Modern İstanbul’un Doğuşu
Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından tertip edilen ‘Bir Kitap Bir Yazar’ program serisinin Aralık ayı konuğu, İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi, mimarlık ve şehir tarihçisi Prof. Dr. Murat Gül idi. Geçtiğimiz sene ‘Tarih Okumaları’ serisinde şehircilik tartışmaları çerçevesinde özellikle Erken Cumhuriyet dönemi ilk el kaynaklarının ele alındığı bir toplantı serisinin ardından, Murat Gül ile önemli ölçüde bu kaynaklara temas eden ve Modern İstanbul’un Doğuşu: Bir Şehrin Dönüşümü ve Modernizasyonu başlığıyla Türkçeye çevrilen kitabı üzerine verimli bir toplantı gerçekleştirildi.
İstanbul’un planlama tarihi ve Türk modernleşmesinin yakın irtibatlarını ortaya koyarak incelediği ve geniş çaplı bir araştırma neticesinde bir dönemlendirmeye tabi tutarak ele aldığı meselenin hikâyesi, müellifin çocukluk yıllarına ve İstanbul’da yaşayan bir mimarlık öğrencisi olarak şahit olduğu İstanbul’un toplumsal ve fiziksel morfolojisindeki çarpıcı değişime kadar uzanmakta. Lisansüstü eğitim ve akademik çevrenin de etkisiyle İstanbul’un planlama tarihi ve özellikle de şehrin Erken Cumhuriyet ve Demokrat Parti dönemlerinde yaşadığı gelişim sürecini derinlemesine kavrama arzusunun böyle bir araştırmanın ortaya çıkmasına vesile olduğunu öğreniyoruz.
Konuşmasına araştırmanın yapısı ve yönteminden bahsederek başlayan Gül, tarihsel süreci anlamlı bölümlere ayırarak bu bölümler üzerinden bir yapı kurduğunu ve bu çerçevede her biri iki alt bölümden oluşan üç ana bölüm oluşturduğunu belirtti. Esasında baştaki hedefinin Menderes dönemi üzerine bir çalışma yapmak olduğunu, fakat araştırmalara başladıktan sonra bu dönemin, İstanbul planlaması söz konusu olduğunda önceki dönemlerden bağımsız ele alınamayacağını gördüğünden biraz geriye gitmek zorunda kaldığını ve bu geriye gidişin araştırmayı Lale Devri’ne kadar götürdüğünü belirtti. Buna göre çalışmanın ana hatları 18. ve özellikle 19. yüzyılı kapsayan Geç Osmanlı, 1923 ile 1950 arası Erken Cumhuriyet ve 1950-60 arası Demokrat Parti dönemlerinden oluşuyor. Bu çerçevede Osmanlı dönemi reformları, Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’nin yüzünü iyice Batı’ya dönmesi ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı türü demokratik bir yapıya geçiş gibi süreçlerde Batı fikirlerini uygulama arzusu, İstanbul’un kentsel dönüşümünde oldukça canlı bir şekilde gözlemlenebilmekte. Ayrıca İstanbul’un bu süreçte farklı rejimlerin kendi siyasi, ideolojik ve toplumsal politikalarını sergiledikleri teatral bir sahne hâline geldiği de, işaret edilen diğer bir husus.
İstanbul’un bu uzun modernleşme serüveninde evvela 19. yy. genç Osmanlı bürokratlarının planlama reformuna öncülük etmeye çalıştıklarını ve yabancı uzmanların planlama önerilerini görüyoruz. Fakat bunların yerel düzeyde bazı küçük düzenlemelerin dışında çoğu zaman ekonomik zorluklar dolayısıyla kâğıt üzerinde kaldığına ve başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekiyor. Bu anlamda çalışmanın Cumhuriyet’e kadar olan bölümü, klasik Osmanlı İstanbul’unun kentsel karakterinin modernleşmesinin ilk belirtileri ile 19. yüzyılın ilk yarısında şehrin imarı için girişilen temel çabaları ele almakta, Kırım Savaşı’nın ertesinde ise belediye idaresinin kuruluşu ve dağınık şekilde yürütülüp planlanandan pek azının hayata geçirildiği kentsel düzenleme çalışmalarını incelemektedir. Cumhuriyet’in kuruluşu sonrasında yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmelerin İstanbul üzerindeki etkilerinin ele alındığı kısımda ise Ankara’nın başkent olmasıyla Cumhuriyet’in ilk on yılında İstanbul’un ihmal edildiği, ancak 1933 sonrası dönemin kendi siyasi gündemiyle uyumlu bir şekilde İstanbul’u laikleştirme ve modernleştirme yoluna gidildiği görülmektedir. Bu görev, Kuzey Afrika’daki Fransız mandası altında bulunan Müslüman kentleri modernleştirme tecrübesi bulunan Henri Prost’a verilir, fakat İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş zamanındaki ekonomik zorluklar, Prost’un önerilerinin önemli kısmının çizim masasında kalmasına yol açar. Çalışmada Prost’un hayata geçirdiği projeler, planlama önerileri, görüşleri ve Kemalist modernleşme projesindeki rolü bir alt bölüm olarak detaylı bir şekilde tartışılmıştır. Demokrat Parti dönemine gelindiğinde ise tarımda makineleşme ile kırsaldan kente göç hareketi, çoğalan nüfus, konut sıkıntısı, motorlu taşıt ve trafik gibi meselelerin mevcut altyapıyı daha da zorladığı dikkat çeker. Bunun üzerine hem bu meseleler, hem de eski dönemlerdeki ihmale son vermek amacıyla Başbakan Adnan Menderes’in geniş ölçekli kentsel tasarım projeleriyle yeni bir döneme girildiği ve özellikle 1956 sonrasında İstanbul’da pek çok yıkım, devasa bulvarların açılışı ve şehrin geleneksel sınırlarının dışına doğru genişlediği görülmektedir. Çalışmada bu dönem, Prost’un planlarının hükümetin görevlendirdiği uzmanlarca revize edildiği 1950’lerin ilk yılları ve planların bir imar programı çerçevesinde uygulamaya geçirildiği 1956-60 yılları arası olarak iki bölüm hâlinde incelenmiştir.
