15 Temmuz’un Türk Dış Politikasına Etkileri
Türkiye oldukça kritik siyasi, toplumsal ve jeo-politik krizlerden geçiyor. Hem içerideki hem de dışarıdaki güç kavgalarının giderek sertleştiğine tanıklık ediyoruz. En menfur hadiseyi ise 15 Temmuz 2016 gecesi darbe teşebbüsü biçiminde tüm ülke olarak yaşadık. Akim kalmaya mahkûm olan bu teşebbüslerin dış politika açısından da önemli sonuçlar getireceğinden yola çıkarak Küresel Araştırmalar Merkezi, 2016 güz döneminin açılış toplantısını, 15 Temmuz’un Türk dış politikasına etkilerini değerlendiren bir konuşmayla gerçekleştirdi. Ekim ayında icra edilen bu ilk toplantının konuğu ise Al Sharq Forum Araştırma Direktörü Galip Dalay’dı. Dalay, 15 Temmuz’un dış politika içindeki etkisini, dış politikanın genel trendleri ve uygulamaları bağlamında değerlendirdi.
Galip Dalay konuşmasına uluslararası ilişkiler teorisi içinde daha realist bir konum alarak başladı. Bu teorik kerterizinden düşünüldüğünde dış politika yapım süreçlerinde ani değişikliklerin yaşanması oldukça zordur. Dış politika süreçlerine aktör merkezli yaklaşmak, gerek olguların analizi gerekse de politika geliştirmek bakımından problem oluşturabilmektedir. Uluslararası ilişkilerde aktör değişiklikleriyle (örneğin, hükümet değişiklikleri) anlamlı dönüşümler yaşanmaz. Çünkü Dalay’a göre dış politikada aktörden çok daha fazla bağlam öne çıkmaktadır. Ülkelerin politik açmazlarını ve imkânlarını güçlerin oluşturduğu bağlamlar, aktörlerin niyet, arzu ve programlarından daha belirleyicidir. Türkiye’de bugünlerde olan süreç budur. Devletlerin uygulamaya koydukları politik programlar, stratejik hedefler ancak jeo-politik testlerden geçmek suretiyle etkili ve anlamlı hâle gelirler. Önceki hükümetler döneminde geliştirilen komşularla sıfır sorun politik prensibi de bugün geçerliliğini korumaya devam etmektedir. Bu stratejik ilkeler çerçevesinde ciddi bir kamu diplomasisine yönelinmiştir. Bu prensipler koşullara çarparak gelişmektedir.
Bununla bağlantılı olan ikinci bir husus da bağlamların geçirdiği transformasyonlardır. Türkiye’nin etkinliğini artırmaya çalıştığı bölgelerde ortaya çıkan yeni trendler, politika opsiyonlarımızı hızlıca değiştirmemize neden olmaktadır. Ortadoğu coğrafyasındaki siyasal dilde bir farklılaşma göze çarpmaktadır. Mücadelenin biçimi, siyasal talepler ekseninden hızlıca çıkarak siyasal kimlikler eksenli hâle geldi. Bu ise beraberinde kullanılan siyasi jargonun daralmasını getirdi. Siyasetin rengi, kimlik ekseninde yeniden kurulmaya başlandığında eskinin geniş kapsamlı ve kuşatıcı dili artık politik açıdan etkisizleşmeye başladı. İran ve Suudi Arabistan gibi ülkeler jeo-politik mücadelelerde kimlik kartlarını Ortadoğu coğrafyasında çok daha etkin biçimde kullanmaya başladılar. Mezkûr iki ülkenin siyasal kültürleri, öteden beri kullanageldikleri dil ve bölge coğrafyasındaki ilişki ağları neticesinde kimlik eksenli gelişen yeni süreçte çok daha etkili olmaya başladı. Türkiye’nin ise bu sürece tam anlamıyla hazırlıksız yakalandığı söylenebilir. Gerek devlet aygıtının temel nitelikleri gerekse de dış politikanın kurumsal, örgütsel ve ideolojik kapasiteleri bunun için ne elverişli ne de yeterlidir. İran ve Suudi Arabistan, bölgede daha rahat ve anlamlı hareket edebiliyorken, sahaya yeni girmiş Türkiye, tecrübe eksikliğinden dolayı yavaş adımlarla ilerlemek durumunda kalmaktadır. Bu analiz kapsamında Dalay, ülkenin iç politikasında var olan kadim korkuların da dış politikadaki strateji değişiklerini yavaşlattığını ve gerekli revizyonların yapılmasını ötelediğini vurguladı.
Bu nedenle Dalay, 15 Temmuz’un dış politikada anlamlı ve köktenci değişikliklere neden olmayacağını söyledi; dış politikanın temel çerçevesi ve iskeletinde radikal değişimler beklenmiyor. Ancak 15 Temmuz’la birlikte dış politikaya yeni başlıklar eklendi. “FETÖ” olarak kavramsallaştıran politik problem, Batı dünyasıyla ilişkilerin gerilmesinde önemli olmaya başladı. FETÖ’yle mücadelede belli bir mesafe alındığını söyledi ve şunun altını çizdi: “FETÖ” kavramsallaştırması, giderek dış siyasi aktörlerde de algının değişmesini sağladı. Bu mücadelede içerideki farklı sosyo-politik aktörlerin etkisinin olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Seküler cenahın da FETÖ’cü darbe girişiminin karşısında yer alması siyasal kanıt oluşturması açısından son derece önemlidir. Alınan mesafelerin yanında daha yapılması gereken çok şey bulunmaktadır. Ancak uluslararası ağları çok güçlü olan bir örgütlenmeyle başa çıkmanın zorluğunun farkına varmak ve hamlelerimizi ona göre yapmak gerekiyor. Türkiye’nin terörle mücadelede ciddi sorunları var: Öncelikle örgütün dışarıdaki bağlantıları tam olarak bilinmiyor. İkincisi, “terör” gibi daha nötr kavramların kullanılması, alan temizliğinde çok daha etkili oluyor. Unutulmaması gereken bir diğer nokta da Türkiye’nin ülkelerin kamuoylarını değil, elitlerini etkilemeye çalışıyor olması. O nedenle popülist yatkınlıklarla üretilmiş işler, ülke içinde etkili oluyor ancak diğer ülkelerin elitlerinin ikna edilmesinde çok işe yaramıyor. İçerideki mücadelenin dili dışarıdaki mücadeleye doğrudan sirayet ettiğinde, Türkiye’nin terörü alt etme şansı olmuyor. Geniş ölçekli bir yapıyla nasıl başa çıkılacak? Lobi faaliyeti yürüten firmalarla uğraşmak ne kadar mümkün olacak? Dalay’a göre, yerelleşme ve geniş ağlara sahip aktörlerle çok daha etkili ilişkiler geliştirmek gerekli. Bununla bağlantılı olarak ülkelerin kendi bağlamlarına odaklanan bir dil geliştirmeliyiz. Ülke kontekslerine dikkat etmeyen Türkiye tekil, normatif ve son derece cılız bir dil kullanmayı bırakmalıdır. Son olarak Dalay, normatif ve indirgemeci stratejileri bırakmamız ve 15 Temmuz’dan gereken derslerin çıkarılması gerektiğinin altını çizerek konuşmasını noktaladı.