Felsefe 3 / Kripke’nin Şüpheci Wittgenstein’ı ve Karşıt Cevaplar
Birmingham Üniversitesi (İngiltere) Felsefe Bölümü’nde tamamladığı “Kripke’s Rule-Following Scepticism and Dispositionalist Answers” adlı yüksek lisans tezini bizlerle paylaşan Sümeyye Parıldar, sunuşuna, Kripke’nin hayatına ve çalışmalarına dair kısa bazı bilgiler vererek başladı. Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar’ı kaleme aldığı ikinci dönemiyle ilgili çok fazla spekülatif yorum yapıldığı için, Kripke’nin 60’lı yıllardan itibaren Wittgenstein’ın ne yapmaya çalıştığıyla ilgili bazı şüphelere sahip olmaya başladığını belirtti. Ardından, 1979’da yaptığı bir sempozyum konuşması ve 1982’de yazdığı bir kitapla da, o güne kadar yapılmış tüm ortodoks Wittgenstein yorumlarının dışına çıktığını vurguladı. Ancak burada sözü edilen Kripke yorumunun, Tractatus’un yazıldığı birinci dönem Wittgenstein’ını değil, Felsefi Soruşturmalar’ın kaleme alındığı ikinci dönem Wittgenstein’ını konu edindiğini belirtmekte fayda var.“Özel dil” tartışmalarını ele alan Kripke, Wittgenstein’ın, özellikle Soruşturmalar’ın 258-264 arasındaki paragraflarından itibaren ortaya attığı ve “bir kişinin, dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın, kendi iç-görüleriyle elde ettiği/uydurduğu bir dil imkânsızdır” şeklindeki iddiasını değerlendirir. Parıldar, Kripke’ye kadar özel dille ilgili yapılan ortodoks tartışmaların merkezinde, yalnızca bir kimsenin kendisine ait bir özel dil oluşturup oluşturamayacağı meselesinin yer aldığını, Kripke’nin ise, bu özel dil sorununu, Soruşturmalar’ın 201 ve 202. paragraflarında yer alan ve “kural takibi” ile ilgili olan ikinci bir kısımla irtibatlandırarak ortodoks özel dil tartışmalarından ayırdığını ifade etti. Böylece, daha önce birbirinden ayrı oldukları kabul edilen “kural takibi” ile “özel dil” tartışmalarını Kripke birbirine bağlamıştır.Parıldar, Kripke’nin, Soruşturmalar’ın 202. paragrafındaki “[D]olayısıyla, özel olarak bir kurala tabi olmak olanaklı değildir” cümlesini kendi tezi için temel aldığını, ancak sözkonusu paragraftan sonraki kısımların bu söylenenleri nakzeden ifadeler içermesi nedeniyle, bütünlüğü içinde ele alındığında bu paragrafın Kripke’nin yorumuna çok müsait olmadığı iddia edilerek, Wittgensteincılar tarafından eleştirildiğini belirtti. Wittgensteincıların Kripke’ye yönelttikleri ikinci bir eleştiri ise, onun sözkonusu metni sistematik bir okumaya tabi tuttuğu şeklindedir. Wittgensteincılar, Tractatus’taki sistematik analizin Soruşturmalar’da terk edildiğine işaret ederek, Wittgenstein’ın ikinci dönemindeki felsefe yapma biçimine uygun olmadığı için Kripke’nin metni sistematik okuyuşunun yanlışlığına işaret etmişlerdir.Peki, kural takibi ile özel dil tartışması bir araya getirildiğinde ortaya nasıl bir sonuç çıkmaktadır? Kripke’nin analizinden hareketle, Parıldar bunu şöyle ifade etti:Dil de, anlam da bir kural takibi olduğu için, bir kişi kendine has özel bir kural icat edip onu kendi başına uyguladığını iddia edemez; böyle bir şey mümkün değildir. Kripke, bunu gösterebilmek