Siyasal Şiddet, Korku ve Acı: Türkiye’de Kürtlüğün İnşası
Ramazan Aras, Western Ontario Üniversitesi’nde tamamladığı “Political Violence, Fear and Pain: The Formation of Kurdishness in Turkey” başlıklı doktora tezinde, siyasal şiddet, korku ve acının Kürt toplumu tarafından nasıl tecrübe edildiğini incelemektedir. Tez, bu üç olgunun sadece bireysel tecrübeler olmadığını, şiddet, acı ve korku hikâyelerinin nesilden nesile aktarılması ile toplumsal hafızanın şekillenip bireysellikten kolektifliğe geçildiğini, bu durumun da Kürtlük bilincini ortaya çıkardığını savunmaktadır.Çalışmaya kaynaklık eden hayat hikâyeleri Aras’ın memleketi olan Mardin Dargeçit’ten başlayarak, Batman, İstanbul, Fransa ve Almanya’ya kadar uzanmaktadır. Burada, “çok alanlı araştırma tekniği” kullanılarak yaşanmışlıkların, Kürt bölgesinde yaşayanlar üzerindeki etkileri kadar, farklı merkezlerde, kadınlık ve erkeklik bağlamında farklı insanlar, farklı yaş grupları ve ideolojik görüşlere sahip kişiler üzerindeki etkileri mercek altına alınmaktadır. Tezin kurgusu aşamasında ise Kürt olarak küçük yaşlarda kendi deneyimlediği şiddet hikâyesinden yola çıktığını belirten Aras, meselenin Kürtlüğün ve Türklüğün ötesinde bir şiddet sorunu olduğunu tespit ederek, ulus-devletlerin hâkim olduğu modern dönemde şiddetin nasıl algılandığı, devlet şiddetinin nasıl ortaya çıktığını sorgular.Aras, şiddetin farklı versiyonları bulunduğunu, devlet tarafından uygulanan şiddetin yanısıra, PKK’nın ya da korucuların uyguladığı şiddetin de bölge halkı üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu kabul etmekle beraber hâlen çatışmanın devam ettiği bir bölgede alan çalışması yapmanın riskleri ve uygulanan şiddet formlarının farklı yapılara sahip olması nedeniyle doktora tezinde sadece devlet tarafından uygulanan şiddete yer vermektedir. Tezin ana çerçevesi içerisinde, öncelikle devletin korkuyu kullanma biçimleri ve Kürtlerin devlet şiddetini nasıl algıladığı ortaya koyuluyor. Ardından, acının hem erkeklik bağlamında hem de kadınlık bağlamında Kürtler tarafından nasıl tecrübe edildiği meselesine hayat hikâyeleri, şarkılar ve ağıtlar üzerinden cevap aranıyor. Sonraki aşamada ise, tecrübe edilen yaşanmışlıkların Kürtler tarafından hangi kanallarla ifade edildiği meselesi üzerinde duruluyor.Tezde ifade edilen önemli bir husus; devletin, ilk aşamada, uygulayacağı şiddeti meşrulaştırmak için kendini “korkan” olarak sunması. İkinci aşamada ise devlet, kendisini “korkutan” bir özne olarak kurup, öldürme, aşağılama, gözaltında kayıp, işkence, derin ve hayalet devlet, gözlemleme, sürekli kontrol altında tutma, ajanlaştırma ve fişleme stratejilerini kullanıyor. Aras’a göre devlet, 1923 öncesi varolan uzlaşma dönemi sonrası, II. Meclis sürecinde Kürtleri kontrol etmek ve asimile etmek için “bölünme korkusu”nu bilinçli olarak oluşturmuştur.Bununla birlikte çalışmada, devletin uyguladığı şiddet ve terör travmasının Kürtlerin toplumsal hafızasını şekillendirmesine, sadece bu dönemde değil meselenin tarihsel arka planında da sıkça rastlanıldığına dikkat çekiliyor. Otuz sene boyunca yaşanan şiddet olaylarının hukuk zemininde karşılık bulamaması, şiddete maruz kalanların, suçluların bedel ödediklerini görememeleri, yaşadıkları acı hikâyelerini anlatacak muhatap bulamamaları travmaların derinleşmesine neden olmaktadır. Aras’ın ifadesine göre, travma üzerine çalışan antropologların önemli tezi, paylaşılamadıkça travmanın derinleşerek kuşaktan kuşağa aktarıldığı, bunun sonucunda ortaya intikam duygusunun çıktığı, nefret ve ötekileştirilmiş olma duygusunun bunlara eşlik ettiğidir. Kürt meselesinin belli aralıklarla tekrar tekrar gündeme gelmesinin en temel nedenlerinden biri de budur. Bu zamana kadar zulmedenlerin cezalandırılmamaları ötekileştirilme sürecini katlayan bir etmen olmuştur. Dolayısıyla, meselenin çözümü için Türkler, Kürtler ve devleti yöneten mekanizmalar yüzleşmeye açık olmalıdır.