“Arap Baharı” Sürecinde İran’ın Bölge Politikası

Paylaş:

“Ortadoğu Konuşmaları” toplantı dizisinin yedincisinde, İran’ın Ortadoğu politikasını ve “Arap Baharı”na bakışını tartışmak üzere Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya’yı ağırladık. Sinkaya konuşmasında “Arap Baharı” öncesinde ve sonrasında İran’ın dış politikasını ve yeni dönemde Ortadoğu politikasının muhtemel sınırlarını değerlendirdi.

Bölgenin en önemli güçlerinden biri olan İran’ın, İslâm Devrimi öncesi ve sonrası Ortadoğu politikalarındaki değişimi mukayese ederek sözlerine başlayan Sinkaya, Şah döneminde Batı ile ilişkileri olumlu seyrederken, hatta kimilerinin deyimiyle “Ortadoğu’da Batı’nın jandarmalığını yaparken”, devrimle birlikte Batı’nın en amansız düşmanlarından biri haline geldiğini belirtti. Devrimin dış politikada yaptığı değişiklikler arasında, Şiiliğin temelleriyle de desteklenen, anti-emperyalizm bağlamında Amerikan karşıtlığı son derece önemli. Bir başka önemli nokta da özellikle ilk yıllarda etkili olan devrim ihracı politikası. Humeyni liderliğindeki İran’ın mezhepler üstü bir İslâm anlayışıyla bütün İslâm Dünyasında benzer devrimlerin yapılmasını hedeflediğini belirten Sinkaya, bunun için kimi yerde mevcut İslâmî eğilimli hareketleri desteklemeye, kimi yerde kültürel propaganda yoluyla etkili olmaya çalıştığını söyledi. Ardından 1990’lı yıllarla birlikte İran dış politikasında yaşanan yumuşamaya dikkat çekti ve Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde Batı’yla ve komşularla daha sağlıklı ilişkiler kurma arzusunun öncelik kazandığını vurguladı. Ancak 11 Eylül sonrasında ABD’nin İran’a yönelik tutumunu sertleştirmesinin ve 2003’teki Irak işgaliyle bölgede yaşanan jeopolitik değişimlerin İran’ı yeniden radikal bir çizgiye ittiğini, rejimin tehdit altında olduğu hissinin güvenlik eksenli politikaları tetiklediğini belirtti. Bu algı dış politikada ise Filistin sorununa yeniden öncelik verilmesi, İsrail düşmanlığının artması ve Ortadoğu’nun İran ile ABD arasında bir mücadele sahasına dönüşmesi şeklinde tezahür etti. Sinkaya, İran-ABD mücadelesinin İran’da nasıl algılandığını felsefi olarak da temellendirdi.

İran’ın “Arap Baharı” sürecinde yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendirdiği konusunda Sinkaya özetle şunları söyledi: “İslâm Devrimi’nden itibaren Tahran’ın yapmak isteyip de yapamadığını bir anda Arap halklarının kendi inisiyatifleriyle gerçekleştirmesini memnuniyetle karşıladı. Arap Baharını 1979 İslâm Devrimi’nden sonra sıkça vurgulanan ‘İslâmî Uyanış’ perspektifinden okudu; kendi tecrübesi ile Ortadoğu’da Batı’yla iyi ilişkileri olan otoriter rejimlerde yaşanan devrimler arasında paralellikler kurdu. Devrimlerle birlikte bu ülkelerin Amerikan yanlısı tavırlarını terk edip doğal olarak İran’ın yanında saf tutacağına dair bir beklenti doğdu.”

Peki, İran bu süreçte diplomatik olarak nasıl tepkiler verdi ve nasıl bir politika izledi? Sinkaya, devrimlerin yaşandığı ülkelerde geleneksel siyasi bakışı çerçevesinde İran’ın farklı tutumlar sergilediğine dikkat çekti. Buna göre, Kuzey Afrika ve Körfez’deki Batı’ya yakın rejimlerin devrilmesine yol açacak gelişmeleri coşkuyla karşılarken ve desteklerken, yakın müttefiki olan Suriye’de devrim sürecinin yaşanmasını ciddi bir tehdit olarak gördü. İran içerisindeki demokratik araçlarla İslâmî rejimi yıkmaya çalışan Batı’nın, benzer araçları kullanarak anti-emperyalist ve İsrail karşıtı çizgideki Esed rejimini devirmeye, böylece İran-Suriye-Hizbullah-Hamas bloğunu dağıtmaya çabaladığı inancı Tahran’da hâkim oldu.

Sinkaya, Arap coğrafyasında yaşanan devrim süreçlerinin İran ile Amerika’nın müttefiki Suudi Arabistan arasında da gerilimli bir bilek güreşine dönüştüğünü, özellikle Bahreyn, Suriye ve Yemen’de bu mücadelenin zirveye çıktığını anlattı. Bahreyn’deki halk ayaklanması Suudi Arabistan tarafından şiddet yoluyla bastırılmasaydı, küresel Amerikan-İran rekabetinde ABD çok ciddi bir zemin kaybedebilir, İran savunmasını güçlendirip bölgede uzun süredir beklediği liderlik vasfını kazanabilirdi. Yine de Suriye ve Bahreyn dışında devrim süreçlerinin İran’a büyük ölçüde yaradığı ve Ortadoğu’daki jeopolitik konumunu güçlendirdiği iddia edilebilir. Öte yandan Sinkaya, Tahran yönetiminin, üzerindeki siyasi ve iktisadi baskıların yanı sıra bölgedeki devrimci hareketlerin İran’a mesafeli olmasının da etkisiyle “Arap Baharı” sürecine –Suriye dışında– fiilî destekten ziyade ancak söylemsel bir katkıda bulunabildiğini de vurguladı.

Her ne kadar İran bu süreci kendisi için bir fırsat olarak görse de Sinkaya, “Arap Baharı” sonrası İran’ın Ortadoğu politikasındaki muhtemel sınırlara da dikkat çekti. Devrimlerin her ülkede farklı koalisyonların birer ürünü ve İslâmcıların da bu koalisyonların sadece birer parçası olduğunu hatırlatan Sinkaya, bu ülkelerdeki İslâmcıların İslâm anlayışının İran’ın anlayışı ile farklılığına ve koalisyonu oluşturan diğer grupların da İran’a mesafeli olduğuna vurgu yaptı. Özellikle 2006’daki Hizbullah-İsrail Savaşı ile birlikte İran’ın Arap Dünyasındaki itibarı büyük ölçüde artsa da, Irak’taki mezhep çatışmaları ve İran’da Yeşil Hareket’in şiddet yoluyla bastırılması ile birlikte bu süreç tersine döndü. Nihayet Suriye’de karşı devrimci bir duruş sergilemesi, devrim olan diğer ülkelerde İran’ın pozisyonunu epeyce zora soktu. Bununla birlikte Sinkaya, devrimin yaşandığı ülkelerde demokratik rejimlere geçilmesiyle Tahran’ın bölgede rahatlayacağı, yeni gelecek hükümetlerin dost olmasa bile en azından İran’a yönelik politikalarının eskisi gibi olumsuz seyretmeyeceği beklentisinde. “Arap Baharı” sürecinin bazı ülkelerde siyasi istikrarsızlığa yol açabileceğini, ancak İran’ın istikrarsızlık, özellikle de iç savaş konusunda oldukça deneyimli olduğunu hatırlatan Sinkaya, Suriye’nin akıbetinin İran’ın bölgedeki konumunu doğrudan ve derinden etkileyeceği, öte yandan yeniden kartların karıldığı bir süreçte İran’ı dışlar şekilde kurulacak bir bölge sisteminin başarılı olmayacağı kanaatinde.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir