Türkiye’de Çerkesler: Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı
“Kitap-Makale Sunumları”nın 2013 yılındaki ilk misafiri diaspora, göç ve kimlik üzerine çalışmalarıyla bilinen Türkiye’de Çerkesler: Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı (Bilgi Üniversitesi, 2011) kitabının yazarı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya oldu. Kaya, Türkiye’de son dönemde yükselişe geçen kimlik tartışmaları çerçevesinde genelde kimlik meselesini, özelde diasporadaki Çerkeslerin etnik kimlik meselelerini değerlendirdi.
Prof. Kaya konuşmasına Türkiye’de çeşitli grupların etnik milliyetçiliklerini sosyal antropoloji yaklaşımı ve Michel de Certeau’nun ortaya koyduğu bireylerin gündelik hayatlarında kullandıkları taktikler ve kaçış mekanizmaları üzerinden okumanın verimli bir perspektif sağladığını belirterek başladı. Teorik yaklaşımın ardından çalışma sürecini anlatan Kaya, “azınlık milliyetçilikleri” ve “çoğunluk milliyetçilikleri” kavramlarına dikkat çekti. Azınlık milliyetçiliklerini anlamaya çalışan araştırmacıların genellikle azınlık olma durumunu bir anomali olarak yansıttıklarını, oysa -azınlıkların çoğunlukların belirlediği siyasi, ekonomik ve toplumsal düzlemde hareket etme zorunluluğundaki “madun” gruplar olmalarından ötürü- konu incelenirken azınlığın değil çoğunluğun durumuna odaklanmak gerektiğini vurguladı. Dolayısıyla Kaya’ya göre Türkiye’de herhangi bir azınlık grubun milliyetçiliği incelenirken başlanması gereken yer Türk milliyetçiliğidir.
Çerkesler 1860’ta Rus istilasından kaçan yaklaşık 1,5 milyonluk bir gruptur; 300 ila 500 bin kişi Karadeniz bölgesinde hastalık gibi sebeplerle ölür. O dönemde Anadolu nüfusunun 10 milyon civarında olduğu göz önüne alınırsa bu ciddi bir rakamdır. Osmanlı bu grubu Balkanlarda, Suriye-Lübnan-Filistin ve Samsun-Hatay hattında iskân eder. Bunun bir nedeni savaşçı insan gücüne ihtiyaç iken, diğer bir nedeni Osmanlı’nın son yüzyılında ortaya çıkan Balkan milliyetçilikleri ve Anadolu’daki Kürt, Rum, Arap ve Ermeni milliyetçilikleri arasında dengeleyici işlevleridir.
Çerkeslerin Türkiye toplumunda farklı bir etnik grup olarak görülmesinin son yıllarda başladığına dikkat çeken Kaya, diaspora meselesine de değindi. Bir grubun diasporada kabul edilebilmesi için bazı kriterler mevcuttur: anavatanla olan sembolik yahut somut bağın devam etmesi, anavatana dönme isteği ve bulunduğu yerde kendi grubunun dışlandığını hissetme. Çerkeslerde de bunları görmek mümkündür. Kimlik meselesinin siyasi şartlara bağlı olması ve siyasi şartların da her coğrafyada aynı olmamasından hareketle homojen bir Çerkes kimliğinden bahsetmek mümkün değildir; bazıları kendilerini Adige ya da Abhaz olarak tanımlama eğilimindedir. Bu ayrışmada Osmanlı saltanatıyla ya da Cumhuriyet’le girilen ilişki biçimi etkilidir.
Konuşmasının devamında kitabının ilk bölümünden hareketle diaspora, azınlık gibi kavramlara değinen Kaya’ya göre, Çerkesler “modern diaspora” değil de “geleneksel diaspora” çerçevesinde değerlendirilmelidir. Zira Çerkesler kapitalizm-öncesi bir diaspora grubu olup zorunlu nedenlerle ülkelerinden ayrılmış, motivasyonları geri dönme üzerine inşa edilmiştir.
Kitabının ikinci bölümünde “transnasyonel alan” kavramına odaklanan Kaya, göçmenliğin “köksüzleşme” ile bir tutulmasına karşıdır; tam tersine göçmenlerin transnasyonel düzlemde yaşamakla “çok köklülüğe” tabi oldukları düşüncesindedir. Nitekim Çerkesler “transnasyonel” yani “ulus-ötesi” bir düzlemde yaşamakta, anavatan kabul ettikleri yere gidebilmekte, burayla iletişim kurabilmekte ve bu da ulus-ötesi düzlemde var olmayı açıklamaktadır.
Kaya, Levinas’ın “ötekini anlamak” fikrine referansla üçüncü bölümü özetledi. Buna göre hermenötik çerçevesinde “anlama”nın bir eylem olarak vurgulanması gerekir; “mutlak ötekilik” durumlarında (Türk-Kürt, Türk-Yunan durumlarında olduğu gibi) Levinas’a göre ötekini anlamak mümkün değildir. Ötekinin ötekiliğinin deneyimlenemez oluşundan hareketle yapılabilecek şey, ötekiliğine saygı göstermek ve “ötekini ötekiliğiyle tanımak”tır.
Dördüncü bölüm çerçevesinde Çerkeslerin Türkiye’de gerçekleştirdikleri farklı katılım stratejileri ve taktiklerini, dilleri ve kültürlerini nasıl yaşattıklarını anekdotlar ve sayısal verilerle anlatan Kaya’ya göre, bu durum “kültürün reifikasyonu” yani “kültürün dondurulması”dır. Çerkesler, Anadolu’da kültürleri olarak algılayıp korumaya ve dondurmaya çalıştıkları bütünün Kafkasya’ya, anavatanlarına döndüklerinde artık var olmadığını fark ederler.
Kitabının beşinci bölümünde Çerkeslerin siyasal katılım stratejilerini tartışan Kaya’ya göre, dönem dönem kendi aralarında farklılaşmalar yaşayan Çerkeslerin bir kısmı sol ideolojik eğilimlere, bir kısmı da Türk milliyetçiliğine eklemlenir; diğer bir kısmı ise anavatana geri dönüşü savunur. 2000’li yıllarda AB’ye entegrasyon sürecinde bu grupların birbirine daha da yakınlaştığı gözlemlenir.
Kitabının son kısmında AB tartışmaları çerçevesinde “çoğunluk milliyetçiliği”, “azınlık milliyetçiliği” ve “ulusal gurur” gibi kavramlara eğildiğini belirten Kaya, istatistiksel birtakım bilgilerle, yaklaşık 600 kişiyle yüz yüze yaptığı çalışmanın verilerini sundu. Kaya’nın bu şekilde özetleyebileceğimiz konuşması, Çerkesler üzerine kaleme aldığı bu kitabı mutlaka okumamız gerektiğini bize salık verdi.