Hezarfen Hüseyin’in Tarihinde Yeni Bir Roma, Bizans ve İstanbul Algısı
Boğaziçi Üniversitesi’nde Cumhur Bekar tarafından 2011 yılında tamamlanan “A New Perception of Rome, Byzantine and Constantinople in Hezarfen Hüseyin’s Universal History” başlıklı master tezi, Osmanlı tarihçilerinin Roma ve Bizans tarihine bakışlarını ve bu konu üzerinden Osmanlı dönemi tarihçilerinin gözündeki farklı İstanbul perspektiflerini incelemektedir. Bir dünya imparatorluğu kuran Osmanlı’nın kendisinden önceki benzerlerine (Roma ve Bizans) bakışını yansıtan tez Osmanlı tarihçiliğinin genel şemasını da çizerek Hezarfen Hüseyin’in tarihçilikteki yeri ve öneminden bahsetmekte, Osmanlı evrensel tarih yazımı ve sorunlarına odaklanmaktadır. Bu noktada Bekar, Gelibolulu Mustafa Âli gibi pek çok Osmanlı evrensel tarih yazarı hakkında yeterli çalışmaların bulunmadığına dikkat çekiyor. Bekar’a göre, bunun en temel sebebi, Türkiye’de Osmanlı tarihçileri üzerine yapılan araştırmalar, bu tarihçilerin kendi yaşadıkları zaman ve mekânla ilgili eserlerini dikkate alıp diğer coğrafya ve farklı zamanları anlatan eserlerini ise göz ardı etmeleridir. Bekar’ı tez konusu olarak Hezarfen Hüseyin Efendi’yi seçmeye iten temel saik de budur. Aynı zamanda Hezarfen, Osmanlı tarihçiliğinde Yunan ve Latin kaynaklarını kullanan ilk tarihçidir.
Çerçevesi Hezarfen Hüseyin Efendi’nin, Tenkihu’t-tevarihi’l-mülukadlı eserinin Roma ve Bizans tarihiyle ilgili bölümlerinden hareketle oluşturulan tez üç kısımdan oluşur. Birinci kısım Hezarfen’in yaşadığı ortam ve bu bağlamda 17. yüzyıl Osmanlı entelektüel camiasının genel görünüşü, ikinci kısım Hezarfen’in eserinde Roma ve Bizans tarihine ilişkin yazdıklarını tahlil etmektedir. Son bölüm ise Fenerlilerin Roma ve Bizans tarihi araştırmalarındaki yerini ortaya koymaktadır.
Tezinin ilk bölümünde Hezarfen’in yaşadığı dönemi tasvir edebilmek için 17. yüzyıl Osmanlı entelektüel ortamına değinen Bekar burada, Osmanlı’da ortaya çıkan yeni entelektüel tipi üzerinde durmaktadır. Bekar’a göre, XVII. yüzyılın bilimadamları, kendisinden öncekilere göre daha evrensel bakış açısına sahiptirler. Eserlerinde Osmanlı coğrafyasını aşarak tüm dünya kültür, tarih ve coğrafyasına yer vermektedirler. Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi gibi âlimlerden mülhem Çelebiler çağı olarak da adlandırılan bu dönemin ilim adamlarının en ayırıcı vasfı, pek çok ismin medreseden değil bürokrasiden gelmesidir. Köprülüler döneminde ilmiye alanında yapılan yenilikler ve önemli çalışmalar (örn. özel kütüphanelerin kurulması ve Batı eserlerinden yapılan çeviriler) gerek devlet sisteminde gerek imparatorluğun diğer unsurlarında yaşanan sıkıntılara yeni çözümler arayan ve Avrupa ile ilişkilerin artmasıyla ilgi alanları genişleyen bu entelektüel kitleye büyük katkılar sağlamıştır.
XVII. yüzyılın yeni entelektüel ortamında yetişen Hezarfen’in hayatına dair ise elimizde yeterli bir bilgi yoktur. İstanbul’da okuyup devlet kademelerinde çalıştığı, Fazıl Ahmed Paşa himayesinde kaldığı ve sonra devlet görevinden ayrılarak kendisini ilmî çalışmaya adadığı bilinmektedir. Telhîsu’l-beyanadlı meşhur eseriyle tanınan Hezarfen, unvanından da anlaşılacağı gibi birçok alanda kitaplar yazmış, İstanbul’a gelen pek çok oryantalist de eserlerinde Hezarfen Hüseyin’den bahsetmiştir. Bu tez çalışmasının temel kaynağı niteliğini haiz Tenkihu’l-tevarihi’l-mülukda onun önemli eserlerindendir. Dokuz bölümden oluşan eser diğer evrensel tarihçilerin aksine Hz. Âdem’den değil İran İmparatorluğu tarihinden başlar. Kronolojik bir sıra takip etmeyen eserin ilk bölümü Osmanlıları anlatır. Roma ve Bizans, Çin, Hindistan ve İslâm tarihini de içeren eserin son bölümünde coğrafyaya değinilir. Esere genel olarak bakıldığında bilhassa Roma ve Bizans tarihi özet bilgi niteliğindedir. Sadece önemli görülen mevzularda ayrıntıya girilmektedir. Bu sebeple Hezarfen’in hangi kaynaklardan yararlandığı hakkında bilgi sahibi olmak zordur. Bu eser 1670-1673 arasında yazılmış ve IV. Mehmed’e sunulmuştur.
