Sanat ve Politika
Sanat Tarihine Mümkün Bakışlar dizisinin on dördüncü konuğu Karşı Sanat’ tan Feyyaz Yaman oldu. Sanat ve politika ilişkisi üzerine konuştuğumuz Yaman, öncelikle “politik” kavramını siyasi anlamda değil ideolojilerin etkisi anlamında kullandığının altını çizdi.
Feyyaz Yaman bu zamana gelene kadar cevap aradığı sorunun “Bizim sanatımız nedir? ‘Bizim’ dediğimizin çerçevesi nedir?” olduğunu söyledi. Türk resminin kendine özgü yerelliğinin tanımlanmasını gerekli gören Yaman, hem tatbiki hem de teorik anlamda sürdürdüğü çalışmalarında özellikle onucu ve on üçüncü yüzyıl aralığıyla ilgilendiğini söyledi. Yaman, Anadolu’ya ilk giriş, ilk temaslar, karşılaşmalar, etkilenmeler ve melezleşme konuları ile Doğu-Batı sendromunun da ilgi konularından olduğunu ekledi.
Feyyaz Yaman, hem Bedri Rahmi atölyesinde hem de aynı dönem Neşet Günal atölyesinde eğitim almış. Bedri Rahmi’nin, “bir ayağınız Batıda iken diğer ayağınız geniş bir medeniyete basmalı” uyarısını, öğrencilerini kendi kültürlerini öğrenmeleri hususunda nasıl teşvik ettiğini, “boğa yılanı fili yuttuğunda önce gördüğün fildir, ne zamanki fili sindirir o zaman gördüğün ise yılandır” benzetmesini, Neşet Günal’ın figürü merkeze alan doğduğu toprakların insanının sorunlarına odaklanışını, hem Leger’ den hem de minyatür ve Siyah Kalemden etkilenmesini anlatan Yaman, ilk gençlik yıllarından bahsederek o dönem akademisinden de manzaralar sunmuş oldu.
‘70’lerle birlikte sıkılan yumrukların konuştuğu afişlerin kaba söyleminden çabucak sıyrılarak anlatıcı olmanın yerine anlamsallığın ardına düştüklerini, 80’lerde ise ben ve beden sorunlarına odaklanan biçimci yaklaşımların revaç bulduğunu ama hemen arkasından gelen 90’larda politik bir dilin kurulduğu tespitinde bulunan Yaman’a göre “güncel sanat” kavramı da bu dönemde ortaya çıkar. Bu kavramın üretilmiş bir kavram olduğuna, politikliğin de aslında göstermelik bir politiklik olarak sunulduğuna ve bunun örneklerine halen muhatap olduğumuza dikkat çeken Yaman, güncel sanatın hayatı eleştirerek dönüştürme imkânı verdiğini ama bunun ötesinde sanatsal bir varlık ortaya koyma hususunda sınıfta kaldığını dile getirdi. Güncel sanat iyice kavramsallaşmıştır ve yazı ile dil üzerinden ayrışması gereken sanat kuramı ve eleştirisi sanatın hissedilebilirliği üzerinden gidememektedir.
Büyük ölçekli sanat etkinlikleri veya galeriler, üst kavramı da belirleyen küratörler tarafından bir çerçeve çizilerek sanatçıdan o çerçevede iş üretmesini beklemekte belki de hiç savaş üzerine kaygı taşımamış bir sanatçı bu minvalde tamamen yapay bir üretimle etkinliğe dâhil olabilmektedir. Sanatın hakikileşmesi gerektiğini ve bunu dert edindiğini söyleyen Yaman, ayrıca büyük ölçekli sanat etkinliklerini küresellik, çok kültürlülük gibi kavramlarla değerlendirmemek gerektiğini ve bu kavramların servis edildiklerinden belli bir zamana kadar nasıl tüketildiğine dikkat çekti. Büyük anlatıların sona ermesi nasıl minör anlatılara yol açtıysa bu sanatta da karşılığını bulmuş; kırma ve yıkıcılık, kinizme yol açmış; kendini didiklemekten kendini tanımlayamaz hale gelmiş ve bu durum sanatın da boşluğa düşmesiyle sonuçlanmıştır. Yaman’ a göre şu an içinde bulunduğumuz estetik, politik, toplumsal, siyasi, felsefi manada düşülen bu durumun yarattığı bir kaosla karşı karşıyayız.
“Biz kimiz?” sorusu ile kaosu aşmanın yolunu arayan Yaman, resim tarihinde Şeker Ahmet Paşa’nın, Süleyman Seyyid’in, Şevket Dağ’ın, Cihat Burak’ın izini sürer ve sanat tarihi kuramı olarak resimde bu izin sürülmediğini fark eder. Şiirde ve mimaride bir formun nereden geldiğinin izi sürülmüşken resimde bu gereken şekilde yapılmamıştır. (Yaman’a göre Sezer Tansuğ ile Metin And’ın çalışmaları istisnadır). Şu an bu iz sürücülüğü Zeynep Sayın’ın yaptığını ve Sayın’la ortak çalışmaları olduğuna da değinen Yaman, taşınan genetik formların peşine düşerek bu soruya cevap bulunabileceğini, cevapların günümüz sanatıyla ilişkiye sokulmasının da ayrı sorunları taşıdığını belirtti. Yaman ayrıca içeriği boşaltılmış form aktarımının bizi yeni oryantalistler kılacağına, geçmişi bugüne taşıyabilmemiz için iki tarafı da iyi takip edebilmemizin ve bir dil kurabilmemizin günümüz sanatının en büyük problemi olduğuna dikkat çekti. Çünkü günümüz sanatı, aynı kurumların, isimlerin, konuların arasında dönmekte, politiklik iddiasına karşılık büyük sorulara cevap aramak yerine tali yollarda gezinmeyi seçmektedir. Minör alanlarla ilgilenmek gerçek politikayı örtmektedir. Kes yapıştır mantığıyla çağdaş bir filozoftan alıntılarla süslenmiş alt metinlerle bir şey yapmadığı halde yapmış gibi. Oysa sanat, aklın, duygunun ve üretimin bir arada olduğu bir duyumsallıktan çıkan bir maratondur. Sanat aslında güzele olan ilgilidir ama sanata sanki bir meteor çarpmış ve yörüngesi değişmiştir. Bunun farkında olmak bile bir umuttur. Yeni bir çağda yaşadığımızı ve dalganın üzerinde nasıl duracağımızın asıl “sorun”umuz olduğunu belirten Yaman, sorumuzun ise “Ne yapmalı?” sorusu olması gerektiğinin altını çizerek konuşmasını nihayetlendirdi.