Ortadoğu Uluslararası İlişkiler Çalışmaları: Tarih, Teori ve Metodoloji Üzerine Bir Haşiye
“Küresele Kuramsal Bakışlar” toplantı dizisinin yedincisinde London School of Economics (LSE) Ortadoğu Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fawaz Gerges’i misafir ettik. Küresel bağlamda Ortadoğu’yu anlamak için eleştirel bir tartışmaya girişmenin ve teoriyi, metodolojiyi ve meydan okumaları ele almanın önemine değinerek söze başlayan Gerges, bölgenin uluslararası ilişkilerini değerlendirdikten sonra halk ayaklanmaları, Suriye’ye yönelik Türk dış politikası gibi konularda görüşlerini bizimle paylaştı. Konuşmasında LSE’deki konumuna dikkat çekerek, uluslararası ilişkiler teorilerinde öne çıkan ve teoriyi ve teorisyenleri kutsal addeden bu kuruma bir bölge uzmanı olmasına rağmen başkan olarak atanmasının alışılmadık olduğunu belirtti. Ampirist olduğunu vurgulayarak bir bölgeye dair bilginin fikirler repertuarına, tarihe ya da sosyolojiye isnat edilmesi, teorilerin de bizatihi kendisi için değil bölgeyi anlamak için çalışılması gerektiğini söyledi.
Gerges’in teori ve pratiğe değinen bir başlangıç yapması Ortadoğu çalışmaları açısından önemlidir. Gerges’e göre, Ortadoğu hem uluslararası ilişkiler hem de modernleşme teorilerinin mezarlığı konumundadır. Vakti zamanında bizi dinin, kültürün ve kimliğin öldüğüne inandırmaya çalışan akademisyenler, artık bu unsurların 1990’lardan itibaren siyaset bilimine geri dönüşünü ve rolünü tartışmaktadır.
Amerikan menşeli siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler teorileri, Gerges’e göre, bölgenin önemli gelişmelerini açıklamakta yetersiz ve başarısızdır ve bu başarısızlığın nedenlerini sorgulamak gerekmektedir. Gerges bu başarısızlığı öncelikle teorinin 1648’de doğan Vestfalya devlet sistemi içerisinde geliştirilmiş ve bu sistemin evrimini ve mantığını açıklıyor olmasına bağladı. Ona göre sorulması gereken soru şudur: Teoriler doğdukları alanın dışına taşınabilirler mi ve evrimleşerek kuşatıcı hale gelebilirler mi?
Hâkim yaklaşımların Asya’dan Afrika’ya kadar post-kolonyal toplumları nasıl aydınlatacağı ciddi bir sorun ve Gerges, bölgemizde meydana gelen olayları anlamada bu yaklaşımların neden işe yaramadıklarını ortaya koymayı amaçlıyor. Ona göre, Ortadoğu çalışanların aksine, Latin Amerika uzmanları uluslararası ilişkiler ve siyaset biliminde kendi analitik yaklaşımlarını ortaya koyabildiler. Teorik düşünmek yerine siyasal soru(n)lar üzerinde çokça vakit harcayan Ortadoğu ise teori ve disiplin bakımından oldukça fakir durumda kaldı.
Gerges’in üzerinde durduğu diğer bir husus da şu oldu: Uluslararası ilişkiler halk hareketleri, kolektif eylem ya da aşağıdan yukarıya siyaset yerine hep yapısal olana, devlet siyasetine ve yukarıdan aşağıya olan siyasete odaklanageldi. Batı’da belirli bir şekil almış ve kurumsallaşmış bir devlet sözkonusu olduğundan kurumlar ve güç mücadelesi hakkında konuşmak anlamlıdır. Ama Ortadoğu toplumlarında aşağıdan siyaset, sosyal hareketler ve kimlik konuları önemli bir yere sahiptir. Buna rağmen Ortadoğu’da failliğin rolüne dair yazılmış önemli bir metin yoktur. Halk ayaklanmaları işte bu yüzden Ortadoğu’yu temelinden sarsmıştır. Güçlü diktatörlerin bölgede siyasi hâkimiyeti ve düzeni sürdürecekleri iddiasını taşıyan hâkim teorilerin görmezden geldiği unsurların varlığı artık tebarüz etmiştir.
