorun olabiliyor. Örneğin siz bugünü sorduğunuzda alışkanlıkla miladi bir yanıt beklerken karşınızdaki hicriyi takip ettiği için hicri olarak cevaplayabiliyor. Maaşlar, ev sözleşmeleri vb. hicri takvim üzerinden yapılabiliyor.

Arabistan’ın vize sisteminde “turist vizesi” hemen hemen hiç verilmiyor diyebiliriz. Sorduğum bir yetkili böyle bir vize türünün olduğunu; ama diğer ülkelerin tam aksine almanın çok zor olduğunu ifade etti. Hac ve umre vizelerini bu tür bir vize olarak değerlendirmek bence mümkün değil. Çünkü bu vizeleri alanlar sadece vazifelerini yapabilecekleri yerlere gitmek durumunda. Örneğin bir umre vizesi alan şahsın Riyad’a gelmesi resmi olarak mümkün değil. Vizelerle ilgili diğer bir farklılık ise Suudi Arabistan’da çalışanların çıkış için de vize almak zorunda olmaları; zira işverenlerden veya kefillerden tekrar dönmek üzere çıkış (exit re-entry) vizesi almayan kişilerin ülkeye tekrar giriş yapması mümkün değildir.

Suudi Arabistan işgücü piyasasının en temel özelliği her işletmenin büyüklüğüne göre belli sayıda Suudlu çalıştırma zorunluluğudur. Saudization olarak adlandırılan bu uygulamanın yabancı işçilerin psikolojilerini olumsuz etkilemesi ve daha farklı sorunlar oluşturması kaçınılmazdır. Bu ülkedeki işgücü piyasasının emek için belli bir fiyatın ödendiği serbest bir piyasa olarak değerlendirilmemesi gerekmektedir. Tam aksine, bu piyasa kişilerin tâbii oldukları milliyetlere göre tasnif edilmektedir. Her ülke vatandaşının emeğinin fiyatı da farklı olmaktadır (Batıdan doğuya doğru azalan bir skala). Dolayısı ile ülkedeki yabancının psikolojisi “işini yap, paranı al ve birgün kendi ülkene dön” şeklinde gelişmektedir (Amerika’nın eriten kap olma özelliğinin tam tersine Suudi Arabistan uygulamaları gereği ayıran bir kap olmaktadır).

Suudi Arabistan’ın Türkiye’den en temel farklılığı ise buradaki hayatın resmi olarak namaz saatlerine göre ayarlanıyor olması. İşyerlerinin namaz saatlerinde hizmet vermesi yasak olduğu için tüm işyerleri namaz için kapanıyor. Bu durumda ikindi, akşam ve yatsı ezanlarını kapsayacak bir zaman aralığında dışarda işiniz var ise, büyük bir ihtimalle yetiştirmeniz mümkün olmayacaktır. Çünkü ezan ile namaz arasında yer alan uzun bekleme süresi ile birlikte namazların kılınması burada daha fazla vakit almaktadır. Biraz bu durumun bir sonucu birazda yine iklim şartları ile çalışma saatleri sabah 7’den öğlen 2’ye kadar sürmekte ve ikindiden sonra tekrar başlayıp geç saatlere kadar devam edebilmektedir. Suudlular ise daha çok hayatlarını gece sürdürmektedir desem yeridir. Trafiğe çıkmak için en son tercih edilecek zaman akşam 9’dan sonrasıdır.

Bu yazının konusu daha çok kişisel izlenimler olduğu için Suudi Arabistan ekonomisi ve finansal durumu ile ilgili akademik bir analizden ziyade yine kişisel gözlemlerimi bu noktada paylaşmak isterim.

Ülkede vergi uygulamasının olmaması (aslında yabancı şirketler için kurumsal bazı vergiler varmış ama temelde harcamalardan ya da kaynaktan kesinti şeklinde gelirden vergi alınmıyor, yani Türkiye’deki gibi net-brüt maaş farklılığı yok), birçok şeyi ucuz kılıyor. Araba fiyatları, dayanıklı tüketim malları, elektronik ürünlerindeki cazip fiyatlar hemen kendini gösteriyor. Öte yandan elektriğin petrolden üretiliyor olması elektriği de oldukça ucuz hale getirmekte. Su da deniz suyunun arıtılarak kullanılıyor. Maliyeti hakkında bir bilgim olmasa da bir damacana suyun (Türkiye’de muhtemelen 3.5 ile 10 TL’ye kadar değişiyordur) 5 Riyal (2 TL) olması herhalde en şaşılacak şeylerden birisi. Bu nedenle tüm susuzluğuma rağmen Adapazarı-İstanbul treninde yarım litrelik suya 0.75 TL vermekten kaçınmıştım.

Vergi alınmıyor olsa da kamu harcamalarının en temel kaynağını petrol gelirleri oluşturuyor. Şehirde çok büyük inşaat projelerinin devam ettiği görülüyor. Bir anlamda tüm şehrin bir şantiye alanına döndüğünü bile söyleyebiliriz. Tepe, ırmak, çukur vb. hiçbirşeyin olmadığı Riyad’da gayet geometrik bloklarla şehir inşa edilmektedir.

Ve nihayet…

Hayatın gerçeklerinden bahsetmeyi bitirip biraz da güzelliklerinden bahsederek bu yazıyı bitirebiliriz.

Suudi Arabistan’da bulunmanın en güzel yönlerinden birisi de birçok Müslüman için maddi manevi külfetleri bol olan mübarek mekânları ziyaretin buradan daha kolay oluyor olması. Her ne kadar Riyad, Mekke ve Medine’ye yaklaşık 9 saatlik bir mesafede olsa da vize almakla uğraşmak durumunda kalmıyorsunuz. Birçok çalışan için, Türkiye ile kıyaslandığında, iş hayatının temposu burada daha düşük. Bu tempo düşüklüğünün insanı tembelleştirme riski tabii ki ciddi bir tehdit. Ancak, insanın kendine ve ailesine zaman ayırabilmesi açısından da büyük bir imkân. Her ne kadar “benim memleketim” diyebileceğim yerlerde de olsam vakti zamanında bir abimin tavsiyesini kulaklarımda çınlatmayı her zaman tercih ediyorum: “Vaktimiz ne kadar çok olsa da kısıtlıdır bu memleketlerde. İşimizi bitirip kendi ülkemize döneceğiz, bu yüzden mevcut vakti olabildiğince bereketli ve dikkatli kullanmak lazım. Her zaman bunu yapmak durumunda olsak da özellikle bu ülkelerde yapılabilecek şeyleri hızlandırmak, gereksiz şeylerden mümkün olduğunca uzak durmak anlam katacaktır ziyaretimize…”

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir