Zeydîlik Atöyesi

Paylaş:

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin (MAM) 15 Mayıs 2010’da gerçekleştirdiği Zeydîlik Atölyesi, MAM koordinatörü Yrd. Doç. Dr. Sami Erdem’in ve atölye koordinatörü Dr. Eyyüp Said Kaya’nın açılış konuşmalarıyla başladı. Bir yıldır Dr. Kaya’nın koordinatörlüğünde Medeniyet Araştırmaları Merkezi bünyesinde sürdürülen “Modernizm Öncesi Islah Hareketleri” atölyesi, modern dönem öncesinde ortaya çıkan, İslâm medeniyetinin ana damarını oluşturan ilmî geleneğe esaslı tenkitler getiren ve modern İslâm düşüncesinin başlıca atıf kaynağı haline gelen “tecdid hareketleri”ni incelemek amacıyla yola çıkmış ve bu bağlamda ilk olarak Şevkânî’yi gündemine almıştır. Şevkânî’nin ve görüşlerinin daha iyi anlaşılabilmesi; kimlerle ne için, nasıl ve ne gibi şartlarda mücadele ettiğinin belirginlik kazanabilmesi için, müellifin yaşadığı coğrafya olan Yemen’in ve Yemen’deki hâkim mezhep konumundaki Zeydîliğin daha yakından tanınması ihtiyacı hâsıl olmuştur. Bu amaçla Türkiye’de Zeydîlik konusundaki birikimden istifade etmek için düzenlenen atölyenin dört oturumunda toplam sekiz tebliğ sunuldu.Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara başkanlığındaki ilk oturumda Eren Gündüz ve Hasan Yaşaroğlu tebliğlerini sundular. Gündüz, “Zeyd b. Ali ve İslâm İlim-leri Tarihindeki Yeri” başlıklı tebliğinde ilk olarak Zeyd b. Ali’nin (öl. 122/740) hayatından ve siyasî görüşlerinden bahsetti. Ehl-i Sünnet ve Şia nezdinde muteber bir isim olan Zeyd b. Ali’ye göre, imamet için ayaklanma (hurûc) şarttır. Hz. Peygamber halife olarak yerine Hz. Ali’yi bırakmıştır; ancak fitneyi teskin etmek için hilafet Hz. Ebu Bekir’e ve Hz. Ömer’e verilmiştir ve bu iki halifenin hilafetleri sahihtir. İmamet için Alevî-Fâtımî olmaya gerek yoktur. Gündüz, Zeyd b. Ali’nin siyasî görüşlerini bu cümlelerle aktardıktan sonra ona nispet edilen el-Mecmû‘u’l-fıkhî adlı eserin karakteristiklerini anlattı. Buna göre mezkûr eser, fıkıh ve hadis alanındaki ilk tedvin olduğunun iddia edilmesi, Zeydîlerde Kur’an’dan sonra en önemli kaynak kabul edilmesi, Sünnî literatüre yer vermediği halde Sünnî ve Şiî fıkhıyla uyumlu rivayetlerin yer alması, ravilerinin Sünnî muhaddislerce güvenilir kabul edilmemesi, tasnifinin ilk dönem kitaplarıyla uyumlu olması ve senette Ehl-i Beyt dışında kimsenin bulunmaması gibi özellikleriyle dikkat çekmektedir.İlk oturumun ikinci konuşmacısı Yaşaroğlu, “Taberistan Zeydîliği” başlıklı tebliğinde, Zeydîliğin ilk olarak Abbasilere karşı yürütülen isyanlar sonucunda takibattan kaçarak Taberistan’a gelen Hasan b. Zeyd tarafından h. 250 yılında kurulduğunu ve bunun tarihteki ilk Ehl-i Beyt devleti olduğunu belirtti. Devletin kuruluşundan yirmi yıl kadar sonra Hasan b. Zeyd vefat edince yerine kardeşi Muham-
med imam olmuştur. Ancak onun zamanında, h. 287 yılında Taberistan, Sâmânîler’in eline geçmiş ve devlet inkıtaya uğramıştır. H. 301 yılında Taberistan’ı tekrar ele geçiren Zeydîler ikinci kez aynı bölgede devlet kurmuşlardır. Bu şekilde sürekli bir mücadele ve savaş halinde bulunan Zeydîlerin h. 316 yılında Taberistan’daki hâkimiyetleri tamamen sona ermiş ve Deyleman’a göç etmişlerdir. 10. yüzyıla kadar bu bölgede yaşamayı başarmışlarsa da, Safevîler’in etkisiyle ortadan kalkmış ve İmamiyye’nin İsnaaşeriyye fırkasına dönüşmüşlerdir.Dr. Ali Hakan Çavuşoğlu’nun başkanlığında gerçekleştirilen ikinci oturumun ilk tebliğcisi Yusuf Gökalp “Zeydîliğin Yemen’de Yayılışı ve Kurumsallaşması” başlıklı bir sunum yaptı. Gökalp, İmam Yahya’nın bölge kabilelerinden birinin daveti üzerine Yemen’e gittiğini ve o bölgedeki Zeydîleri bir araya toplayarak Yemen Zeydî devletini kurduğunu ifade etti. Kuruluşunda bir imamın etkili olması, Zeydîlerden bahsedilirken aynı zamanda imamlardan da bahsedilmesini sağlamış ve İmam Yahya ile birlikte Zeydiyye’nin mezhep esasları arasına “imamet” de dâhil edilmiştir. Bu dönemlerde Yemen’deki Karmatiler ile yoğun mücadele eden Zeydîler daha sonraları bilhassa Sa‘da merkezi ile civarına yerleşmiş ve buradaki hâkim kültür olmuşlardır. İmam Yahya’dan sonra Kasım b. Ali, Yemen’deki Zeydî iktidarını yeniden sağlamlaştırmıştır. Bu dönemlerde, ilim adamlarının yoğun olarak yaşadığı dâru’l-hicreler kurulmuş, Taberistan ve Hicaz Zeydîleri de gruplar halinde Yemen’e gelmeye başlamışlardır. Zeydîliğin, mezhepler tarihi geleneğinde Şiî bir fırka olarak anıldığını söyleyen Gökalp, Zeydî isyanların esas itibarıyla iktidara karşı olduğunu ve Zeydîlerin diğer mezheplere karşı genelde ılımlı ve uzlaşmacı bir tavır benimsediğini belirtti. Gökalp’e göre Zeydîlik, politik, karizmatik ve liderci din anlayışının temsilcisi olarak dikkat çekmektedir.“Zeydî Tefsirinin Karakteristikleri” başlıklı bir tebliğ sunan Mehmet Ünal ise, Kasım er-Ressî ile birlikte Zeydiyye arasında Mutezililiğin öne çıktığını, bu anlayışın tefsire de yansıdığını belirtti. Zeydîlerin kendilerine has kâmil bir tefsir eseri bulunmamaktadır; zira Zeydî müfessirler Zemahşeri’nin el-Keşşaf adlı tefsirine itibar etmişler ve onu yeterli görmüşlerdir. Ünal’a göre, bunda, Zemahşeri’nin hocası Hâkim el-Cüşemî’nin Zeydî bir müfessir olmasının etkisi olabilir. Mutezilî itikadla çerçevelenen Zeydî tefsir anlayışı, Ehl-i Beyt merkezli bir indirgemeciliğe sahiptir. Zeydîlere göre, rahmet ve övgü içeren âyetlerin neredeyse tamamına yakını Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur. Yine Mutezilî itikadın bir sonucu olarak usul-i hamse ile bağdaşmayan tüm âyetler tevil edilmiştir.Prof. Dr. Bilal Aybakan başkanlığında gerçekleştirilen üçüncü oturumda ise Zeydiyye’nin kelâm anlayışı