Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiye
San Diego Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ahmet Kuru, Türkçeye çevrilmekte olan doktora tezi üzerinden din politikaları uygulamalarının üç farklı örneği ABD, Fransa ve Türkiye’yi karşılaştırdı. Sunumuna, birçok konuda olduğu gibi, din-devlet ve din-toplum ilişkilerinde sürekli vurgulanan “Türkiye’nin biricikliği” ön kabulünü eleştirerek başlayan Kuru, şu iki kriter üzerinden dünya ülkelerinin din-devlet ilişkilerini sınıflandırdı: (i) Devletin resmî dininin olup olmaması; (ii) dinin hukuka egemen olup olmaması. Bu iki ilkenin geçerli olduğu 12 ülke, yalnızca birinci ilkenin geçerli olduğu 60 ülke var iken; her iki ilkenin de geçerli olmadığı laik ülkelerin sayısı ise yaklaşık 120. Dine karşı bir yapılanma içinde olan ülkelerin sayısı ise yalnızca 5.
İdeolojik saiklerle açıklanabilecek iki tip laiklik bulunduğunu savunan Kuru, dinin kamusal alandan dışlanmasını ve dini, vicdanî bir çerçeveye yerleştirmeyi içeren sosyal bir mühendislik projesi olan laiklik anlayışını “dışlayıcı (assertive) laiklik”; devletin kamusal alanda da bireysel bağlamda da dinî tercihlere müdahil olmadığı daha yumuşak laiklik anlayışını ise “pasif laiklik” olarak tanımladı. Ardından Kuru, “Her üç ülke de laik olmasına rağmen ABD’de dine yaklaşım neden yumuşak?” sorusu üzerinden bu ülkelerin laiklik anlayışlarını karşılaştırdı. Buna göre farklılığın temel sebebi, –güç mücadeleleri hâlen devam etse de– ABD’de pasif laiklik, Fransa ve Türkiye’de ise dışlayıcı laiklik anlayışının hâkim olması. Kuru bu farklılıkları açıklayabilecek alternatif yaklaşımlardan üçünü ele aldı:
- Modernleşme Teorisi: Ekonomik kalkınma refah seviyesinin yükselmesine yol açtığı, refah seviyesi de bireylere alternatif hayat tarzı sunduğundan, bireylere daha seküler bir anlayış hâkim olur. Ancak hem ülkelerin gelişmişlik seviyeleri ile laiklik uygulamaları arasındaki ters orantı hem de refah seviyesi açısından birbirine yakın ülkelerin laiklik uygulamalarının farklı olması bu teorinin yetersizliğini ortaya koyuyor.
- Medeniyet Yaklaşımı: Bernard Lewis ve Samuel Huntington’ın temsil ettiği bu yaklaşıma göre, dinlerin farklı tabiatlara sahip olması, laiklik uygulamalarının ana motoru. Hristiyanlık’ın özünde sekülerliği barındırması, İslâm’ın ise buna uygun olmaması, Batı ülkelerinin laikleşmesinin temel sebebi. Ancak bu yaklaşıma göre, her ikisi de Batı medeniyetinin birer parçası olan Amerikan ve Fransız laiklik biçimlerinin birbirine benzemesi gerekirken, hem teorik yaklaşım hem de uygulama açısından biri Batı diğeri İslâm medeniyetine ait olan Fransa ile Türkiye birbirine benziyor ve ABD bunlardan ayrılıyor.
- Rasyonel Seçim (Rational Choice): Bu yaklaşım, yönetici elitin politik tercihlerinin siyasî ve ekonomik açıdan kâr-zarar hesabına dayandığını savunur. Hâlbuki en bariz örnek olarak başörtüsü yasağı, bu uygulamayı savunan politik yöneticilerin ne siyasî ne de ekonomik bir kazanç elde etmediğini gösteriyor.
Alternatif yaklaşımları bu şekilde eleştiren Kuru, kendi açıklama biçimini ideolojik saikler üzerinden kurdu. Buna göre, aynı medeniyete mensup olmalarına rağmen ABD ile Fransa’nın laiklik yaklaşımlarının çok farklı, farklı medeniyetlere mensup olmalarına rağmen Türkiye ile Fransa’nın laiklik anlayışlarının benzer olmasının temel sebebi, bu ülkelerdeki yönetici elitin ideolojik tercihleri.
Pasif laiklik anlayışının geçerli olduğu ABD’de bireysel haklar vurgusu hâkim. Dinî sembollerin kamusal alana girişi noktasında farklı görüşler bulunsa da, bu tartışmaların temel ekseni dini dışlayıcı değil; uygulamanın diğer din ya da mezhep mensuplarını nasıl etkileyeceği yönünde. Fransa’da ise mücadele, radikal laikler ile pasif laikler arasında. Türkiye’deki mücadele de, laikler ile din savunucuları arasında değil, özellikle son 10 yıldır radikal laikler ile pasif laiklik savunucuları arasında cereyan ediyor.
Peki, bu farklı laiklik uygulamalarının kaynağı ne? Kuru’ya göre bu, tarihî mirasla açıklanabilir. Bu noktada en önemli kavram “devr-i sâbık” (old regime) kavramı. Bir ülkedeki tarihî şartlar şu dört kritere karşılık geldiğinde dışlayıcı laiklik ya da dinin tamamen dışlanması ortaya çıkar: (i) Meşrûtî monarşinin varlığı; (ii) hâkim bir dinin varlığı; (iii) bu monarşi ile dinin işbirliği içinde olması; (iv) bu işbirliğine karşı başarıya ulaşan cumhuriyetçi bir hareket. Bu bağlamda ABD’yi Fransa ve Türkiye’den farklı kılan tarihî şartlar, ilk üç aşamanın bu ülkede yaşanmamış olması. Ayrıca ABD’de pasif laikliğin benimsenmesinde kritik nokta, 1791 Anayasal Değişikliği’nde kabul edilen “devletin hiçbir dini veya mezhebi desteklemeyeceği ve hiçbir din ya da mezhebin yok sayılamayacağı” ilkesi. Diğer iki ülkeye gelince, Fransa’da 1875-1905 yılları arasında cumhuriyetçi-monarşi çekişmesi, Türkiye’de ise 1949’a kadar laiklik-din çatışması yaşandı.
Bu üç ülke halkının din konusundaki tercihlerine ilişkin istatistiklere bakıldığında, en dindar ülke Türkiye, ikincisi ABD, üçüncüsü Fransa. Kuru’ya göre, ABD’nin pasif laiklik anlayışı, halkının dindarlığı ile bir soruna yol açmıyor; Fransa’da dindarlık oranının düşüklüğü, dışlayıcı laikliği büyük bir sorun olmaktan çıkarıyor. Ancak bu durum, hem halkının büyük bir kesimi dindar hem de dışlayıcı laiklik anlayışının hâkim olduğu Türkiye açısından büyük bir paradoksa yol açıyor. Bu sorunun aşılması için de ya Türk halkının büyük bir kısmı sekülerleşmek ya da Türkiye’deki laiklik anlayışı yumuşamak durumunda.
Bu tespit ile sunumunu tamamlayan Kuru, bir soruya verdiği cevapta, kitabının en çok Türkiye’yi ilgilendirmesine rağmen en az tepkiyi Türkiye’den aldığını ve bu tepkilerin de maalesef ön yargılara dayanan çok sathî değerlendirmeler olduğunu ifade etti.