21. Yüzyılda Hedefli Yaptırımlar: Meydan Okumalar ve Fırsatlar (Targeted Sanctions in the 21st Century: Challenges and Opportunities)
Nisan ayında gerçekleştirdiğimiz “Kitap-Makale Sunumları”nda Prag Metropolitan Üniversitesi öğretim üyesi Francesco Giumelli, Soğuk Savaş sonrası dönemden günümüze hedefli yaptırımların teorik ve pratik boyutlarını tartıştı. Giumelli’nin 2011 yılında yayınlanan Coercing, Constraining and Signalling: Explaining UN and EU Sanctions after the Cold War (ECPR Press) başlıklı kitabında ele aldığı konuyu daha çok pratik örneklerle açıklamaya çalıştığı sunumunun ana teması, 1990’lı yıllardan sonra yaptırımlardaki hedefin daha net ve belirli hale getirilerek etkisinin artırılmış olmasıydı.
Giumelli’ye göre yaptırımlar uluslararası hukuk ve siyaset ile ilgili bir konu olduğu için uluslararası sistemin değişen yapısı ile beraber yaptırımların tanımı, uygulanması ve etkisi de değişikliğe uğruyor. Bundan yirmi yıl önce yaptırımlar konusunu ele alırken daha fazla güç kullanımı ve Soğuk Savaş’ın getirdiği siyasî kutuplaşmanın ideolojik etkilerini de konuşmaktaydık. Ancak bugün yirmi yıl öncesinden daha farklı ve karmaşık olayların etkilediği bir uluslararası sistem var. Uluslararası krizler de böyle bir ortamda şekilleniyor. Krizlerin niteliği değiştikçe uygulanan yaptırımların boyutu, niteliği ve formu da değişiyor.
Yaptırımların özellikle verimliliği ve faydası sıkça tartışma konusu oluyor, eleştiriliyor. Giumelli eleştirileri makul karşılıyor; ancak yaptırımların yerine uygulanabilecek başka herhangi bir yöntemin hem daha maliyetli hem de insanî açıdan daha problemli olacağı kanısında. Bu nedenle yaptırımları destekliyor; ancak amacı ve hedefleri net yaptırımların geliştirilmesi gerektiğini savunuyor.
Giumelli’ye göre her siyasî ve iktisadî davranış gibi yaptırımların da belirli amaçları bulunuyor; örneğin demokrasinin teşviki, kriz yönetimi, terörizmle savaş veya nükleer silahlanmanın önlenmesi amacıyla yaptırımlar yürürlüğe konabilir. Yaptırımların bir özelliği esnekliğidir; ulaşılmak istenen hedefe uygun olarak farklı zaman ve mekânda farklı yöntem ve araçlarla uygulanabilir. Karşı taraftaki aktörün davranışını değiştirmeye dönük en az maliyetli yöntem de yine yaptırımlardır. Örneğin ABD’nin Irak’ta güç kullanması ile daha önce bu ülkeye uygulanan ambargoların maliyeti kıyaslandığında yaptırımların güç kullanımına göre çok daha az maliyetli bir yöntem olduğu görülür.
1990’lı yıllarda yaptırımlar konusunda bir zihniyet dönüşümü yaşandığını belirten Giumelli’ye göre bunun en önemli göstergesi kapsamlı yaptırımlardır (Irak, Haiti, Yugoslavya ve Ruanda’ya yönelik BM yaptırımları gibi). Kapsamlı yaptırımlara getirilen en önemli eleştirilerden biri, hedef alınan aktörden ziyade sivil halka büyük zarar vermesidir; tıpkı Irak ve Ruanda’ya yönelik gıda yaptırımlarında olduğu gibi. Giumelli’nin tanımladığı hedefi belirli yaptırımlar da işte bunun fark edilmesinden sonra gündeme geldi; yaptırımların türleri ve uygulama ağırlığı çeşitlenirken sorunlu tarafı cezalandırmaya yönelik yaptırımlara ağırlık verildi. Yaptırımların ancak devletlere uygulanabileceği varsayımından hareket eden bütüncül bakış açısı yerine bireysel sorumluluklara odaklanan yeni bir bakış açısı ortaya çıktı. Artık devlet dışı aktörlere de yaptırımlar uygulanıyor. Ancak burada da birtakım sorunlar sözkonusu. Örneğin bireysel yaptırımlarda da otoriteyi elinde bulunduran grup, yaptırımla ortaya çıkan faturayı sivil halka ya da farklı gruplara yayarak maliyeti düşürme stratejisi uyguluyor.
Giumelli’ye göre uygulama ve sonuçlardaki bu farklılıkların veya istenmeyen durumların önlenmesi için yaptırımları belirli bir analitik çerçeveye oturtmak gerekir. Bunların başında da mevcut yaptırımları çeşitlendirmek ve içeriklerini daha yoğun bir şekilde doldurmak geliyor. Farklı yaptırım formlarından özellikle dört tanesi üzerinde duran Giumelli’ye göre silah ambargoları, ekonomik boykot, finansal sınırlamalar ve seyahat yasağı günümüzde sıkılıkla başvurulan yaptırımlar arasında yer alıyor.
BM ve AB’nin uygulamalarından örnekler veren Giumelli, yaptırımların gelecekte bazı fırsatlar ve meydan okumalarla yüzleşeceğini dile getirdi. Bu anlamda Giumelli’ye göre yaptırımların daha da esnekleşmesi, farklı kriz durumlarına uygulanabilir olması, daha az maliyetli olması ve özellikle değişen formları ile daha da etkili hale gelmesi önemli fırsatlar arasında sıralanabilir. Diğer yandan uygulama alanındaki sorunlar, devletlerin kapasiteleri, yasal engeller ve mahkemelerde açılan davalar, bazılarının çok hafif etkide bulunması gibi çeşitli meydan okumalar yaptırımların önündeki en büyük engeller olarak sayılabilir.
Sonuç olarak, yaptırımların başarılı sayılmasının kriterleri 1990’larla birlikte değişime uğradı. Eskiden bir yaptırımın başarılı sayılması için aktörün davranışlarının değişmesi veya hedeflenen siyasî amacın gerçekleşmesi gerekli görülüyordu. Ancak bugün yaptırımların hedefi net ve belirli alanlara odaklı olması ve kademeli bir değişimin yaşanması başarı sayılıyor. Bu sebeple baskı ve zorlama (coercing) ile bir davranış değişimi arzulanırken aynı zamanda sınırlama (constraining) yöntemi ile belirli davranışların önüne geçilebilir. Yaptırımların üçüncü yöntemi olarak da hedefe mesaj göndermek (signalling) bir bakıma ulaşılmak istenen amaca bir adım daha yaklaşılmasını sağlayabilir. Bu üçlü yaptırım mantığının bugün uygulanan yaptırımlarda da görülebileceğini iddia eden Giumelli, yaptırımların her halükârda bir müdahale yöntemi olarak diplomasi, ekonomik teşvik ve güç kullanımından farklı ama onlarla beraber karşılıklı bir fayda üretebileceğini vurguladı.