üzerinde duruldu. “Zeydiyye-Mutezile etkileşimi ve Kasım er-Ressî” başlıklı bir tebliğ sunan Mehmet Ümit, Zeydiyye ve İmamiyye’nin imamet anlayışlarını mukayese ederek konuşmasına başladı. Zeydîlerde imamların masum kabul edilmediğini, bilgilerinin vehbî değil kesbî olduğunu ve sayılarının 12 ile sınırlandırılmadığını belirtti. Daha sonra Zeyd b. Ali ile Vâsıl b. Atâ ilişkisine değinerek, Zeyd b. Ali’nin Vâsıl b. Atâ’nın öğrencisi olduğu görüşünün ilk defa Şehristânî tarafından gündeme getirildiğini, ancak çağdaş araştırmacılardan Ebû Zehra gibi âlimlerce bunun kabul edilmediğini ifade etti. Ebû Zehra’ya göre, iki âlimin arasındaki ilişki hoca-öğrenci münasebeti şeklinde değil de birlikte müzakere şeklindedir. Zeyd b. Ali zamanında usul-i hamseden biri olan “el-menzile beyne’l-menzileteyn” ilkesi kabul edilmemişken sonraki dönemlerde bu ilke de benimsenmiştir. Fakat yine de bu ilkenin sadece büyük günah işleyenler hakkında geçerli olduğu ve Hz. Ali ile savaşanlar için söylenemeyeceği görüşündedirler. İlk Zeydîler daha çok Cebriyye’ye yakınken, Kasım er-Ressî ile birlikte Mutezilî tavır etkisini güçlü bir şekilde hissettirmiştir.İkinci konuşmacı Resul Öztürk ise, “Kasım er-Ressî’nin Sistematik Kelama İlişkin Görüşleri” hakkında bir tebliğ sundu. Zeydî kelâmını ilk sistematize eden kişi olarak nitelenen Kasım er-Ressî’nin tam anlamıyla bir kelâm âlimi olduğunu ve imamet hususları dışında Mutezilî anlayışı bir bütün olarak benimsediğini ifade eden Öztürk, Ressî’nin metod olarak aklı ve Kur’an’ı esas aldığını ve kelâm sistematiğini tevhid ile imamet üzerine şekillendirdiğini belirtti. Ressî’ye göre Allah’ın sıfatları zatının aynıdır; Kur’an mahlûktur; ru’yet mümkün değildir; istitaat fiilden öncedir; amel imandan bir cüzdür.Yrd. Doç. Dr. Sami Erdem’in başkanlık ettiği son oturumda ise, Kadir Demirci “Zeydiyye’nin Hadis Anlayışı” başlıklı sunumunda Zeydîlerin müstakil bir hadis usûlü literatürünün bulunmadığını, bu alanın fıkıh usûlü içinde devam ettiğini belirtti. Demirci’ye göre bunda, Zeydîlerin isnad tenkidine çok fazla önem vermemelerinin, metin tenkidini isnad tenkidine öncelemelerinin ve Ehl-i Beyt ravilerinin rivayetlerine itimad etmelerinin etkisi olmuş olabilir. İlk dönem Zeydîlerinde hadisin sahih kabul edilmesindeki temel ilke hadisin Kur’an’a arzıdır. Ancak sonraki dönemlerde bu anlayışta bazı kırılmalar yaşanmış ve bunun dışında bir takım başka kriterler de göz önüne alınmıştır. Ahmed b. İsa’nın fıkıh bablarına göre tasnif ettiği el-Emâlî adlı eseri Zeydiyye’nin temel hadis kitabı olma özelliğini taşımakta ve mezhebin Sahîh-i Buhârî’si olarak anılmaktadır. Eserde hadislerin Ehl-i Beyt ravilerinden oluşan isnadları zikredilmiştir. Daha sonra, başka bir Zeydî âlim el-Emâlî’de yer alan hadisleri tahric ederek Sünnî hadis literatüründeki kaynaklarını göstermiş ve sonuçta el-Emâlî’de yer alan hadislerin tamamına yakınının Sünnî literatürde de yer aldığı ortaya çıkmıştır.