İslâmî Demokrasinin Siyasi Ontolojisi
KAM “TEZAT” toplantılarının altmışıncısında İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Halil İbrahim Yenigün, 2013’te Virginia Üniversitesi’nde tamamladığı “İslâmî Demokrasinin Siyasi Ontolojisi: Çağdaş Müslüman Siyaset Düşüncesinin Ontolojik Bir Anlatısı” başlıklı doktora tezini sundu.
Demokrasi, on beş sene öncesine kadar İslâmî/İslâmcı politik aktörler tarafından bir küfür rejimi olarak addediliyordu. 1950’lerden 1990’lara kadar bazı İslâmî/İslâmcı düşünürler, İslâm’ın temel metinleriyle temasa geçerek demokrasiye ilişkin reddedici tavırlar geliştirirken, müteakip yıllarda aynı metinlerle hemhâl olmalarına rağmen tam aksi istikamette bir vaziyet aldılar. “Aynı öznelerin bu denli farklı siyasi ve ahlaki tavırlar almasını nasıl anlamlandırabiliriz?” sorusunu kalkış noktası yapan Yenigün, çağdaş İslâm siyaset düşüncesinde gözlemlenen tavır değişikliğini anlamak için siyasi ontolojik bir anlatı geliştirmiş. Buna göresiyasi ontolojik yaklaşımı siyaset, ahlak ve varlık gibi birbiriyle ilişkili, döngüsel ama birbirinden ayrı ve özerk üç alanın bir burç hâlinde birbirine bağlanması olarak anlamak mümkün.
Seyyid Kutub demokrasiye ontolojik bir ret geliştirip parlamentolardan “Onlar ki yalnızca Allah’a ait olan hâkimiyet hakkını gasp etmiş yerlerdir” diye söz ederken, Hasan el-Benna parlamentonun dayandığı temeller ile İslâm’ın temelleri arasında hiçbir çelişki görmez. Benna’dan önce yaşayan Cemaleddin Afganî ise anayasal mücadele vermiş bir isimdir. Yenigün bu zikzaklı yörüngenin düşünürlerin siyasetleri değil, ontolojileri üzerinden ele alınması gerektiğini vurguladı. Bu düşünürlerin ahlakını, siyasetini ve ontolojisini bir bütün olarak ele alan yaklaşımı “onto-politik burç” olarak nitelendiren Yenigün, bu üç kavramın birbirini etkilediğini ve aralarında hermenötik bir döngü olduğunu ifade etti.
Sunumuna teolojik yaklaşımı da katan Yenigün, modernite ile beraber teolojik düşünüşün aşıldığını ve tarafsız bir din-sonrası düşünce biçiminin varsayıldığını vurguladı. Ancak bugün siyaset teorisinde sekülerleşme, tarafsız kamu alanı ve herhangi bir değer yargısı içermeyen kamu aklı gibi liberal tanımlar ciddi bir şekilde sorgulanıyor. Her fikir aslında belli değer yüklü olgularla (dinî görüş, birtakım felsefi ön-kabuller) ya da Yenigün’ün ifadesiyle belli ontolojilere ve sadece dinlere özgü olmayan teolojik tortulara dayanarak üretiliyor. Yenigün, konuşmasında siyaset teolojisi başlığı altında üç teolojik tortuyu –mitos, Mesihîlik/Mesihî dürtüve teodisi(şer problemi)– açıkladı ve tartışmaya açtı.
Daha sonra demokrasi kavramına yoğunlaşan Yenigün, şu anki liberal İslâm akımı içerisinde temel meşgalenin İslâm’ı sabit tutup demokrasiyi almak olduğunu ve İslâm’ı demokratikleştirmenin nasıl mümkün olabileceği sorusu ile boğuştuklarını söyledi. Bu durum hâliyle şöyle bir faraziyeyi beraberinde getiriyor: Demokrasiyi yalnızca alınacak sabit ve verili bir şey olarak algılamak; Müslümanların ise kendilerini dönüştürmek durumunda olduklarını vurgulamak. Hâlbuki yukarıda siyaset ontolojisi ve teolojisinde ifade edilenlerle birlikte düşünüldüğünde demokrasi nötr, temelsiz bir şey olarak kabul edilemez, açılması ve tartışılması gereken bir olgudur. Liberal Müslüman düşünürlerin demokrasi ile kurdukları pasif alıcı ameliyesinin farklı bir şekilde ele alınması gerekir.
