Felsefe 4 / Felsefenin Doğası
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Felsefesi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Ömer Mahir Alper’in 2006 yılında yayımlanan kitabı Felsefenin Doğası, yazarın kitaba dair özet bir sunumu ve dinleyicilerin sorularıyla değerlendirilmeye çalışıldı. Sözkonusu eser, “felsefenin felsefesi”ni yaparak “meta-felsefe”nin alanına giren çalışmalardan biri olması bakımından, felsefe severlerin ilgisini çekmiş bir kitap idi. Bu sebeple Alper’in sunumu ve sorular, felsefenin tanımı, mahiyeti, insan hayatındaki yeri gibi felsefe faaliyetinin üzerine düşünceler çerçevesinde gerçekleşti.Sunumunun başında, felsefe üzerine düşünmenin de felsefî bir iş olduğuna dikkatleri çeken Alper, bu yönüyle felsefenin diğer bütün disiplinlerden ayrıldığına işaret etti. Felsefenin, filozofun tanımıyla şekillenen ve bu tanıma göre varlık kazanan özelliği, felsefenin daima varoluş hâlinde olmasına sebep olmaktadır. Ancak Alper’e göre bu durum felsefenin belirsiz sınırlara sahip, hiçbir şekilde bilinemez ve tanımlanamaz bir alan olduğu anlamına gelmemektedir. Kişinin felsefî tecrübesi arttıkça, felsefenin de kendini izhar etmeye başladığını belirten Alper, bir anlamda “felsefe okuya okuya” felsefenin ne olduğuna dair bir sezgi geliştirilebileceğini ifade etti.Felsefeyi, “bir düşünme faaliyeti olarak felsefe” ve “felsefe tarihinde ortaya konmuş ürünler olarak felsefe” şeklinde iki ayrı anlama biçimi olduğunu belirten Alper, zihindeki felsefe tasavvurunun her iki durumda da sözkonusu faaliyete tekaddüm ettiğine dikkat çekti. Bu bağlamda, tek tek filozofların görüşlerini aktarma biçiminde bile olsa felsefe tarihçisinin felsefe yapmaktan uzak kalamayacağını, çünkü her halükârda felsefe tarihini değerlendirmek için “felsefeye” dair bir tasavvur elde etmek gerektiğini, nitekim bu elde etme sürecinin de bizatihi felsefe yapmak olduğunu belirtti.Ömer Mahir Alper konuşmasında, felsefî düşünüşün niteliğine dair bazı tespitlere de yer verdi. Düşünmenin en genel, en kapsamlı biçimi olarak felsefe, bir akıl yürütme faaliyetidir. Alper’e göre bu faaliyetin zemini ise hakikat olmalıdır. Ancak felsefî düşünüşün hakikat zemininde olduğunu anlamak nasıl mümkün olacaktır? Bu soruya cevaben mantıkî ve olgusal tutarlılık ile değer alanında olumlu sonuç verme ölçütlerine işaret eden Alper, böylelikle tam bir felsefe tanımı vermemekle beraber birtakım temel ilkelerin varlığına da değinmiş oldu. Bu meseleye dair yöneltilen sorular karşısında Alper, felsefeyi tanımlamanın tehlikeli bir iş olduğunu ancak bunun, felsefenin ne’liğine dair hiçbir şey söylememek şeklinde bir tavrı zorunlu kılmadığını belirtti.Felsefe yapılırken metaforik bir dil kullanımının da mümkün olduğuna dair yapılan bir katkı üzerine Alper, edebiyatın da bir felsefe dili olarak kullanılabileceğine, nitekim Platon’un diyaloglarının bunun en açık göstergesi olduğuna işaret etti. Bunun yanında Alper’in değindiği hususlardan biri de, dinin felsefî faaliyetin merkezinde yer alan bir mesele olduğu idi. Hemen her filozofun dolaylı ya da doğrudan dine dair düşünceler ortaya koyduğunu belirten Alper, dinin felsefî düşünceyi, felsefî kavramları zenginleştiren bir yönü olduğuna ilişkin örnekler vererek konuşmasını sonlandırdı.Gündemine felsefeyi alan herkesin, bu faaliyete dair bir farkındalık elde etmesi ve böylece bir anlamda da felsefe yapmaya başlaması, Alper’in söylediği gibi “felsefenin doğası” gereğidir. Felsefenin doğası üzerine düşünenlerin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de az olmasından hareketle, Ömer Mahir Alper’in çalışmasının dikkate değer bir deneme olduğu söylenebilir.