Felsefe 2 / Fahreddin er-Râzî’nin İbn Sînâ Yorumu ve Eleştirisi
İslâm felsefesi geleneğinin en önemli ismi olarak değerlendirilen İbn Sînâ’nın kendisinden sonra nasıl algılandığı düşünce tarihinin önemli soru(n)larından biridir. Genellikle Gazzâlî’nin meşhur eleştirisi çerçevesinde ele alınan bu sürecin diğer unsurları da ciddi çalışmalara konu olmayı beklemektedir. Bu bağlamda Eşref Altaş, doktora tezinde İbn Sînâ felsefesini yorumlayışı ve bu felsefeye yönelttiği eleştiriler bağlamında Fahreddin Râzî’yi incelemektedir.Fahreddin Râzî’nin hayatı ve eserleri hakkında genel malumat vererek sözlerine başlayan Altaş, Râzî’nin entelektüel yolculuğuna kelâm ile başlayıp
-Gazzâlî’nin açtığı yoldan ilerleyerek- felsefe okumaları ile devam ettiğini, eleştiri ve yorumlarıyla felsefe ile mezcedilmiş kelâm sistemini oluşturmak suretiyle en yüksek amacına ulaştığını belirtti. Altaş’a göre Râzî’nin kelâmın temel problemleri açısından ele aldığı konular, problemler, bu problemlere sunduğu çözümler, kullandığı metot ve kavramsal çerçeve sadece kelâm geleneğine dayanılarak açıklanamaz. Râzî, aynı zamanda, İbn Sînâ dolayısıyla felsefe geleneğini de tevârüs etmiş, İbn Sînâ’nın el-İşârat ve’t-tenbîhât’ı ile Uyûnu’l-hikme’sine şerh yazmıştır.Altaş’a göre Râzî, çağındaki bütün bilimleri ihtiva edip ilişkilerini tayin eden felsefenin ilimler sınıflamasını kendi fikrî etkinliği ve amaçları açısından anlamlı bulmamış; şerh etme dışında İbn Sînâ’nın ilimler sınıflamasına pek iltifat etmemiştir. Diğer yandan Râzî, kelâmı, fikrî faaliyetinin temel hedefi olan Allah’ın varlığının ispatına hizmet ettiği ölçüde felsefî ilimleri de ihtiva edecek şekilde yeniden tasarlamıştır. Böylece nazarî ve amelî yetkinliğini sağlayacak ilimler sistemi olarak felsefe ve dinin usûllerini açıklayan, muhalif akımlara karşı mücadele eden klasik kelâm yerine kendi kelâm sistemini, metafizikte olduğu gibi varlığı ve ilintilerini araştıran, tanrının varlığını ve sıfatlarını ele alan, fıkıh, tefsir gibi cüzî dinî ilimlerin ve dünyevî sanatların en genel ilkelerini veren hakikatin araştırıcısı küllî bir ilim olarak tasarlamıştır. Bu sebeple Râzî’nin kelâm eserleri mantık, fizik ve metafizik alanlarının hepsini içermektedir.Râzî’nin ele aldığı her konunun filozof ve kelâmcılar tarafından nasıl ele alındığını naklettiğini ifade eden Altaş, onun düşüncesinde “muhakkık”ın, devraldığı mirasın ne taklitçisi ne de reddedicisi olduğunu vurguladı. Râzî’nin yöntemi, gelenekten ulaşan bütün görüşlerin incelenerek doğru olanın ispat edilmesi, yanlış olanlara şüpheler ve itirazlar ileri sürülmesini gerektirmektedir. Bu yöntemin bir gereği olarak Râzî, klasik kelâmın kullandığı analoji, ilzam, in‘ikâs-ı edile gibi delilleri eleştirmiş ve İbn Sînâ yoluyla mantığı ve kıyas yöntemini benimsemiştir.Râzî’nin mantık, tabiat bilimleri ve metafizik alanlarında özellikle İbn Sînâ’dan ayrıldığı ve onu eleştirdiği hususları ana hatlarıyla aktaran Altaş’a göre Râzî iyi bir İbn Sînâ öğrencisi, onun gerçek bir hayranı ve nitelikli bir eleştirmenidir. Her ne kadar İbn Sînâ’nın fikirlerine ayrıntıları, ilkeleri, sonuçları ve gerektirdikleriyle karşı olduğunu belirtse de Râzî’nin bütün eserleri, kelâm sistemi, konuları ve kavramsal dünyası İbn Sînâ’ya bağlılığını göstermektedir. Bu açıdan Râzî’nin rolü, İbn Sînâ felsefesi ile müteahhirîn kelâmının kavşak noktasında diyaloğu tesis etmek, şüpheleri, soruları ve eleştirileriyle felsefenin önüne yeni entelektüel imkânlar sunmak, kelâmı dönüştürmek ve böylece kendisinden sonraki entelektüel hayata istikamet vermek olmuştur. Dolayısıyla Râzî’nin yaptığı bir yıkım değil; yeniden inşa faaliyetidir.