Osmanlı-İran Sınırında İttifak ve Rekabet: Babanzâdeler (1500-1851)
Baban Sancağını üç asırdan fazla yöneten Babanzâdeler ve onların Osmanlı-İran sınırında yaşanan hadiseler üzerindeki etkileri, Freiburg Albert Ludwig Üniversitesi’nde hazırlanan “Politics of Alliance and Rivalry on the Ottoman-Iranian Frontier: The Babans (1500-1851)” başlıklı doktora tezi çerçevesinde Metin Atmaca ile tartışıldı. Kürt emirliklerini konu edinen çalışmalar az sayıda olmasının yanı sıra neredeyse tamamı siyasi tarih merkezli çalışmalardır. Milliyetçilik ve modernleşme öncesi dönemi Baban Emirliğini çalışan Atmaca, Babanlara dair siyasi tarihin yanında, sosyal tarih analizi yapmayı da hedefliyor.
Öte taraftan, Osmanlı, Kürt, Arap ve Fars tarihyazımları, Atmaca’nın ifadesiyle, çoğunlukla 1806’daki Mîr Abdurrahman Baban isyanı ile ilgilenmiş, Baban Emirliğinin misyon ve fonksiyonu, emirliğin Osmanlı ya da İran merkezi ile nasıl bir etkileşime sahip olduğu, emirliğin merkezi ya da merkezin Emirliği nasıl algıladığı ile ilgili hususlara yer vermemişlerdir. Oysa, Baban paşaları 1533-1534 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’na entegre olmaya başlamıştır ki, bu dönem Kürt mîrlerinin Osmanlı ile siyasi ilişki kurdukları, zeamet ve tımardan beritutuldukları ve aynı zamanda, bu vesileyle, hem ekonomik hem de askerî bağımsızlık elde edip Osmanlı’nın karşı karşıya kaldığı Şia tehdidini bertaraf etmeye başladıkları ve Osmanlı-İran arasında bir tampon bölge görevi gördükleri bir zaman dilimine tekabül etmektedir.
Babanlar kendi siyasal liderlik ve statülerini oğullarına devrederlerdi ve merkezde (İstanbul ve Isfahan) bir etki alanı oluşturacak, bir anlamda lobicilik faaliyetlerini yürütebilecek kişileri bulundururlardı. Emirlik içi iktidar mücadelesi çoğu zaman bu iki merkezle kurdukları siyasi ve mezhebî ilişkilerle çok bağlantılı bir hâl alıyordu. Hatta Emirliğin vârisi iki kardeş liderlik için birbiriyle uyuşmazlığa düştüğü vakit biri İran öbürü Osmanlı merkezi ile ilişki kurup rekabet edebiliyorlardı. Atmaca’nın vurguladığı üzere, Babanlar Sünni-Şafii bir aile olmasına rağmen siyasi çıkarları doğrultusunda Şia olan İran şahı ile ittifak kurmakta ya da halife olan Osmanlı sultanına karşı rekabet etmekte bir beis görmemişlerdi. Ayrıca, Osmanlı-İran hududunun söylenegeldiği gibi Şii-Sünni sınır/ayrım çizgisi olmadığı, bilakis geçişlerin söz konusu olduğu ve Sünni-Şafii Baban Emirliğinin halifeye saygı göstermelerine rağmen İran ile siyasi ve stratejik ilişki kurduğu ifade edilmelidir.
1840’lara gelindiğinde Osmanlı merkezileşme politikası çerçevesinde Kürdistan’daki emirlikler Osmanlı’ya bağlanınca 1851’de emirlik sistemi lağvedilir ve çok geçmeden oluşan güç boşluğundan istifade eden Nakşibendî ve az sayıda Kadirî Kürt şeyhleri, bir çeşit toplumsal sözleşme diyebileceğimiz tavırla, iktidar sahibi olmaya başlar. Kürdistan’daki emirlik sisteminin ortadan kaldırılması ile birlikte Baban ailesinin mensupları da 1851’de yerinden edilir; kimisi Girit’e sürgüne gönderilirken kimisi Akre’ye vali, kimisi Paris’e büyükelçi olarak atanır. Böylece, lağvedilen emirliklerin aile mensupları bir şekilde Osmanlının bürokrasi ve entelektüel yapılanmalarına yeniden dâhil edilir.
Bu dönemle ilgili önemli bir başka husus, 1840’larda İran’ın ilk defa Osmanlı ile ittifak kurarak Kürt emirliklerine karşı mücadele etmesidir. Bu tarihten sonra Osmanlı-İran arasında oluşturulan sınır antlaşmaları dikkat çekicidir. Örneğin 1847’de imzalanan İkinci Erzurum Antlaşması’yla Osmanlı-İran sınırı oluşturulurken Baban Emirliğinin merkezi; Süleymaniye şehri üzerinde hangi tarafa ait olduğuna dair yaşanan ciddi bir tartışma üzerine, Cihânnümâ ve benzeri kaynaklardan belgelere dayanarak Süleymaniye’nin Sünni olduğu ve Osmanlı merkezi ile bağlantısı ispatlanarak Osmanlı tarafında kalması sağlanır.
Atmaca’nın üzerinde durduğu bir diğer konu, Baban Emirliğinin payitahtı, merkezî şehri olan Süleymaniye’nin inşası sürecidir. Bu bağlamda Süleymaniye’de kurulan saray, siyasi otoritenin yapısı ve hükûmet sistemi, bu siyasi işleyişin Osmanlı ve İran saraylarındaki işleyişle benzerlikleri, şehrin kültürel özellikleri ve şehirdeki patronaj (bilhassa şair) ilişkileri dikkat çekicidir. Bu bölgede Kürtçenin Soranî lehçesiyle yazılmış birçok eser mevcuttur. Baban ailesinin kökenlerinin dayandığı söylenen ve Kürtlerin en eski emirliği olan Erdelan Emirliği hakkında da malumat veren Atmaca’ya göre Baban Emirliği İran tarafında kalan Kürt bölgelerini Erdelan Emirliği üzerinden kontrol etmiştir. Ayrıca, on dokuzuncu yüzyılın başlarında farklı dinî gruplar (Keldanî ve Yahudiler) ve İran tarafında kalan Kürtler, İran hükûmeti ile siyasi sorunlar yaşadığında Babanlara sığınmaktaydılar.
Süleymaniye’deki kültürel ortama bakıldığında çok canlı bir kültürel ortamın varlığı görülür. Babanlar, Mevlânâ Hâlid’in Süleymaniye’de kalması için ciddi gayret sarf etmiştir. Nakşibendî Şeyhi Mevlânâ Hâlid şehre davet edilmiş ve 1810 yılında kendisine bir medrese, bir kütüphane ve büyük bir cami kurarak şehre yerleşmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte, bu dönem, o zamana kadar siyasete dâhil olmayan sufi tarikatların, İslâm âleminin birçok tarafında, siyasal ilişkiler içerisinde etkin rol almaya başladıkları zamanla örtüşmektedir. Kadirîler ile Nakşîler arasındaki gerilim, Osmanlı ve İran merkezleriyle kurdukları siyasi ittifak ya da ihtilaflar ve Bağdat ve Kirmanşah valileri ile temaslar gibi kompleks ilişkiler Baban Emirliğinin siyasi yapısında tebarüz etmeye başlar. İngiltere’nin Doğu Hindistan Şirketi başındaki isim olan Claudius James Rich’in Bağdat ve Süleymaniye arasındaki siyasi ve iktisadi faaliyetleri de Baban Emirliğinin çok farklı kliklerin ortasında kaldığını göstermektedir.