Tezin ikinci bölümünün odaklandığı Roma tarihine Truva Savaşı’nı anlatarak başlayan Hezarfen, burada, meşhur at efsanesine yer vermemektedir. Bekar’a göre, Hezarfen’in eserine Truva’yı anlatarak başlaması Truva, Roma ve İstanbul üçgenini oluşturmak içindir. Bu, Fatih dönemi tarihçilerinin savunduğu bir ideolojidir ki İstanbul’un fethini düşünsel olarak desteklemek amacıyla ortaya atılmıştır. Şöyle ki, esere göre Roma şehri Truva Savaşı’ndan kaçan Yunanlılar tarafından kurulur. Roma tarihini anlattıktan sonra on yedi Yunan felsefecisini anlatır ve akabinde Konstantin’in hayatını ayrıntılı şekilde incelenir. Konstatin ve şehrin kuruluşunun bu kadar incelenmesinin sebebi Fatih’in İstanbul’u fethetmesine karşı çıkan ve bu fethi; İstanbul’un bir putperest tarafından kurulduğu, Tanrı tarafından lanetlendiği ve bu sebeple uğursuz olduğu, eğer kudsiyeti olsaydı daha önceki Müslüman liderler tarafından fethedileceği gibi gerekçelerle önemsiz gören kitlelere karşı Fatih’in oluşturduğu antitezdir. İstanbul’un lanetli olduğunu iddia edenler, Yanko b. Medyan adlı, tamamen Türk tarihçilerinin uydurduğu putperest bir kurucudan bahseder. Yazıcıoğlu gibi tarihçilerin eserlerinde de bahsedilen bu vakalar efsanelerle süslenerek anlatılmıştır. Fatih, bu iddialara cevap niteliğinde Bizans tarihçilerinin eserlerini çevirtir. Saray tarihçileri de fethe karşı olan görüşün çürütülmesi yönünde çaba sarf ederler. Ancak onların da ortaya atılan bu efsanelerden etkilendiği görülmektedir.
Hezarfen bu hususta diğerlerinden farklı bir yaklaşım ortaya koyar; Konstantin’i şehrin kurucusu olarak görür. Konstantin’in hayat hikâyesini anlatırken Hezarfen, bazı bölümleri gizleyerek veya değiştirerek adeta Konstantin’i hak dine inanan bir yönetici gibi gösterir. Bu hikâyede Konstantin bir hastalığa tutulmuştur. Etrafındaki doktorlar bu hastalıktan kurtulmanın tek çaresinin çocuk kanlarından mürekkeb bir banyo olduğunu söylerler. Konstantin’in emriyle çocuklar toplansa da hükümdar çocukların ağlamalarına dayanamaz ve hepsini serbest bırakır. O sırada Aziz Silvestre gelir ve Konstantin’in bu iyiliğinden ötürü onu imana davet eder. Konstantin putları kırarak İsa’ya iman eder. Genel olarak bakıldığında Hezarfen, olayı İslâmî bir süzgeçten geçirmiştir. Ardından şehrin kuruluş hikâyesine değinen Hezarfen, bu olayı yine efsanelerle süslemiştir. Konstantin, bütün putların kırılmasını ve yakılmasını emreder ki bu ayrıntı İstanbul’un kurucusuna putperest diyen tarihçilere cevap niteliğindedir. Çemberlitaş hikâyesinden de bahseden Hezarfen, Konstantin döneminin en önemli olayı olan İznik Konsülü’ne eserinde yer vermez; çünkü bu olay Hezarfen’in oluşturduğu çerçeveye uymamaktadır. Hezarfen, Ayasofya’nın kurulmasından ve Bizans tarihinin önemli hadiselerinden biri olan Leon ve onun ortaya çıkardığı ikonakırıcılıktan bahseder. Buraya kadar Hezarfen, bu şehrin kurucusu hakkında yapılan olumsuz imajı kırmaktadır. Daha sonra Hezarfen’in eserini oluştururken kendilerinden çokça yararlandığı Fenerliler üzerinde durur. Devlet kademelerinde hizmet eden Fenerliler, kendi soylarının Bizans’a dayandığını düşünürler ve bir üst imparatorluk kimliği oluşturan Osmanlı’yı desteklerler. Bu, Osmanlı tarihçilerinin Bizans kaynaklarına ulaşmasında Fenerlilerin önemli rolüne işaret etmektedir.