Gerges’in tespit ettiği diğer bir mesele ise yerel dinamikleri, toplum ve merkezî devlet arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak anlayamamaktır. Bu da tarihsel sosyolojinin ciddiye alınmadığını göstermektedir. Ona göre, “Ortadoğu’da Şiiler ve Sünniler arasında mezhepsel iç savaş her yeri kaplamış durumda”, “Suriye’deki iç savaş topyekûn bir savaşa dönüştü ve Irak’a, Lübnan’a ve Bahreyn’e yayılıyor” gibi ifadeler yanlış bir önerme içermektedir. Çünkü mezhepçilik, büyük siyasi ve sosyal mücadeleleri maskelemekte; jeostratejik bir oyun mezhepçi hassasiyetlerle manipüle ve tahrik edilmektedir. Gerçek bağımsız değişken jeopolitiktir, yani büyük güçlerin siyasetidir; mezhepsel hassasiyetler ve çatışmalar ise bağımlı değişkendir. Mezhepçiliği anlamak önemlidir; lakin daha önemlisi, yap-bozdaki temel dinamikleri, bağımlı değişkenlere karşı bağımsız değişkenleri anlamaktır. Ortadoğu’da bugün yaşanan, İran ile Suudi Arabistan’ın başı çektiği yeni bir soğuk savaştır.
Batı’da birçok uzman İslâm’ın siyasi süreç üzerindeki etkisinden dem vurmaktadır. Oysa soyut bir İslâm hakkında konuşmak mümkün değildir. Niçin İslâm bu şekilde kullanılmakta ve istismar edilmektedir? Kritik soru işte budur. Uluslararası ilişkiler bu konuda doyurucu bir cevap veremez. Keza İslâm(lar)ı yapı sökümüne tabi tutmak gerektiği düşüncesindeki antropolojiyi de bir kenara itmemiz gerekir. Dinî tasavvurlar bölgede her zaman vardı; mesele, belirli parametreler içerisinde dinî dilin ve terimlerin niçin bu kadar popüler hale geldiği ve toplumlar üzerinde geniş yankı uyandırdığıdır.
Gerges, hâkim yaklaşımları eleştirirken kendi sorumluluğumuzu da unutmamamız gerektiği düşüncesinde. Çünkü biz içeriden dışarıya doğru bölgemizi anlamayı sağlayacak orijinal yaklaşımlar inşa etmeyi başaramadık. Ona göre, birçoğumuz sadece birer tercümanız; hâkim teorileri yapı sökümüne tabi tutarken dahi yaptığımız şey, Derrida ya da Foucault benzeri hegemonik olmayan Batılı teorileri tercüme yoluyla içeri almaktan ibarettir. Gerges burada ödünç alabileceğimiz evrensel bir söylem olmadığını kastetmiyor, zenginleştirmek ile ödünç alarak robotlaşmak arasındaki farka dikkat çekiyor. Amerikan yaklaşımı, bilimsel tahmini öne çıkararak uluslararası ilişkileri ve dış politikayı bilim olarak kabul etti. Bilimsel yaklaşımın Soğuk Savaş’ın sona erişini tahmin edemeyişinden hareketle yükselişe geçen diğer yaklaşım ise teorinin daha fazla söyleyecek bir şeyi olmadığı iddiasını taşıyor ve tarihsel sosyoloji bu noktada devreye giriyor. Buna göre metodoloji, sahip olunan bilgileri sistematize etmek için bir araçtır. Dolayısıyla bize düşen bölgenin dinamiklerine dair bilgi sahibi olmaktır.
Gerges ayrıca Suriye’de olup bitenlerin hâkim anlatıları altüst ettiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: Esed’in kısa sürede devrileceğini zannettik, rejimin kendini toparlamasını anlayamadık. Böylesi rejimler sözkonusu olduğunda devletin kendisini nasıl organize ettiği, devlet ile güvenlik güçleri arasındaki ilişki biçimi, asabiyetin rolü, muhalefetin parçalı yapısı veya harici unsurların dahli gibi hususlar bilinseydi eğer öngörülerimizde daha mütevazı olurduk. Libya ile Suriye’yi birbirine karıştırdık. Oysa Libya’da bir devlet ve bir ordu yoktu ve bu durum devrimi kolaylaştırarak Kaddafi’nin sonunu getirdi. Suriye’de ise devlet rejimi koruyacak şekilde tasarlanmıştı ve kırk yıldır en kötü senaryo için hazırlık yapmaktaydı.
Gerges, son olarak, her şeyi kuşatan teorilerin oldukça soyut ve yüzeysel olduğunu; birçok şekli, rengi, kırılmaları ve eğilimleri, yerel ve küresel arasındaki organik bağlantıları anlayacağımız şekilde tasarlanmadıklarını belirtti. Bu bakımdan son dönemde aşağıdan siyasete, toplumsal tarihe, tarihsel sosyolojiye, kolektif eyleme ve mücadele siyasetine odaklanıldığını görmekten memnuniyet duyduğunu, bizim için başlangıç noktasının bu olduğunu belirterek konuşmasını sonlandırdı. Toplantı uzun ve son derece doyurucu bir soru-cevap faslıyla devam etti.