Yenigün’e göre, medeniyet kavramı bize Afganî’nin bıraktığı kötü bir kavramsal miras. Kavram o dönemdeki ilerleme anlayışına göre İslâm’ı barbarlık olarak gören ırkçı-Batıcı anlayışa karşı geliştirilen bir refleksti. Ama medeniyetçilik İslâmcılık ile o kadar hemhâl oldu ki Kutub en katı, en selefi döneminde yayımladığı Yoldaki İşaretler’de bile “İslâm medeniyettir” diyordu.
Afganî Batı’dan gelen düşüncelere açık ve onları İslâm üzerinden olumlama çabasında iken Seyyid Kutub düşüncesinde ontoloji, ahlak ve siyaset o denli iç içedir ki, dışarıdan hiçbir unsur Kutub’un bu anlayışına dâhil olamaz. Yenigün’e göre Kutub’daki ontoloji-ahlak-siyaset arasındaki bu bütünlük “İslâmcı aksiyom” olarak tanımlanabilir. Afganî’nin oluşturduğu ıslah anlayışı gayriihtiyari bir şekilde seküler felsefelerin de önünü açar. Kutub “İslâmcı aksiyom” üzerinden bu sekülerleşmeye müdahale eder ki buna “ontolojik temizlik harekâtı” denebilir. Nitekim Kutub’a göre İslâm, kendi tevhidî akidesi üzerine müesses bir ahlakiyatı, iktisadiyatı, içtimaiyatı ve siyaseti olan, topyekûn ve kendine özgü bir dünya tasavvuruna sahiptir.
Son olarak Fazlurrahman’ın bu tartışmalardaki konumunu değerlendiren ve ona siyasi bir düşünür olarak yaklaşan Yenigün’e göre, Fazlurrahman “İslâmî demokrasi” kavramını kullanmasına rağmen, İslâm’ın kendi akidesi üzerine topyekûn bir sistem inşa etmeye çalışması bakımından Kutub’la benzeşir. Ancak Fazlurrahman bu çalışmasında hermenötik ilişkiyi geliştirmek isterken ontolojik bir hamle yaparak İnsan-Kitap-Allah arasındaki ilişkide insanı Kutub’dan daha aktif bir özne olarak kurgular. İkinci önemli katkısı ise “makâsıd doktrini” yani ayetleri maksatlar üzerinden anlamlandırma yaklaşımıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda Maturidîlikte mevcut olan soyut ve bağımsız iyi fikrini geliştirmesine vesile olur. Yenigün’e göre Fazlurrahman; Abdullahî en-Naim, Abdullah el-Hamdi, Halid Ebu el-Fadıl gibi düşünürlerin öncülüğünü yaptığı “liberal İslâm akımı”na bir geçiş dönemi düşünürüdür.
Yenigün bu noktada “radikal demokrasi” akımının sosyal adalet, eşitlik ve ötekine bakış anlamında farklı şeyler söylediği ve demokrasinin liberal kısmıyla ciddi tartışmalar yürüttüğü için başka bir diyalog biçimi ihtimaline değindi. İslâm düşünürlerinin liberal demokrasidense radikal demokrasi ile diyalog kurmaları gerektiğini savunmasa da Yenigün, ontolojinin farkında olan radikal demokrasinin ontolojiyi dışarıda bırakan liberal demokrasiye nazaran öncelik taşıdığını ve daha iyi bir diyalog partneri olabileceğini belirtti.