İkinci konuşmacı Fatih Yücel ise, “Zeydî Usûlünde Kaynak Anlayışı” başlıklı sunumda, hicrî 2, 3 ve 5. asırlarda Zeydîliğin kaynak anlayışında kırılmalar yaşandığını belirtti. “Kurucu Devir” olarak nitelenen İmam Zeyd b. Ali döneminde (h. 2. asır) kitap, sünnet, icma ve kıyas şeklinde sade bir yapı arzeden kaynaklar, h. 3. asra tekabül eden “kelâm tesirindeki dönem”de akıl, kitap, sünnet, icma ve kıyas şeklinde değişmiştir. “Klasik tasnif dönemi” olarak nitelenen ve ağırlıklı olarak mütekellimîn yönteminin usûl-i fıkh tasnifinin benimsendiği h. 5. asırda Zeydî usulcülerin kaynak anlayışı genişleyerek ıstıshâb ve istihsân gibi metodlar da kaynaklar arasına dâhil edilmiş ve bu dönemle birlikte büyük oranda İbnü’l-Hâcib’in el-Muhtasar’ının sistematiği benimsenmiştir. Son devir olan “çağdaş dönem”de ise ilmî bir canlılık zuhur etmiş, akıl yeniden kaynaklar arasına girmiş ve “hadislerin Kur’an’a ve akla arzı” gibi yöntemler öne çıkmıştır. Yücel, Zeydî usûlünün Sünnî usûlden ayrıldığı iki temel nokta olarak Ehl-i Beyt icmaının da kaynaklar arasında yer almasını ve Hz. Ali’nin ictihadlarının âhad haber seviyesinde kabul edilmesini zikrederek tebliğini sonlandırdı.Atölye’nin sonunda bir değerlendirme oturumu yapılarak, Dr. Eyyüp Said Kaya’nın sorduğu “Zeydîlik üzerine çalışan kurumlardan hangileri dikkate alınmalı?”, “Türkiye’de Zeydiyye kütüphanesini zenginleştirmek için neler yapılmalı?”, “Ortak-ferdi akademik metinler olarak nasıl adımlar atılmalı?” gibi sorular tebliğcilerin ve katılımcıların görüş, öneri ve değerlendirmelerine açıldı.Ayrıca bu oturumda Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara tarafından günümüz Zeydîleri hakkında kısa bir değerlendirme yapıldı ve Yemen’de yaşanan olaylar çerçevesinde Zeydîlerin karşılaştıkları zorluklar anlatıldı. Bugün bölgede, yakın zamanlarda vefat eden Bedrettin el-Hûsî’nin başlattığı ve “Hûsî hareketi” olarak adlandırılan bir mücadele varlığını sürdürmektedir. Hûsî’nin Zeydî imameti tekrar tesis etmek istediğine dair iddiaların bulunduğunu belirten Büyükkara, açıkça böyle bir daveti olmadığı için gerçekten tam olarak neyi düşündüğü ve ne yapmak istediğinin bilinemediğini ifade etti. Neticede 150 bin kişi bölgeyi terk etmek zorunda kalmış, pek çok Müslüman ölmüş ve iç savaş kanlı bitmiştir. Hâlihazırda Suudîlerin ve hükümetin belirli şartlarla anlaşmış olduklarını belirten Büyükkara, bu anlaşmanın ne kadar süreceğinin bilinemeyeceğini ve hızlı bir şekilde arabulucuların devreye girerek kalıcı bir barışın oluşturulması gerektiğini zikrederek değerlendirme oturumunu sonlandırdı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir