Çoban ve Kral: Siyasetnamelerde İdeal Yönetici İmgesi
Çankaya Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Bahadır Türk, 2012 yılında yayınlanan Çoban ve Kral: Siyasetnamelerde İdeal Yönetici İmgesi başlıklı kitabı çerçevesinde bir sunum yaptı.
Kitabın amacını, hükümdarlara öğütler veren metinlerdeki siyasal perspektifin ne gibi özellikler taşıdığını ortaya koymak şeklinde belirleyen Türk, kitapta, bu metinlerdeki siyasal perspektifin günümüzdeki iktidar kavramı ile olan ortaklığına odaklandığını zikretti. Koçi Bey’in risaleleri, Nesâyihu’l-vüzerâ, Kâbûsnâme, Nasîhatu’l-mülûk, Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme’si, Turtûşî’nin Mülûk’u, Ahlâk-ı Nâsırî, Âdâbu’l-mülûk, Kutadgubilig vb. metinleri ve bu metinlerin Ortaçağ siyaset düşüncesindeki (Machiavelli’nin Prens’i gibi) muadillerini incelediğini zikreden konuşmacı, Arapça ve Farsça eserlerin orijinallerini inceleyememesini bir had sorunu olarak görmekle birlikte, bu eksikliği “siyasal olan” meselesi açısından siyaset bilimi perspektifi içinden problemlere yaklaşabilmekle meşrulaştırmaktadır.
Türk’e göre çalışmanın özü, incelenen metinlerde hükümdar ile tebaası yahut yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkilerin nasıl kodlandığının araştırılmasıdır. Aristoteles’in Politika’sının birinci kitabının sonundaki soruyu hatırlatan konuşmacı, bu sorunun siyasetnamelerde de önemsendiğini belirtti: Yöneticinin öz denetimi yoksa veya yönetici erdemden yoksunsa, iyi yönetim nasıl gerçekleşecektir? Siyaseti bir erdem sorunu olarak gören siyasetnameler aynı zamanda halkın bekası ile hükümdarın bekasını birbirine bağlı olarak görmektedir. Sadece İslâm medeniyeti değil mesela Hint medeniyetine ait metinlerde de buna benzer düşüncelerin mevcut olduğunu belirten Türk, metinlerde halkın ve hükümdarın birbirine organik biçimde bağlı olmasının merkezi bir öneme sahip olduğunu söyledi. Bu minvalde, Abdülhamid el-Kâtib’in Ahdu Mervân’ında hükümdarın halkın gönlünde yer edinmesi vurgulanmakta, es-Seâlibî’nin Âdâbu’l-mülûk’unda çoban olmayınca sürünün yırtıcı hayvanlar tarafından yenileceğinden söz edilerek hükümdarın yokluğunda insanların birbirini yiyeceğinden bahsedilmektedir. Buna benzer bir hükümdar-tebaa mütekabiliyeti, Christine de Pizan’in The Book of the Body Politic’inde (15. yüzyıl) görünmektedir. İbn Teymiyye, es-Siyâsetü’ş-şer‘iyye’de cesedin başsız yaşayamayacağını hatırlatarak benzer bir anlamı aktarmaktadır. Thomas Aquinas da çoban ve sürü metaforunu kullanarak aynı bağı zikretmektedir. Turtûşî vb. isimler de aynı kaygının izleri sürülebilir: Hükümdar ile tebaa arasında bir bağ kurulmakta ve hükümdar hem sevilen hem korkulan, hem saygı duyulan hem muhabbet beslenen özel bir konumda yer almaktadır. Türk’e göre bu konum, hükümdarın Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olduğu fikrine oldukça yakındır. Bu metinlerde hükümdardan beklenen şeyler de, konuşmacıya göre, esasen Allah’ın sıfatlarının dünyevileştirilmiş birer versiyonları gibidir. Adil olma, herkese hakkını verme, merhametli olma, ama yeri geldiğinde ceza verme ve sert olma, korkuyla karışık saygı vb. özellikler bu cümledendir.
