Dâru’l-İslam’dan Türk Vatanına: Türkiye’de Milli Yurdun Teşekkülü

Paylaş:

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Behlül Özkan, doktora tezinden hareketle kaleme aldığı kitabı  From the Abode of Islam to the Turkish Vatan: Making of a National Homeland in Turkey (Yale University Press, 2012) çerçevesinde “vatan” kavramının dönüşümünü anlattı. Klasik jeopolitik, eleştirel jeopolitik, coğrafi determinizm gibi kavramlar üzerinde düşünerek doktora hazırlık çalışmasına başlayan Özkan, Batı’dan alınarak coğrafyaya ve uluslararası ilişkilere birebir uygulanan bu modern kavramların, yani coğrafya-siyaset ilişkisinin cihan devleti Osmanlı’daki ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki izdüşümlerini araştırdığında ise karşısına “vatan” kavramı çıkmış. Böylelikle bu kavramın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e serencamını doktora tezinin temel sorunsalı olarak belirlemiş. Özkan bu konuyu özetle şu şekilde anlattı:

İnsanın doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı yer anlamında kullanılagelen vatan kavramının Osmanlı’da siyasi bir içerik kazanması 1789 Fransız Devrimi’yle başlar. Bundan sonra Osmanlı entelektüelleri tarafından tartışılan temel mesele, etkileri Osmanlı’da hissedilmeye başlanan Fransız Devrimi’ne ve onun sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik akımlarına rağmen, Osmanlı gibi çok milletli bir yapıda meşruiyetin nasıl sağlanacağı meselesidir. Buna üretilen cevap ise Osmanlı vatanına duyulacak sadakat ve bağlılıktır. Daha evvel “dâru’l-İslam” olarak meşruiyet kazanan Osmanlı toprakları, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra (ki Osmanlı’nın ilk defa tebaası Müslüman olan bir toprak parçasını, Kırım’ı, kaybettiği antlaşmadır) yeni çizilen sınırlar dâhilinde “vatan”a evirilmeye başlar. Bu bağlamda Küçük Kaynarca Antlaşması vatan kavramı için bir dönüm noktası olup 1800’lerin başında kavramın Osmanlı entelektüel dünyasındaki siyasi dönüşümü başlar.

Tanzimat Fermanı’nın 1839’da ilanıyla beraber resmî belgelerde vatan kelimesi sıkça geçmeye başlar. Genç Osmanlılar da siyasi ve edebî metinlerinde bu kelimeyi sıkça kullanır. Bu iki gelişme, kavrama dair geliştirilen fikirlerin halka yansımasını hızlandırır. Tanzimat Fermanı’nın vatan kavramında meydana getirdiği temel değişim, artık İslam uğruna değil, Osmanlı vatanı için herkesin birlikte savaşmasını öngörmesidir; bu bağlamda İslami motiflerden uzak farklı dinî ve etnik grupların birarada yaşayacağı bir Osmanlı vatanı tahayyül edilir. Ancak 93 Harbi’yle beraber (1877-1878) Hristiyanların yaşadığı büyük bir toprak parçasının elden çıkması üzerine vatan kavramı tekrar İslami motiflerle süslenir. Bu bağlamda her toprak kaybından sonra geriye kalan sınırlar içinde vatan kavramının yeniden tahayyül edildiğini ve şartlara göre değişik motiflerle etkileşim içine girdiğini söyleyebiliriz.

Vatan kavramının siyasi serencamını bu şekilde anlatan Özkan, bunun sosyal yansımalarının ise dönemin ders kitaplarında kendini gösterdiğini dile getirdi. 93 Harbi’nden sonra İslami motiflerle süslenen “Osmanlı vatanı” kavramı kitaplarda sıkça kullanılır. Türk, Türkçülük, Türk milliyetçiliği gibi kavramlarla vatan kavramının etkileşimi ise 1912 Balkan Harbi’nden sonraki kısa bir dönem için sözkonusudur. Bu kısa dönem dışında ders kitaplarında Osmanlı vatanı ve Osmanlılık vurgusu devam eder; diğer milletleri tanımaya, anlamaya çalışma ve kardeşlik vurgusu da önplandadır.

Vatan kavramının Birinci Dünya Savaşı’ndan Cumhuriyet’in ilanına kadarki dönemde geçirdiği dönüşümü ise Özkan şu şekilde anlattı: Vatan kavramı için 1912 Balkan Harbi çok ciddi bir kırılmadır. Zira Birinci Dünya Savaşı’na kadarki iki yılda Pantürkist düşünce vatan kavramını etkisi altına alır. Fakat Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı devlet adamları haritayı önlerine koydukları zaman hâlâ farklı etnisitelerden oluşan sınırları oldukça geniş bir imparatorluğu yönettiklerini görürler. Pek tabii böyle bir yapı içerisinde Türkçülük yapmak imparatorluk için bir intihardır. Dolayısıyla imparatorluğu koruma refleksiyle, yani pratik ve pragmatik sebeplerle İslamcılık tekrar devreye girer. Özellikle, Arap etnisitesinin varlığı İslamcılığın tekrar sahneye çıkmasında önemli bir rol oynar. Bundan sonra vatan kavramı, Tanzimat Fermanı’ndaki herkesin çatısı altında yaşayacağı dinî ve etnik motiflerden uzak anlamına bir daha kavuşamaz; İslamcılık ile Türkçülük düşünceleri arasında gidip gelir.

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle geriye kalan topraklarda (Anadolu’da) nasıl bir vatan ve nasıl bir toplum inşa edileceği ve bunların meşruiyet zemini tartışmaları başlar. 1921 Sakarya Savaşı’na kadarki dönemde Mustafa Kemal ile silah arkadaşlarının söylemlerine, en önemlisi o dönemin Misak-ı Milli gibi siyasi metinlerine baktığımızda Türk, Türkçülük, Türk milliyetçiliği gibi kavramlara rastlanmaz. Hatta 1918-1921 döneminde Ankara Hükümeti’nin ve Mustafa Kemal’in söylemlerinde sözkonusu mücadelenin İslam Birliğini kurtarmak için yapıldığı, bu birliğin farklı etnisitelerden oluştuğu, Türk etnisitesinden bahsedilemeyeceği sıkça belirtilir. İlginçtir, Ankara Hükümeti tarafından Türkçülüğün bastırıldığı bu dönemde İstanbul Hükümeti’nde Türkçü söylem revaçtadır. Özellikle Damat Ferit Paşa’nın Paris Konferansı’na gönderdiği bildiride geriye kalan topraklarda Türklerin self-determinasyon hakkına sahip oldukları söylemi dikkat çeker. Bu ayrışma, Kemalist kadronun Anadolu’nun bir savaşla, Osmanlı’nın yani İstanbul Hükümeti’nin ise Anadolu’nun diplomasi yoluyla kurtulabileceğini düşünmesinden kaynaklanır. Ancak Ankara Hükümeti’nin İslamcı söylemi 1921 Sakarya Savaşı’ndan sonra yerini Türk, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği gibi kavramlara bırakır ki bu kavramlar günümüze kadar etkilerini devam ettiren ve birçok soruna yol açan ulus söyleminin de temelini oluşturur. Dolayısıyla Sakarya Savaşı’ndan sonra vatan kavramı, günümüze kadar etkilerini devam ettiren son dönüşümünü, üzerinde yaşayanların kimlik dönüşümüne paralel olarak yaşar.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir