Tanzimat ve Metatarih: Namık Kemal’in Tarihsel Anlatılarının Poetikası
Bilim ve Sanat Vakfı, Sanat Araştırmaları Merkezi tarafından hazırlanan Kırkambar Tez-Makale Sunumları kapsamında Emrah Pelvanoğlu Tanzimat ve Meta-Tarih adlı tezinin sunumunu gerçekleştirdi. Pelvanoğlu tezinin özelde Namık Kemal’in tarih anlatısı olarak değerlendirilebileceğini, genel olarak ise Namık Kemal’in yaşarken kendi eliyle kendisine dair inşa ettiği imgeler üzerinden tarihsel anlatıları çalıştığını ifade etti. Bu tarihsel anlatı meselesini filoloji ve tarih söylemi bağlamında ele alan Emrah Pelvanoğlu, tezinde Namık Kemal’in sağlığında kitaplaşan metinlerin izini sürerek tarihsel bir alan sunduğunu belirtti. Namık Kemal’in bir tarihsel anlatı yazarı olarak değerlendirilişinin bugüne kadar söz konusu olmadığını dile getiren ama öte yandan İntibah hariç bir şekilde tarihsel anlatı dışında tutulabilecek bir anlatısı da olmayan Namık Kemal’in bu yönüne değinmek istediğini söyleyen Pelvanoğlu, tezini, tarih ve edebiyat literatüründen faydalandığı teoriler bağlamında ele aldı.
Türk edebiyat tarihçiliği roman merkezli ve sezgisel bir kategorileştirmeye dayanan bir tarihçilik anlayışına sahiptir. Ayrıca, roman Avrupalılaşma paradigmasının erekselci bir noktası olarak ortaya çıktığından, İntibah çok önemsenen bir romandır. Öte yandan Namık Kemal’in kendi çağdaşları arasında İntibahçok fazla ehemmiyet arz etmemekte, daha ziyade Evrak-ı Perişanadlı eseri ilgi görmektedir. Bir anlatılar manzumesi olan, geleneksel mecmua üslubuyla örtüşen, farklı önemli kişilerin biyografilerinden oluşan Evrak-ı Perişan,Namık Kemal’in “atmaya kıyamadığı” bir yazılar bütünüdür. Bu kitabın çok fazla okunması, on dokuzuncu yüzyıl için tarihsel anlatının bugünkü roman anlayışına nispetle daha temel bir yerde durduğunu gösteriyor. Emrah Pelvanoğlu, Namık Kemal’e dair şu ana dek yapılan araştırmaların tarih yazım bağlamında metot ve kuramsal zeminden uzak olduğunu ve bu zemine ihtiyaç duyulduğunu düşündüğünden, böyle bir doktora tezi hazırladığını not etti.
İnsan zihninin mutlak nesnellik bağlamında her şeyi müthiş bir geçirgenlik ile aktaramayacağını kabul ederek, anlatıya herhangi bir eksiklik atfedilmeden, tarih zorunlu olarak bir hikâyedir, Pelvanoğlu’nun kaynak aldığı teorilere göre. Bu bağlamda, Hayden White’ın meta-tarih kuramı, birçok başka kuramın bir araya getirilerek kurulduğu biçimci bir teoridir.
Bunun temelinde Giambattista Vico olduğuna işaret eden Pelvanoğlu, gerçeğin yaratılan veya üretilen bir şey olduğunu da belirtti. Bilmediklerinin bilgisini bildiklerinden ürettikleri için, ilk insanlar zorunlu olarak şairlerdir, der Vico. Ayrıca, yapısalcılara göre dilin iki ekseni –metafor vemetonomi– varken, Vico ve White için böyle bir şey söz konusu değildir. Onlar daha ziyade asal bir değişmeden, yani mecazdan bahsederler. Ve onlar için mecaz ve kurmaca yalan değildir, yalan ziyadesiyle ahlâki bir kategoridir. Asal mecaz olarakVico metaforu ele alır, yani insan kendini metaforik bir şekilde dünyayı anlamak için ele alır. Kategorilerin mecazlaştırılmabir değişmeden, yani mecazdan bahsederler. Ve onlar için mecaz ve kurmaca yalan değildir, yalan ziyadesiyle ahlâki bir kategoridir. Asal mecaz olarak Vico metaforu ele alır, yani insan kendini metaforik bir şekilde dünyayı anlamak için ele alır. Kategorilerin mecazlaştırılmasını bu bağlamda tartışan Vico, insanda evrensel, kültür-bağımsız bir bilgi üretimi örüntüsü olduğunu belirtir. Vico için tarih döngüseldir ve bu yüzden de insanlık medeni açıdan en zirve yerdeyken barbarlığa en yakın hâlindedir. Bu bağlamda Hayden White’ın Vico’dan esinlenerek ortaya koyduğu teori ise, metonomik indirgemelerden bütünü kapsayan ve kavrayan bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, yukarıda belirtilen “eksiklik” hasebiyle Emrah Pelvanoğlu, Hayden White’ın meta-tarih kuramı ve döngüsellik bağlamında, on dokuzuncu yüzyılın büyük tarihsel anlatılarını ele aldı ve değerlendirdi. Meta-tarih kuramına dair verdiği bu detaylı girizgâhtan sonra Emrah Pelvanoğlu, tezinde Osmanlı tarih yazımında bunun örneklendirmelerini yaptığından bahsetti.
Osmanlı tarihinde, eski anlatıların aksine, içsel bir modernleşme refleksinin ortaya çıktığı zamanlara tekabül eden, modernleşmeye dair temel paradigmalarla daha sonra “dışarlıklı bir ilişkisellik” yürütülerek ortaya konan bir anlatı, kısaca metonomik dışsal bir anlatı mevcuttur. Ama içsel anlatıya ait olan metaforik anlatımda ise, mesela on altıncı yüzyılda devlet ve padişahın özdeşleştirildiği bir metafor üzerinden yapılan okumalarda gördüğümüz üzere, kültür, edebiyat, bununla örtüşen ve değişen ekonomi modelleri gibi genel bir şema çizildiği rahatlıkla gözlemlenebilir. Pelvanoğlu, bu tahlillerden hareketle, on altıncı yüzyıl devlet algısının özdeşlik üzerine bir dil kurduğunu, on yedinci yüzyıl devlet algısının ise metonomik, parçalıklı bir algı olduğunu belirtti. On sekizinci yüzyılda ise, devletin hanedandan bağımsız bir olgu olarak ortaya çıkışı ile devlet daha İçsel ve kuramsal bir düzlemde algılanmaya başlanıyor. On Dokuzuncu yüzyılda II. Mahmud’un keyfi mutlakıyet arzusunun yanı sıra yenilikçi tutumları, beraberinde Tanzimat’ı getirir. Tanzimat Fermanı, bürokratların şahsi olarak mal ve can güvenliği kaygıları ile bir koruma ihtiyacına binaen çıkarılmıştır. Kısaca, Pelvanoğlu okuduğu ve çalıştığı teoriler ışığında bir devlet okuması yaptığından bahsetti.
Emrah Pelvanoğlu tezinin son bölümünde ise, yine metatarihsel perspektif çerçevesinde, Namık Kemal’in ele aldığı biyografilerinin birer tarihsel anlatı olduğunu belirtti. Bunların ampirik vasıflarından yararlanarak meta-tarih anlatısını oluşturduğunu ifade eden Pelvanoğlu, ortaya bir kahraman anlatısı çıktığını da belirtti. Bu bağlamda, Namık Kemal biyografisini üç dönemde ele aldığını ve bunu Vico’nun metonomik ve insani ayrımını uygulayarak yaptığını belirtti. 16 yaşından olgunluğuna kadar olan şairlik döneminin ardından gazetecilik işlerine angaje olduğu süreçte bir kahramanın ortaya çıktığını görebileceğimizi belirten Pelvanoğlu, ardından Abdülhamid’in mutasarrıflığını yaptığı evrenin de Namık Kemal’in insani dönemini olduğunu vurguladı. Tezinin sonraki kısımlarını ise “umuda tarih yazmak” olarak adlandırdığını söylerken, devletin bekasının devamına dair olan “umut” üzerine iki dönemsel ayrım ile açıklamalarda bulunduğuna da değindi. Namık Kemal’in eserlerinde 1877 kadar olan umut dolu ve komik anlatıların 1878’den sonra yerini trajik anlatılara bıraktığını ifade eden Pelvanoğlu, bu bağlamda eserleri ile Namık Kemal’in tarihsel bağlamda nasıl özdeşleştirilerek ele alındığını anlattı ve Namık Kemal’in de eserlerinde kavram seçişlerinin dönemsel olarak metaforik geçişleri ele aldığını belirtti.
Kısaca, Namık Kemal’in tarihselleştirilmesi gerektiğini öne süren Pelvanoğlu, meta-tarih anlatısı içerisinde Namık Kemal’in eserlerinin nasıl karakterlere sahip olduğunu anlattı. Namık Kemal’in ve eserlerinin metanomik, metaforik ve ironik ayrımlar bağlamında farklı yerlerde tarihsel konumlandırılışlara sahip olduğunu da belirterek sunumunu tamamladı.