Gül’ün çalışmayla ilgili dikkat çektiği diğer bir husus İstanbul’un geçirdiği bu köklü değişimin tarihî önemine karşın akademik ilgiye yeterince mazhar olmaması idi. Buna göre az sayıdaki çalışmaların da yalnızca fiziksel değişim çerçevesinde ele alınması ve çoğunlukla abartılı hikâyelerle süslenmiş sözlü tarih aktarımlarına dayanması da eleştirilen bir husustur. Özellikle Demokrat Parti döneminde yaşanan imar hareketlerinin olumsuz bir şekilde yorumlanmasında ve anlatımlarda Menderes’in nev’i şahsına münhasır özelliklerinin ön plana çıkarılmasında, dönemin hızla değişen siyasi ortamının önemli bir rol oynadığı gözden kaçırılmamalıdır. Bu bağlamda müellifin Menderes dönemini yeniden yorumlama ve bu dönemin İstanbul’un modernleşme hikâyesine daha objektif bir tarihsel perspektiften yaklaşılmasını sağlama amacı bulunmaktadır.
Bu noktada Gül’ün verdiği bazı örnekler dikkat çekicidir. Örneğin; İstanbul’da açılacak geniş bulvarların mucidinin Menderes olmadığı, bunların çoğunun fikrî altyapısının Osmanlı son yüzyılı ve Erken Cumhuriyet döneminde ortaya konulduğuna dair, çalışmasında da kapsamlı şekilde yer verdiği uzun bir tarihçenin varlığına işaret eder. Bu durum aslında Menderes’in, Osmanlı ve Cumhuriyet yöneticilerinin bir asırdır kurdukları hayalleri gerçekleştirdiğine dair önemli kanıtlar sunmaktadır. Ayrıca Prost’un Cumhuriyet dönemindeki rolünü tartışmaya açarak, her ne kadar genel olarak eleştiriden muaf tutulsa da, onun imkânsızlıklardan ötürü hayata geçmeyen İstanbul’a dair imar planları uygulanmış olsaydı, bunun İstanbul’un geleneksel karakteri üzerinde yıkıcı etkileri olacağına dikkat çekmektedir. Bu bağlamda Menderes’in imar programının Prost’un kökten çözümlerine nazaran daha mütevazı olduğu söylenebilir. Öte yandan Menderes dönemindeki imar çalışmalarına imkân tanıyan durumun, dönemin şartları itibariyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında genelde Avrupa’ya, özelde ise Türkiye’ye yağan ekonomik destek olması önemli bir husustur. Dikkat çekilen diğer bir nokta da aslında her iki dönemde de ele alınan imar programlarının kültürel ve tarihi mirası bugünkü anlamda fazla dikkate almayan öneriler olduğudur. Fakat kültürel miras kavramının ilgili dönemlerde yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada sınırlı bir anlam taşıdığı da unutulmamalıdır. Gül, çalışmasının esas hedefini, sadece kentin dokusundaki fiziki değişimi göstermekle sınırlı kalmayıp, çeşitli dönemlerde yapılan düzenlemelerin bu önemli dönüşümün altında yatan toplumsal ve siyasi koşulların birer parçası olduğunu vurgulamak şeklinde özetlemektedir.
* Modern İstanbul’un Doğuşu: Bir Şehrin Dönüşümü ve Modernizasyonu, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2013. [Murat Gül, The Emergence of Modern Istanbul: Transformation and Modernisation of a City, I. B. Tauris, 2009]