Hükümdarın halk üzerinde sahip olduğu haklara mukabil, halkın da hükümdar üzerinde hakları olduğu metinlerde ısrarla vurgulanmaktadır. Türk’e göre bu ısrar, mutlak iktidarın sahibini denetime tabi tutmaya, en azından onu kendi vicdanıyla kısıtlamaya yönelik bir çabadır. Halkın, hükümdarı Allah’a bağlayan bir köprü olduğu fikri, siyasetnamelerin önemli bir karakteristiğidir. Siyasetnamelerin biçimsel özelliklerinden de bahseden konuşmacı, hükümdarlara öğüt veren eserler olarak siyasetnameleri, argümanların ayet ve hadislerle desteklendiği, birer hikaye veya kıssadan sonra yine argümana ulaşıldığı birer döngüsel metin olarak tavsif etti. Thomas Aquinas başta olmak üzere Ortaçağ siyaset düşüncesinde de buna benzer bir döngüsellik mevcuttur. Türk, bu gibi metinlerde doğa metaforları ya da belli bir organik bakış açısı üzerinden hükümdar ve tebaa arasında birbirlerine karşılıklı sorumluluğu ima eden hayatî bir bağ olduğunu zikretti. Diğer bir deyişle, çoban metaforu sadece gütmeyi işaret etmemekte, sürünün sağlığından güvenliğine kadar bir dizi sorumluluğa sahip olma anlamına da gelmektedir.
Türk’e göre bu metinler, en önemlisi adâlet-zulüm olan zıtlıklar üzerinden bir anlatı yapmaktadır. Metinlerde çokça vurgulanan âdil hükümdar Allah’a yakın, zâlim hükümdar ise şeytana yakın olan hükümdar olarak gösterilmektedir. Adâletin, siyasal iktidarın merkezindeki nosyon olduğunu belirten konuşmacı, “mülk küfür ile devam eder ama zulüm ile devam etmez” sözünün Koçi Bey, Sühreverdî, İbn Zafer, İmam Gazzâlî ve Nizâmülmülk’te geçtiğini, her yazarın buna bir şekilde değindiğini söyledi. Adâlet nosyonu metinlerde yine ayet ve hadislerle desteklenmekte ve pedagojik yönteme uygun bir biçimde hikayeler ve kıssalarla zenginleştirilmektedir. Metinlerde adâletin kendi başına, saf bir şey olarak düşünülmediğini vurgulayan Türk, adâletin belli mekanizmalarla, mesela bugün ekonomi politikle, güvenlik siyasetiyle de birlikte düşünülmesi gereken bir şey olduğunu belirtti. Metinler, siyaseti sadece ahlâk temelinde görmemektedir.
Metinlerden izlendiği kadarıyla hükümdar-tebaa ilişkisinin organik bir ilişki ve bu ilişkiyi dengede tutacak olan şeyin de adâlet olduğunu zikreden Türk, hangi özelliklere sahip hükümdarın bu zor dengeyi tesis edebileceği sorusunun önemine dikkat çekti. Hükümdarın akıllı ve bilgili olması siyasetnamelerde sıkça geçmektedir. Bilgiden kasıt her türlü bilgidir: Tebaanın durumunun bilgisi, savaşın bilgisi, toprakların nasıl kullanılacağının bilgisi de dâhil pek çok alanında bilgi sahibi olup bilgiyi kullanabilme özelliği hükümdarda aranmaktadır. Akıllılık, kurnazlık ve hile de bir iktidar mekanizması olarak sayılmaktadır. Ama Türk’e göre hile burada kötü anlamda değil, problem çözme yeteneği anlamlarına gelmektedir. Dışsal bazı özellikler de hükümdarda aranmaktadır. Erdemli ve ahlâklı olma, nefsini yenebilecek biri olma, mutedil olma, aşırılığa kaçmama vb. özellikler yanında giyinme, yiyip içme gibi davranış kuralları da hükümdarın dikkat etmesi gereken işler arasındadır. Bu sayılan özelliklere sahip somut biri var mı diye sorulduğunda ise, metinler İskender’i işaret etmektedir. Özellikle onun Aristoteles’le olan ilişkisi bağlamında, metinlerde danışmanların yöneticiye faydası vurgulanmaktadır. Son olarak Türk, metinleri kaleme alan kişilerin danışmanın özelliklerini sayarken kendilerini örnek aldıklarını düşündürdüğünü belirtti.