Afganistan Savaşı’nın Güney Asya Bölgesine Etkileri (The Effects of Afghan War on South Asia Region)
“Asya Konuşmaları” toplantı dizisinin onuncusuna, Pakistanlı gazeteci ve akademisyen Naveed Ahmad Rana konuk oldu. Savunma ve strateji, küreselleşme, nükleer silahsızlanma ve çatışma çözümü üzerine çalışmaları bulunan Rana, 2001’de başlayan Afganistan işgalinin başta Pakistan ve Hindistan olmak üzere Güney Asya bölgesine etkilerini değerlendirdi.
Rana, Pakistan’ın sadece bir Güney Asya ülkesi olarak değerlendirilmesinin bir hata olduğunu belirterek sözlerine başladı. Zira Pakistanlılar kendilerini Güney Asya’dan daha çok Orta Asya ve Ortadoğu’ya yakın hissederler. Hint alt-kıtasının bilhassa kuzeyinde yaşayanlar, Orta Asya’dan gelen Turan kökenli kavimler ve Acemler vasıtasıyla İslâm ile tanışırlar; kültürel bir dönüşüm geçirirken etnik olarak da Turan kavimleri ve Acemlerle karışırlar. Günümüz Pakistanlı kimliğinin temelleri de bu bağlantının getirdiği kültürel ve etnik etkileşim üzerinde yükselir.
Soğuk Savaş boyunca Batı kutbunu tercih eden ve ABD ile yakın bir işbirliği kuran Pakistan, Hindistan ile girdiği nükleer yarışta geri kalmayıp kendi nükleer silahlarını üretmeyi başarmıştı. Ancak Rana’ya göre Pakistan’ın istikrarı 1970’lerde bozulmaya başladı. Özellikle 1979 yılı ülke tarihinde bir kırılma noktasıydı. General Ziyaülhak’ın yaptığı bir darbeyle 1977’de devrilen Başbakan Zülfikar Ali Butto’nun 1979’da idam edilmesi Pakistan’ın uluslararası alanda güvenilirliği ve imajını yerle bir etti. Aynı yıl uzun bir sınırı paylaştığı Afganistan’ın SSCB tarafından işgali de Pakistan’a çok ağır bir şekilde yansıdı. Sovyet işgali nedeniyle Pakistan’a sığınan Peştun mültecilerin, ABD-Suudi Arabistan-Pakistan işbirliğiyle Sovyetlere karşı mücadele için medreselerde eğitilip silahlandırılması, 1990’larda Taliban adıyla ortaya çıkan hareketin altyapısını hazırlayacaktı. Yine 1979’daki devrim sonucunda İran’da İslâmi bir rejimin kurulması ve bölgede Şii nüfuz kurma çabaları da önemli bir oranda Şii nüfusu barındıran Pakistan’ı olumsuz yönde etkiledi.
11 Eylül 2001’de ABD’nin New York şehrindeki İkiz Kulelere düzenlenen terör saldırıları, Pakistan’ın kaderini de bütünüyle değiştirdi. ABD’nin bu saldırılardan sorumlu tuttuğu el-Kaide örgütünün lider ve savaşçılarını sınırları dâhilinde barındıran Afganistan, 7 Ekim 2001’de Amerikan ve İngiliz güçleri tarafından işgal edildi. 1996’dan beri ülke topraklarının büyük çoğunluğunun kontrolünü elinde tutan Taliban yönetimi devrilirken, Afganistan’daki yabancı güçlerin idaresi de Aralık 2001’de Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF) Komutanlığı’na devredildi. ISAF’ın Afganistan’da devlet otoritesini sağlama, imar ve ıslah faaliyetlerine yönelik olarak Taliban 2003 yılında karşı saldırıya geçti. ABD ve ülkede asker bulunduran diğer NATO ülkeleri, çoğu intihar eylemi şeklinde gerçekleşen Taliban saldırıları nedeniyle büyük kayıplara uğradı.
ABD’nin “terörle savaş” programını destekleyen, ama bunu yaparken kendi iç dengelerini korumak isteyen Pakistan ordusu ve istihbarat teşkilatı ISI, dönemin Amerikan Başkanı George W. Bush’un “Ortaçağ’a döndürme” tehdidine maruz kaldı. Rana’ya göre, ABD’nin bu baskısı karşısında Afganistan’daki savaşın ana lojistik üssüne dönüşen Pakistan’ın, zaten 1979’dan beri mütemadiyen sarsılan iç dengeleri kelimenin tam anlamıyla altüst oldu.
Pakistan Taliban’ı, 2003 yılında hem devlet görevlilerini hem de sivilleri hedef alan eylemlerine başladı. Bu eylemler, son birkaç yılda, Pakistan’ı dünyanın en tehlikeli ülkelerinden biri haline getirecek kadar yoğunlaştı. Rana, Pakistan halkının, Taliban güçlerinin uyguladığı şiddetin ülkenin barış ve istikrarını tehdit eder düzeye ulaşmasından ABD’yi sorumlu tuttuğunu belirtti. Ayrıca Amerikan insansız hava araçları tarafından Pakistan topraklarındaki Taliban ve el-Kaide mensuplarına yönelik düzenlenen saldırıların da büyük bir sorun oluşturduğunu hatırlattı. Bu saldırıların ciddi oranda sivil kayıplarına yol açması ve çoğu zaman Pakistanlı yetkililerin bilgisi dışında yapılması ülkede büyük tepki çekiyor.
Rana, bugün gelinen aşamada, ülkesinin bütünlüğünü korumak ve ağır iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunlara çözüm üretmek için mücadele ettiğinin altını çizdi. Bir yandan terör saldırılarının, diğer yandan her türden kaçakçılığın Pakistan’ın ulusal serveti ve gençliğini yok ettiğini belirtti. 2001-2012 yılları arasında Pakistan’da yaklaşık 40 bin insanın terör saldırıları nedeniyle hayatını kaybetmesi de bu tehlikenin boyutunu ortaya koyuyor.
Sözlerini, Pakistan’da dindar halk kitleleri ile liberal kesimler arasında yoğun bir kültür çatışması yaşandığını anlatarak tamamlayan Rana’nın analizinde 2013 yılında yapılacak parlamento seçimleri hayati bir yer tutuyor. Zira Rana’nın da ortaya koyduğu gibi, bu seçimlerde çalışabilir bir parlamento tablosunun ortaya çıkması, Pakistan’ın gelecekte barış ve istikrara kavuşmasında kilit rol oynayacaktır.