için, matematikteki toplama işlemini örnek gösterir. Ona göre, daha önce matematik eğitimi almış, fakat 57’den daha büyük bir toplama işlemi yapmamış bir kimseye 57+68’in sonucu sorulduğunda, kendinden emin bir şekilde 125 cevabını verecektir. Kripke’nin şüphecisi burada ortaya çıkar ve “57’den büyük bir toplama işlemini daha önce hiç yapmamış bir kimse, 125’in doğru cevap olduğunu nereden bilmektedir?” sorusunu sorar. Bu sorunun aritmetikle ilgili olmadığına dikkatleri çeken Parıldar, burada aritmetiği de aşan “meta-linguistik” bir sorunun sorulduğuna dikkatleri çekti. Bu nedenle, matematiksel olarak toplama işlemine dair yapılacak herhangi bir ispat veya sayıların ontolojisiyle ilgili getirilecek bir açıklama sözkonusu şüpheyi ortadan kaldıramaz. Buradaki asıl sorun, geçmişte 57’den küçük sayılar için uygulanan bütün toplama işlemleriyle, 57+68 için yapılan toplama işleminin aynıolduğunun, kendine ait bir gerçeklikten yola çıkarak, nasıl bilinebileceğidir. Kripke, Wittgenstein böyle bir soruyu eserinde doğrudan ortaya koymasa da, metnin tamamı göz önüne alındığında buna bazı telmihlerin bulunduğunu söyler.Şüpheci, geçmişte sahip olduğumuz bazı zihnî içeriklerden veya yatkınlıklardan (dispositions) yola çıkarak, aslında ikinci toplama işlemi için, ilkinde uyguladığımız kurallara bağlı kalmaya devam ettiğimizi belirtir. Parıldar, şüphecinin, burada anlamla ilgili sürekliliği sağlayan zihni hâllere veya niyetlere/kasıtlara (intentions) itiraz ederek, önceki toplama işlemiyle yeni toplama işleminin aynı olup olmadığının bilinemeyeceği sonucuna vardığını; bundan dolayı da, birtakım davranışsal yatkınlıklara (behavioral dispositions) dayanarak yeni bir toplama işleminin hiçbir şekilde delillendirilemeyeceği iddiasında bulunduğunu ifade etti. Epistemolojik bir sorundan yola çıkan şüpheci, sonuçta metafizik bir soruna ulaşarak, böylece anlamın kendisine dayandırılabileceği insan bireyi merkezli hiçbir hakikatin olmadığını savunmuş olmaktadır.Elimizde bir kural ve bu kuralın mümkün sonsuz sayıda uygulaması bulunuyor. Bir kural varsayıldığında ise, sonsuz uygulamaların herbiri için sonsuz sayıda doğru cevapları varsaymış oluyoruz. Şüpheciye cevap vermek isteyen kimse, Parıldar’ın ifadesiyle, bireye dair öyle bir gerçek göstermeli ki; birincisi, o gerçeklik benim hangi kuralı uyguladığımı, ikincisi o gerçeklik benim hangi cevabın doğru cevap olarak vermem gerektiğini bana göstermeli. Diğer bir deyişle, bana bir açıklama (justification) sunmalı, kural oluşturan bir durum (normativity) vermeli.Kripke’nin yatkınlıkçı (zihinsel, kullanıma dayalı, sosyal, Platoncu yatkınlık) ve indirgemeci olmayan (non-reductive) görüşlerin sorularına verdiği cevapları ele alan Parıldar, bunlardan hareketle şüphecinin, bireye dair hiçbir hakikatin anlamı varsaymayı gerektirmediği veya kuralın herhangi bir gerçekliğe dayanmadığı sonucuna vardığını belirtti.Parıldar, son olarak, Kripke’nin sözü edilen Wittgenstein yorumu üzerine yapılan tartışmalara da kısaca değinerek konuşmasını nihayete erdirdi ve ardından soru-cevap kısmına geçildi.