Televizyonda Şiddet Dili: Suriye Krizi, Lübnan ve Hizbullah
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisinin Mayıs ayındaki son konuşmacısı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Yenal Göksun oldu. Toplantıda Göksun, Lübnan Hizbullah’ının yayın organı olan El-Menar televizyonu üzerinden Suriye krizi bağlamında şiddet söylemi değerlendirdi.
Konuşmasına, medya metinlerinde karşımıza çıkan göstergelerin dizilimi ve yapısının anlamı şekillendirdiğini ifade ederek başlayan Göksun, gösterge sistemlerinin toplumsal gerçekliği doğrudan yansıtmak yerine toplumsal gerçekliğin inşasında rol oynadığının altını çizdi. Göksun, televizyonun en önemli iddialarından biri gerçekliği yansıtma olsa da, toplumun üyeleri olan bireylerin anlam dünyasını şekillendiren asıl etkenlerin göstergeler, kodlar ve televizyonun bu kodları kullanış biçimi olduğunu belirtti.
Lübnan’da hayatın her anında insanların bu tip sembollerle hemhal olduğunu aktaran Göksun, Beyrut’ta bir taksiye binildiğinde içerideki sembollerden hareketle o taksinin bir Dürzi’ye mi yoksa bir Şii’ye mi ait olduğunun kolaylıkla anlaşılabildiğini dile getirdi. Sembollerin bir takım zihinsel sınırlar belirlemekle yetinmeyip insanların hareket alanlarına da sınırlar çizdiğini belirten Göksun, bu anlamların oluşturduğu sınırların ve kimliklerin sadece zihinlerde kalmadığını, eyleme de döküldüğünü ifade etti.
Televizyonun ideolojik işlevinin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu belirterek konuşmasına devam eden Göksun, çoğu zaman araştırmalarda Hizbullah’ın söylemininin El-Menar tarafından desteklediğinin ifade edildiğini, fakat bu bilginin artık bir sonuç değil, bir norm olarak nitelenebilecek bir bilgi olduğunun altını çizdi. Göksun, bu noktada El-Menar’la ilgili şu hususlara yoğunlaştığını dile getirdi: Belirli bir iletişim kanalı, aracısı olduğu iktidarın hegemonyasını güçlendirmek için farklı gerçeklikler inşa etmektedir ve çatışma/şiddet süreçlerinde medya tarafından yaratılan bilgiler, izleyicinin gerçeklik algısını yeniden tanımlamakta ve bu yolla sınıfsal çıkar elde edilmektedir.
“Televizyon şiddeti”yle kastettiği şeyin, televizyonda gösterilen somut şiddet olmadığını vurgulayan Göksun, televizyonu (Althusser’in tanımıyla) “bir ideolojik baskı aygıtı” olarak değerlendirdiğini belirtti. Dolayısıyla hem dil ve semboller yoluyla içinde bulunduğu eşitsiz durumun bireye kabullendirilmesini ve bu durumun bireyin üzerinde bir güç olarak hissettirilmesini hem de ekrana getirilen somut şiddeti (kanlı görüntüler vb.) ele aldığını dile getirdi.
Analiz yöntemi olarak Roland Barthes’ın mit analizi yöntemini kullandığını dile getiren Göksun, bu analiz yöntemiyle ilgili şunları aktardı: Göstergebilimsel bir analiz yapıldığı zaman, en temel araştırma nesnesi olarak gösterge ele alınmaktadır. Barthes’a göre, gösteren ve gösterilen sonucu oluşturulan gösterge, bir üst dile geçtiğimizde gösterilen olmaktadır. Bu, anlam dizgesinde göstergenin anlamının akışkan ve değişken olduğu anlamına gelir. İnsanoğlu göstergeleri yeniden ele alıp onların anlamını tekrar inşa etme kapasitesine sahiptir. Barthes’ın en ünlü analizi, Paris Match dergisinin kapağında yayınlanan asker üniforması giymiş, selam duran zenci bir çocuğun fotoğrafına yaptığı analizdir. Aslında burada okuyucu bayrağı görmez fakat çocuk bayrağa bakmaktadır. Fransa büyük bir imparatorluktur ve tüm çocukları renk ayrımı yapmaksızın bu bayrağa sadakatle hizmet etmektedirler. Zalimlerinin bayrağına selam duran bu çocuk, sömürgecilik iddialarına en iyi cevabı vermektedir. Dolayısıyla okuyucu, fotoğrafta Fransız milli kimliğini benimsemiş bir zenci görmekteyken fotoğrafın görünmez kıldığı/ üstünü örttüğü asıl gerçek, Fransız sömürgeciliğidir. Benzer durumlarla Hizbullah’ın El-Menar ’daki yayınlarında da sıkça karşılaşılmaktadır.*
Hizbullah’ın kurumsallaştıkça fikirlerini kamuoyuna yaygınlaştırma ihtiyacı hissettiğini dile getiren Göksun’a göre El-Menar televizyonu bu amaç için en etkili araç oldu. 1991’de kurulan El-Menar, başlangıçta günde 4 saat yaptığı yayın süresini giderek artırdı. Lübnan iç savaşı döneminde savaşan tüm grupların sahip oldukları illegal yayın kuruluşları, savaştan sonra lisans alıp legalleştiler. Bu kuruluşlar, iç savaş ortamında kuruldukları için savaştan sonra da ayrılıkçı/çatışmacı yapıyı yansıtmaya devam ettiler.
Göksun’a göre Hizbullah, medyayı iki şekilde kullanmaktadır: Birincisi kendi operasyonlarının yayınlandığı bir propaganda aracı olarak (İsrail askerlerinin kaçırılma görüntüleri gibi) ikincisi ise gündem belirlemek amacıyla (Nasrallah’ın konuşmalarının Lübnan’ın her köşesinde izlenmesi gibi). Hizbullah’ın hem silahlı bir aktör olarak sert gücünü hem de politik bir aktör olarak yumuşak gücünü kullandığını aktaran Göksun, savaş durumlarında ise ikisini birden koordineli bir şekilde harekete geçirebildiğine dikkat çekti. (Örneğin 2006 Temmuz savaşında El-Menar canlı yayınındayken Nasrallah’ın işaret ettiği İsrail gemisi vurulmuştu.)
Her ne kadar Batı hegemonyasına karşı bir direniş kavramı öne çıkarılsa da El-Menar televizyonunun uluslararası biçimsel kodları kullandığını (jenerik kodu, anlatısı, başlangıç kodu) ancak sunucunun besmeleyle selamlamasının ve kıyafetlerinin El-Menar ’ın farklılığını yansıttığını aktaran Göksun, her gün sunucunun değişmesinin, isimlerden ve yüzlerden ziyade örgüt ideolojisinin ön plana çıkarılmak istendiğini gösterdiğini vurguladı.
Göksun, Suriye krizi bağlamında El-Menar ‘ın simgeleri nasıl öne çıkardığını ele alarak konuşmasına devam etti. Terör eylemleri El-Menar televizyonunun öne çıkan haberlerini oluşturmaktadır; fakat bu eylemler zamansız geldiği için televizyonun bilgi üzerinde kurduğu iktidarı sarsabilmektedir. Mesela İran konsolosluğuna düzenlenen terör saldırısından biraz önce İran tarafından geliştirilen insansız hava aracının lansmanı yapılmaktaydı ki insansız hava aracı yukarıdan her şeyi kontrol eden bir araç olarak sunulmaktaydı. Bu haberin arkasından gerçekleşen terör eylemi El-Menar ’ın bilgi otoritesini sarstı. Ancak terör haberi verilirken “Sadece El-Menar tarafından elde edilen görüntüler” gibi ifadelerle bilgi otoritesi yeniden kurulmaya çalışılmaktaydı.
