Osmanlı’da Ticaret –Kişiler, Kurumlar, İlişkiler–
Bilim Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından “Şehir Ötesi Ağlar” olgusunu merkeze alan panel dizisinin ikincisi “Osmanlı’da Ticaret –Kişiler, Kurumlar, İlişkiler–” adıyla 30 Kasım 2013 tarihinde yapıldı. Başkanlığını Özgür Oral’ın yaptığı panelde, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü Yakınçağ Anabilim Dalı öğretim üyesi İsmail Hakkı Kadı’nın ve yine aynı üniversiteden İktisat Bölümü öğretim üyesi Faruk Bal’ın sunduğu tebliğlerle Osmanlı’nın dâhil olduğu ticaret ağları incelendi.
İsmail Hakkı Kadı, on yedinci ve on sekizinci yüzyılda özellikle İzmir ve Amsterdam merkezli olarak yürütülen “Osmanlı-Hollanda Ticaret Ağları” hakkında arşiv kaynaklarından elde ettiği bilgileri network perspektifiyle sundu. Kadı’nın sunumunda öne çıkan noktalar şunlardır:
On yedinci ve on sekizinci yüzyılda Osmanlı-Hollanda arasındaki ticarette rol oynayan aktörleri dinî ve etnik arka planlarına göre şöyle tasnif etmek mümkün: Rumlar; Ermeniler ve Hollandalılar. Yahudiler ve Müslümanlar ise o dönemde istisnai olarak karşımıza çıkmaktadır.
Amsterdam’da faaliyet gösteren Ermenileri, Acem ve Osmanlı Ermenileri olarak ikiye ayırabiliriz. Amsterdam’daki noterlik kayıtlarından anlaşıldığına göre İran Ermenileri on yedinci yüzyılın başlarından itibaren ipek ticareti vesilesiyle Amsterdam’da görülmeye başlanıyor ve onları kısa bir zaman sonra sof ipliği ile Osmanlı Ermenileri takip ediyor. On sekizinci yüzyılın başlarında Amsterdam’daki Ermeni kolonilerinde denge Osmanlı Ermenileri lehine değişiyor. Ankara, İzmir, Amsterdam ve Leiden’a uzanan bir ticaret hattındaki mal akışının bir ucunda rol oynayan Ermenilerin bir sonraki aşamada bu faaliyetlerini o ticaret hattının diğer bir ucuna taşımaları sonucunda bir networkün ilk adımları atılıyor. Osmanlı Rumları ise özellikle on sekizinci yüzyılda gelişen pamuk ticaretine bağlı olarak Amsterdam’da varlık göstermeye başlıyor ve zamanla Osmanlı-Hollanda pamuk ticaretini domine ediyorlar.
Bir cemaatin belli malın transferinde uzmanlaşması sonucunda ticaret ağının genişlemesini sağlayan etkenlerden biri, ticaret hattının iki ucundaki kolonilerin karşılayamadığı ihtiyaçların üçüncü, diğer bir merkezden karşılanmasıdır. Mesela 1750’lerde Hollandalı sigortacıların Ermenilerin mallarını sigorta etmekten imtina etmeleri üzerine Amsterdam’daki Ermeni tüccarları farklı noktalardan bu ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor ve ağ genişliyor. Diğer bir etken, cemaat bağları üzerine kurulu olan ticari ilişkilerin cemaat üyelerinin değişik yerlere göçerek eski ve yeni yerleşimleri arasında ticareti korumaları yoluyla ağın genişlemesini sağlamalarıdır.
Bir ticaret ağının uzandığı noktaları noterlik kayıtları, poliçe işlemleri, ayrıca şirket kayıtları üzerinden takip etmek mümkün. Osmanlı-Hollanda örneğinde, Venedik, Trieste, Messina, Livorno, Londra, İstanbul, İzmir, İskenderiye ve Selanik gibi şehirleri içine alan bir hareket alanı karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç bölümünde yukarıda bahsi geçen ticaret gruplarının faaliyet gösterdikleri ekonomik bağlamı belirleme gücünden yoksun olduklarını, dolayısıyla faaliyetlerinin büyük oranda o bağlam tarafından belirlendiğini söyleyen Kadı; bu duruma örnek olarak sof ipliği üretiminde Fransa’nın üstünlüğü ele geçirmesiyle, bu malın Osmanlı-Hollanda ticaretinde önemini kaybetmesinin ardından Amsterdam’daki Ermeni kolonisinin ortadan kalkmasını vermektedir.
Kadı’ya göre bu networkün sağladığı avantajların başında bilgi akışı gelmektedir. Pazar şartları, fiyatlar ve riskler hakkında networkteki ağırlıklarına göre elde ettikleri bilgiler tüccarlara yatırımlarında avantajlar sağlamaktadır. Ayrıca networkün tüccarlara hazır olarak sunduğu yerleşik-ortak ticari kültür ve gelenek de ticaret yapmayı kolaylaştırmaktadır. Ancak geleneğe bağlı işleyen bir networkün içinde yer alanlar neyi niçin yaptıklarını ifade etme ve yazma gereği duymadıklarından, tarihçiler için tüccarlar arasında yürütülen işlemlerin ardındaki mantığın çözülmesi gibi zorluklar doğmaktadır. Networkün sağladığı güvenlik hissinin tüccarları risk almaktan alıkoyabileceğini bir dezavantaj olarak zikreden Kadı, Ermenilerin konumlarını fazla değiştirmemeleri yüzünden, belli bir mal akışına, bunun da ötesinde ekonomik sistemin gereklerine bağımlı hâle geldiklerini de ifade ediyor.
“Osmanlı-İspanya Ticaret Ağları” başlıklı sunumunda Faruk Bal iki ülke arasındaki ilişkileri “1782 öncesi” ve “1782 Barış ve Ticaret Anlaşması sonrası” başlıkları altında iki döneme ayırarak ele aldı ve şu hususlar üzerinde yoğunlaştı:
On altıncı yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ve İspanya arasındaki güçlü rekabet ve savaş yüzünden ticaret ancak dolaylı yollarla yapılabiliyordu. Fakat 1782’de İspanya’da iktidara gelen Bourbon Hanedanının, İspanya ekonomisini ıslah çabalarının bir neticesi olarak imzalanan barış ve ticaret anlaşması ile dış ticaret canlanıyor. Osmanlı ile sağlanan barış, İspanya’nın Trablus, Cezayir ve Tunus gibi ülkelerle barışını da beraberinde getiriyor. Böylece İspanya Akdeniz’de bir güvenlik ortamı elde ediyordu.
Doğrudan ticarette anlaşma öncesinde Katalan tacirler söz sahibi idi. Bunun haricinde Cadis, Alicante ve Malaga limanları da Fransız bandıralı gemilerle doğrudan ticarete katılıyor ve ağırlıklı olarak Kuzey Afrika, Halep, Şam, İskenderiye ve İzmir’e seferler düzenleniyordu. On altıncı yüzyıldan itibaren savaşlar ve papalığın dini yasaklamaları ile doğrudan ticarette bir düşüş meydana geliyor. Fakat İspanya’nın İslâm dünyasından gelecek mallara, bilhassa tahıllar ve buğdaya ihtiyacı olduğundan, tüccarlar bir ara yol bularak yasakların daha gevşek uygulandığı şehirlere gitmeye başlıyor. Bu yasaklamaların önü alınamayınca da %10’luk ekstra bir vergi ile –silah ve mühimmat dışında– ticaretin serbest bırakılması çözümü getiriliyor. Burada vurgulanması gereken bir başka husus, anlaşma sonrasında doğrudan ticarete katılan İspanya gemilerinin sayısında artış olmakla beraber –İspanya o dönem farklı sıkıntılar içinde bulunduğundan– bundan özellikle kaptanlarının çoğu Rum, yer yer Türk ve Ermeni olan Osmanlı gemilerinin istifade ettiğidir. İspanya ticaret gemileri ise Eğriboz, Mora, Ege Adaları ve İzmir’e sefer düzenliyorlar; ancak Hristiyan nüfusun yoğun bulunduğu limanlarla ticareti yeğliyorlardı. Diğer taraftan on altıncı yüzyılda dolaylı ticarete Venedik filoları hâkim iken, on altıncı yüzyılın ikinci yarısından itibaren üstünlük Marsilya’ya, dolayısıyla Fransa’ya geçiyor. Livorno, Genova, Messina, Malta, Menorca ve Gibraltar o dönemde Marsilya gibi aracılık eden limanların başında geliyordu.
İspanya’nın Osmanlı limanlarından ithal ettiği başlıca mallar ipek, kahve, tıbbî ve aromatik bitkiler, ham pamuk, pamuklu ve keten kumaşlardır. On sekizinci yüzyılda yün, deri ve tiftik gibi maddeler de giriyor; tahıllardan da buğday ithal ediliyor. Marsilya kanalıyla İspanya’ya giden mallar arasında ayrıca karabiber, tütsü, kauçuk, Hindistan cevizi, ışkın, sinameki, sakız yer alır. İspanya’nın ihraç ettiği ürünler arasında ise –Osmanlı’ya ihracatı çok düşük olmakla beraber– yün, keten ve ipekli kumaşlar, kırmızı böceği ve Amerikan gümüş parası zikredilebilir.
Firmalar ve tacirler bazında bakıldığında anlaşma öncesinde iki ülke arasındaki ticareti yabancı tacirlerin yürüttüğü görülür. Önce Cenevizliler ardından Venedikli tacirler, daha sonra ise Fransız tacirler ticarete yön veriyor. İngiliz ve Hollandalı tüccarların yanı sıra sürgün edilinceye kadar Moriskolar da nerdeyse tüm limanlara giderek ticaret yapıyorlar. Müslüman ve Yahudilerin on yedinci yüzyıldan sonra ticarete katılımları giderek düşüyor; zira gittikleri limanlarda tutuklanmaları söz konusu. Rumlar on sekizinci yüzyılda İspanya’da ön plana çıkıyorlar. İspanyol tacirler içerisinde de Katalan tacirlerin İslâm dünyası ile trafiği yürüttüğünü görüyoruz. Öte taraftan anlaşma sonrasında ticaret aracıların elinde kalmaya devam etse de, İspanyol tüccarların da Doğu limanlarına seferleri artıyor; gerek resmî gerek özel şahısların Osmanlı’ya geliş gidişlerinde de artış oluyor.
Konuşmasının sonunda iki ülke arasındaki ticarette limanların ve aracı limanların önemini vurgulayan Bal, ticareti gerçekleştirenlerin dinî ve etnik kimliklerine bakıldığında, Rum, Ermeni ve Hristiyanların ağırlıkta; Müslümanların ise yok denecek kadar az olduklarını ifade ediyor. Mallar bazında İspanya’nın Osmanlı’ya verdiği en önemli mal Amerikan gümüşü; Osmanlı’nın en büyük ihracatı ise buğday.
Tebliğlerin ardından söz alan Özgür Oral da Osmanlı-Venedik ticaret ilişkilerini incelerken karşılaştığı sorun; Osmanlı arşivlerinin yetersizliğine, dolayısıyla böyle bir konuyu çalışırken diğer ülkenin arşiv ve kayıtlarına bakmak gerektiğine dikkat çekti. Nitekim, Oral’a göre karşı taraftaki malzemenin boyutları bizimkilerle kıyaslanamayacak kadar çoktur. Diğer taraftan, bu veri çokluğunun altından kalkmak için de yeni tekniklere, programlara ihtiyaç vardır. Yine bu bağlamda, konsolosluk ağlarının incelenmesi de önemli ve yeni bilgiler sunacaktır.