İranlı Bir Diplomatın Gözünden Değişen Ortadoğu
KAM “Ortadoğu Konuşmaları” toplantı dizisinin on beşincisinde, İslâm İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Birliği Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapan İranlı Büyükelçi Ali Asghar Muhammedi Sijani’yi ağırladı. Büyükelçi Sijani, Ortadoğu’da dengelerin değiştiği bir dönemde İran’ın sürece bakışına ve aldığı pozisyona dair bir konuşma yaptı.
Sijani son üç yılda Ortadoğu’da şahit olduğumuz değişim ve dönüşümlerin kökenini 100-200 yıllık bir geçmişe dayandırarak konuşmasına başladı. Ali Asghar’a göre, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan fetret ile birlikte bölge yabancı güçlerin egemenliği altına girmeye başladı. Ortadoğu’nun yabancıların hegemonik alanına dönüşmesinin ardından bölge parçalanarak bugünkü hâlini aldı. Oysa bundan 100 yıl kadar geriye gittiğimizde Ortadoğu’da sadece iki büyük devlet vardı: Osmanlılar ve Kaçarlar (İran). Sijani buna dayanarak Türkiye ile İran’ın bölgede potansiyel anlamda birçok şansı olduğunu ve ancak güç birliğine giderek dışarıdan gelebilecek etkilerle, yani hegemonik güçlerin bölgede var olma çabalarıyla başa çıkılabileceğini söyledi.
Sijani Osmanlı’nın yıkılışının ardından bölgede oluşan ideolojik boşluğa değinerek sözlerine devam etti. Ona göre geçen yüzyılda yaşadığımız en büyük sıkıntı, İslâmcılığı bir kenara bırakan bölge yönetimlerinin ideolojik kararsızlığıydı. İlk yıllarda İslâmcılığın yerini milliyetçilik aldı. Fakat benimsenen bu ideoloji bölge halkları nezdinde pek de olumlu bir karşılık bulmadı. Daha sonra bölgedeki yönetimler sosyalizme ve Marksizme sarılarak Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı yönelmeleri gerektiği konusunda bir bocalama yaşadılar. Son 50-60 yıldır Ortadoğu’da “öze dönme” temelinde yürütülen ideolojik tartışma aslında bölgedeki mevcut dönüşümün de başlangıcı sayılabilir.
Sijani’ye göre Ortadoğu halkları esas itibarıyla üç şey talep ediyordu: (i) Sömürgecilikle mücadele ve içeride demokrasi talebi, (ii) bölgedeki güçleri kuşatmaya çalışan yabancı hegemonya ile mücadele, (iii) Doğu kültürüne bölgede hâkimiyeti için alan açma. Hürriyeti elde etmek için ülke içinde millî birlik ve bütünlüğü sağlamak gerektiğini belirten Sijani, bunu birtakım şartlara dayandırdı. Bunların en önemlileri kendi öz kültürümüze, İslâmî değerlerimize sahip çıkmak ve millî mutabakatla vatanımızı idare etmektir. Son üç yıldır bölgede ve bilhassa Mısır’da yaşanan da tam olarak budur. Sijani’ye göre, bugün Mısır’daki askerî darbe bir bitiş değil, başlangıçtır; geniş çapta bir dönüşümün, devrimin tamamlanma sürecidir. Zira sosyal hareketlerin akabinde oluşan devrimlerin siyasi bir hareket olan darbe ile geri dönüşü mümkün değildir. Belki toplum bir dönem için bu yolla sindirilebilir, fakat bu sürdürülebilir olamaz.
Ali Asghar Sijani sözlerine İran İslâm Cumhuriyeti’nin son üç yılda bölgede oluşan devrimlere bakışı ve bu konuda sergilediği tavrı anlatarak devam etti. Buna göre İran, bölgedeki devrim sürecini “Arap Baharı” değil, “İslâmlaşma” olarak okuyor ve memnuniyetle destekliyor. Çünkü bölgede öne çıkan hareketler İslâmî temelli olup başarıları İslâmcılığın geri kazanılması anlamına gelecektir vebu hareketlere hâkim olan ideoloji kendi ideolojilerinin de bir devamı niteliğindedir. Ancak Sijani’ye göre bu dönüşümler sırasında yabancı hegemon güçler de boş durmayıp bölge halkları arasındaki farklılıkları kaşıyor ve böylece bölge ülkelerinin bölgesel meselelere bakışları kamplaştırılıyor. Bu noktada Sijani, Mısır devriminden sonra yönetimde ciddi zaaflar ortaya çıktığını, olacakları baştan öngörerek ikazda bulunduklarını belirtti ve gelinen noktada artık yaşananlardan ders almak ve yeni bir proje çerçevesinde bölgeyi dizayn etmek gerektiğini sözlerine ekledi.
Ali Asghar konuşmasının sonunda devrimin en kanlı ayağı Suriye konusunda ardı ardına gelen soruları da cevaplandırdı. Suriye’nin diğer bölgelerden farklı olduğunu belirten Sijani, bunun Amerikan müttefiki olmamasından ve Filistin meselesine katkısından kaynaklandığını, dolayısıyla burada demokrasi talebinin haklı ve meşru bir talep olmakla birlikte Suriye’nin zayıflatılmasının bölge halklarının çıkarına olmayacağını belirti. Farklı etnik ve mezheplere ev sahipliği yapan bir mozaik olmasından hareketle Suriye’de izlenecek yöntemin diğer ülkelerdekilerden farklı olması gerektiğine vurgu yaptı. Cihadi Selefi grupların dışarıdan gelip Suriye’de savaş verdiğini, buna karşı Hizbullah’ın taraf olmaktan başka bir şansı kalmadığını, bölgenin en güçlü ordularından biri olan Suriye ordusunun bu yaşananlarla eriyip gittiğini ve bu nedenle direniş cephesinin büyük bir zarar gördüğünü, bütün bu yaşananların hiç kimsenin menfaatine olmadığını ve Suriye konusunda hemen her aktörün az veya çok hatalar yaptığını söyledi. Suriye’deki değişimden en zararlı çıkanın HAMAS olduğunu, örgütün toplantı yapabileceği bir merkezin kalmadığını da sözlerine ekledi. “Bölge halklarının aksine ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çatışmanın uzun yıllar sürmesini istediği aşikâr. Böylece İran’ın orada sermayesini tüketmesi sağlanıyor” diyen Sijani, Suriye meselesinin ancak İran ve Türkiye’nin ciddi bir mutabakatı ve demokratik seçimlerin yapılması ile çözüme kavuşabileceğini belirtti. Toplantı, yüz bini aşkın Suriyelinin hayatını kaybetmesinin vicdanları kanattığı bir ortamda hararetli bir soru-cevap faslıyla devam etti.