Cihat söyleminin Hizbullah’ın bütün şiddet eylemlerini kendisi üzerinden meşrulaştırdığı bir söylem olduğunu vurgulayan Göksun’a göre cihat ritüeli, aynı göstergeye nasıl farklı anlamlar yüklenebileceğini göstermesi açısından da önemlidir Bir Hizbullah militanının cenazesi tam bir ritüel olarak geçmektedir. Bu ritüellerde Musa es-Sadır’dan Humeyni’ye kadar değişen posterler geçmekte, ölen kişinin arkasında İmam Hüseyin türbesiyle fotoğrafı gösterilmektedir. Bu yolla tıpkı Hz. Hüseyin gibi mazlumların yanında zalimlerin karşısında savaştığı ve onun gibi cennete gittiği ima edilmektedir. Bu mit yoluyla görünmez kılınan gerçek ise Hizbullah’ın Suriye’de izlediği şiddet politikası ve sürdürmeye çalıştığı hegemonyasıdır.
Sonuç kısmında Göksun, Hizbullah’ın El-Menar yoluyla inşa ettiği bu gerçekliklerin sadece Hizbullah tarafından değil, uluslararası kamuoyunu etkilemek isteyen bütün aktörler tarafından kullanıldığını ve etkili olduğunu dile getirdi. Suriye savaşı başladığında uluslararası algının “Özgürlükçü muhalefet baskıcı yönetimden kurtulmak istiyor” şeklinde olduğunu hatırlatan Göksun, son beş yılda yaşanan tüm gelişmeler (terör örgütleri, bölünmeler, uluslarası müdahaleler) neticesinde Suriye’deki krizin aşırılıkçılar ve ılımlılar arasında bir karşıtlığa indirgendiğine, El-Menar ’ın söylemlerinin de bu durumun ortaya çıkmasında etkili olduğuna dikkat çekerek sözlerini bitirdi.*
[*] Konuşmasında Hizbullah’ın geçmişini ve El-Menar ’ı ortaya çıkaran şartları da aktaran Göksun, 1980’lerin başında kurulan Hizbullah’ın aslında 1950’lerden itibaren Lübnanlı Şiilerin hak arama sürecinin bir sonucu olduğunun altını çizdi. 1960’lı yıllar Lübnanlı Şiiler için politik mobilizasyonun arttığı yıllar oldu. İranlı bir lider olan Musa es-Sadr, o yıllarda Lübnan’a geldi ve 1970’lerin başında Lübnanlı Şiileri temsilen Mahrumlar hareketini ve onun silahlı kanadı olan Emel örgütünü kurdu. Bu yıllarda Nasrallah, Emel’in gençlik kollarında çalışan birisiydi. 1982 yılına gelindiğinde daha koyu İslamcı kesimler Mahrumlar hareketinden koparak Hizbullah’ı kurdu ve örgütün ilk genel sekreteri Şeyh Suphi et-Tufeyli oldu. 1975’te Lübnan iç savaşı, 1982’de ise İsrail işgali başladı. Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan’ı terk etti. Bu esnada sol örgütlerle beraber Hizbullah’ın da İsrail’e karşı direnişe başladığını aktaran Göksun, özellikle Şiilerin yaşadığı Güney Lübnan’da Hizbullah’ın direnişinin öne çıktığına ve bu direniş sayesinde Lübnan kamuoyunda tanınır hâle geldiğine dikkat çekti. Bu yıllarda Hizbullah, İsrail karargâhlarına intihar eylemleri gerçekleştirdi; fakat bunların hiçbirini üstlenmedi. İlk kez 1983 yılında bir eylemi sahiplendi. Örgütün kamuoyuna yönelik ilk bildirisi, 1985 yılında Açık Mektup Deklarasyonu’yla oldu. Bu metinde Hizbullah’ın temel ideolojik yaklaşımları açıkça görülmekteydi: İran İslam Devrimi’ne yapılan vurgu ve Velayet-i Fakih kurumunun önder olarak benimsenmesi. Örgüt, İran’dan sadece ideolojik destek değil, aynı zamanda alt yapı ve eğitim desteği de aldı. 1992’ye gelindiğinde Hizbullah Lübnan’da seçimlere girme kararı aldı. Bu karar Hizbullah’ı Lübnan siyasetine müdahil olmaya çalışan daha legal bir yapı hâline getirdi ve 92 seçimlerinden sonra Hizbullah mecliste yer almaya başladı.