Bursa: Şehir, Mimari ve İhya

Paylaş:

Bursa, Osmanlı’nın ilk payitahtı… Osman’ın rüyası, Orhan’ın vuslatı… Keçecizâde Fuad Paşa’nın tanımlamasıyla “Osmanlı’nın dibacesi”… Bugünkü Bursa ne Osman’ın ne de Orhan’ın Bursa’sı şüphesiz. Ancak biz Osman’ın ve Orhan’ın Bursa’sını zamana meydan okuyarak ayakta kalabilen eserlerinden tanıyoruz. Peki ya, Osman veya Orhan bugün Bursa’ya gelse kendi eserlerini tanıyabilir miydi? Türkiye Araştırmaları Merkezi Yerel Tarihçilerle Buluşuyoruz adlı toplantı dizisinde Bursa’nın tarihî mirasını değerlendirdi. Yapılar üzerinden şehirlerin teşekkülünün ve devir devir geçirdikleri değişimlerin ele alındığı toplantıda Bursa tarihine birbirinden değerli çalışmalarıyla hizmet eden restoratör ve yazar Safiyüddin Erhan misafir edildi. Bursa’da vakıf, dergah, türbe, mescit ve hazire gibi pek çok tarihî mirasın restitüsyon projelerinin hazırlanması ile ilgili çalışmalar yürütenErhan, Bursa’da halen ayakta olan Numaniye Dergahı’nın son temsilcisi aynı zamanda.

Vücuda getirilmiş bir mimari eserin yaratıcının kudreti olarak görülmesinin önemine dikkat çekerek sözlerine başlayan Erhan, Karagöz izlerken çocukların şekilden ses geliyor sanması, erbabının ise perde arkasındaki sahibi görmesi gibi, binaların vücuda gelişini Cenab-ı Hakk’ın o gönüllere verdiği kıymetler ve değerler olarak niteler. Ona göre, İstanbul dışında her şey çok daha evvel sükut etmiştir. Bu minvalde Bursa, tarihî mirasına sahip çıkan birkaç şehirden biridir. II. Murad’a kadar padişahların selâtin külliyeleri ile zenginleşen Bursa’da, bu devirden sonra selâtin eser görülmemesi Bursa’nın kuruluş dönemi mimarisine ait bir laboratuar niteliğini kazanmasını beraberinde getirir. Bu, Bursa’yı diğerlerinden ayıran en temel özelliktir.

Erhan’ın üzerinde durduğu bir başka husus, hâlâ üzerinde yaşadığımız medeniyetimizin vücuda getirdiği bu kıymetlerin korunmasıdır. Zira, bu eserlerin korunması en az onların varlığı kadar önemlidir. Bu bağlamda, eserlerin korunması adına günümüzde yapılan tahribatlara; bilhassa Bursa’nın tarihî yapılarındaki tahribata değinen Erhan, kültürümüzde bu eserleri yaşatan vakıf müesseselerinin geçmişte bir şeyin büyük ölçüde değişmeden muhafaza edilmesinde, dolayısıyla bir yerin tarihinde tahrifat yapılmamasında mühim bir rol oynadığı görüşündedir. Günümüzde ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bir eserin vakıf gelirlerinin o yerin tamirine harcanması yönündeki uygulaması, önceleri kendi kaderine terk edilen birçok tarihî eserin yanlış usullerle tamir edilmesine yol açmaktadır. Bu noktada, vakıf gelirlerinin doğru yönde kullanılmasının gerekliliği açıktır. Zira müdahale gerektirmeyen bir eser üzerinde keyfi olarak değişiklik yapmak bir tür cinayettir. Bu, eseri bizden sonra gelen nesillerin tanıyamayacağı bir hale sokar. Bunu önlemenin yolu ise, öncelikle bizim eserlerimizi tanımamızdan geçer. Ancak bu şekilde tarihî miras gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılabilir.

Peki, bu noktada tahrifatı nasıl tespit edebiliriz? Dia gösterisi eşliğinde 1980 ve sonrasına ait fotoğraflarla somut örnekler üzerinden konuşmasına devam eden Erhan’a göre, bunun için bir şehrin uzun seneler sonra aynı açıdan ikinci bir fotoğrafı alınarak iki fotoğraf arasındaki fark gözlemlenebilir. Eğer fark az ise o şehrin korunduğuna hükmedebiliriz. Konuya Bursa özelinde bakıldığında bugün artık kareye büyük apartmanların girmediği bir fotoğraf almak neredeyse mümkün değildir. Diğer taraftan, sözkonusu eserlerin bugünkü durumlarına göz atıldığında Bursa’nın kendi mimarisinin korunduğu bir kareyi bulmak da oldukça güçtür. Zira Bursa’daki pek çok eser, tamir görürken tahrif edilmiştir. Mesela, Bursa mimarisinin mühim örneklerinden olan Ulu Cami, Yıldırım Külliyesi, Yeşil Cami, Muradiye Cami gibi eserler yapılan tamirlerde mimari inceliklerini ve zevkini yitirmiştir. Bir başka ilginç örnek, Hisar içerisinde yer alan bir caminin tamir edilmek suretiyle üslubunun değiştirilmesi üzerine ilk devir eseri olmaktan çıkarılmasıdır. Son devre kadar bir müddet harap kalan cami, Yunan harbinden önce halk yardımıyla yeniden yapılmıştır. Son devirde çalışma sahası ve üslup, mimari zevk açısından Rum ve Ermenilerin elinde bulunduğu için bu caminin tamiratında politik bir tavır da dikkat çekmektedir. Bu suretle sözkonusu caminin üslubunda ciddi bir dönüşüm gerçekleşmiş ve Orhangazi’ye ait bir cami, ona addedilmeyecek derecede tahrif edilmiştir. Burada kayda değer husus yapılan işçiliğin güzelliği mühim olmakla birlikte üslupta bir aidiyet problemi bulunmamalıdır. Özetle, Erhan’a göre üslubu göz ardı eden bir mimari, mimari değildir. Bugün, Bursa’da Bursa yoktur. Bu eserlerin tahribine seyirci kalınmaması kadar bu hassasiyetin tek tek kişilerin heyecanı olarak kalmaması da önemlidir. 

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir