Türkiye’de Mikro Sosyolojiler: Sembolik Etkileşimcilik, Etnometodoloji ve Fenomenolojik Sosyoloji
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Türkiye’de Çağdaş Sosyolojik Yönelimlertoplantı dizisinin on dördüncü konuğu olarak Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Levent Ünsaldı’yı misafir ettik.
Ünsaldı, konuşmasına “sembolik etkileşimcilik”, “etnometodoloji” ve “fenomenolojik sosyoloji” gibi üç başlığın hem çok geniş konular hem de sınırları çok net olmayan etiketler olduğu konusunda uyararak başladı. Örneğin, Goffmann, kendisiyle yapılan bir mülakatta, “sembolik etkileşimcilik” diye bir şeyin olmadığını, bu adlandırmanın Blumer’e ait olduğunu; benzer şekilde, “etnomedoloji” adlandırmasının da Garfinkel’a ait olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra Ünsaldı, Türkiye’deki entelektüel atmosferin çok fazla tasnifçi bir mahiyet arz ettiği ve körleştirici bir yönü olan bu eğilimin kaynaklara gitmeyi de engellediği tespitlerinde bulundu.Ünsaldı, söz konusu alanların kurucuları da bu etiketleri reddettiği için bu alanları tek tek tanımlamak yerine her üç alanın temel teorik yaklaşımlarını ele alarak tartışacağını belirtti.
Ünsanldı’ya göre, bu akımların her üçü de ampirik vurgusu yoğun, etnoloji vurgusu olan ve hayatın içinden bir yapı arz eder. Oysa Türkiye’deki sosyoloji makro düzeyde konuşan, tasnifçi, malumat odaklı, siyasete bağlı ve Mesihçi özelliklere sahiptir. Haliyle, zikredilen üç akımın böyle bir entelektüel ortama girmesi zor olmuştur. Aynı zamanda mikrososyolojiler sınıf körüdürler; daha çok meslek kategorilerinden ve etnik kategorilerden bahsederler. Ünsaldı’ya göre, solun baskın olduğu bir entelektüel alandaki dar Marksizm görüşü, mikrososyolojiye kıymet verilmesine engel olmuştur. Bu dar Marksist görüşte her şeyin cevabı vardır ve dolayısıyla ampirik araştırmaya yönelmeyi engeller. Yerleşik ideoloji eleştirisi yapan muhafazakar gelenek de, ampiriğe uzak olduğu için mikrososyolojiye pek itibar etmemiştir.
1960’lı yıllarda Türkiye’den Amerika’ya giden akademisyenlerde, yüzyılın başındaki bu teorileri değil, o dönemde Amerika’daki hakim teorisyenler olan Parsons ve Merton gibi büyük düşünürlerin kuramlarını ve kantitatif ağırlıklı çalışmalarını ithal etmişlerdir. Yine Suç Sosyolojisi ve Kent Sosyolojisi alanlarında Blumer, Mead, Park gibi sosyologların ortaya koyduğu mikrososyolojik çalışmalar da bu dönemlerde görmezden gelinmiştir.
Bazen özne felsefesine kadar kaçabilecek bir “birey” ya da “aktör” vurgusu olduğunu belirten Ünsaldı, ayrıca bu üç yaklaşımın da yüz yüze etkileşimin suigeneris bir doğası olduğunu kabul ettiğini ifade etti. Bu alanlar, sosyal antropoloji ve etnolojiyle çok sıkı bağları olan ve dolayısıyla ampirik karakteri çok öne çıkan bir hususiyet arz eder. Özellikle Schutz’un fenomenolojik sosyolojisinde görüldüğü gibi gündelik yaşam sezgisine ve örtük anlam örüntülerine vurgu yapılır. Dahası, bu alanlarda ciddi bir yöntemsel melezlenme mevcuttur ve neredeyse her şey sosyolojinin konusu edilebilir.
Ünsaldı, özellikle 1990’lı yıllarda ülkemizde bu metodolojilerin kullanılmaya başlandığını ve ilk akla gelen isimler olarak Cihan Tuğal, Oğuz Işık, Meral Özbek, Ömer Miraç Yaman, Demet Dinler gibi isimleri ve ayrıca popüler kültür çalışmaları ile kültürel çalışmalar alanında incelemeleri sayılabileceğini söyledi.