Adaletin Güçle İmtihanı: İslam Siyaset Düşüncesinde Savaş Ahlakı
Oryantalistlerin iştahla ilgilendiği iki konu İslam toplumlarında kadın ve Müslümanların savaşçılığıdır. Birincisinin alanını Doğu’nun dişil ırası üzerine tahayyüller, harem fantasması, rasyonel ve eril Batı’nın karşısında güdüsel ve dişil Doğu toplumunun öteki olarak kurulması ayrıca buna eşlik eden çeşitli mekân teknolojileri işgal eder. İkincisi ise barbarlık söyleminin farklı kisveleri ile karşımıza çıkar: Vahşi, yamyam, korkunç Türk, kâfir orduları… 90’lı yıllardan bu yana en çok duyulan varyasyonu ise “İslami terörizm” ve “cihadizm/ist” adlandırmaları. Bu nedenle İslam siyaset düşüncesinde savaşın konumunu düşünmek bugün hem siyasal hem de tarihsel açıdan epeyce önemli. Medeniyet Araştırmaları Merkezi “Adaletin Güçle İmtihanı: İslam Siyaset Düşüncesinde Savaş Ahlakı” adlı bir toplantıyla bu mevzuu odak alan bir oturum gerçekleştirdi. Programda Seda Ensarioğlu’nun Uludağ Üniversitesi’nde savunduğu doktora tezini dinledik. Yaklaşık 90dk süren toplantıda felsefe, siyaset, savaş ahlakı konuları genel anlamda tartışıldıktan sonra İslam savaş ahlakının adil savaş kuramı içerisinde yer alan bir sunum gerçekleştirildi.
İslam düşüncesinde siyasetin çoklukla ahlak risaleleri içerisinde yer aldığını belirten Ensarioğlu, bunun İslam’da siyasetin ahlaktan özerk bir alan teşkil etmediğine işaret ettiğini söyledi. Bu cümlede de içkin olduğu üzere konuşmacının kaynakları ziyadesiyle siyasetnamelerden ve ahlak kitaplarındaki siyaset/yönetim baplarından oluşturuyor. Bu kaynakların arasında fıkıh kitaplarının yer almaması çalışmanın sonuçları için ciddi bir eksiklik oluşturabilir. Zira savaş ve cihat hakkındaki tartışmaların ve hükümlerin asıl mecrasının fıkıh literatürü olduğu derhatır edilirse bu eksikliğin mahiyeti anlaşılabilir.
Konuşmasına realizmin, pasifizmin ve adil savaş kuramının savaş olgusuna yaklaşımlarını açıklayarak devam eden Ensarioğlu, Fârâbî’nin İslam düşüncesindeki ilk savaş teorisyeni olduğunu söyleyerek filozofun savaş hakkındaki görüşlerinden bahsetti. Fârâbî’nin tüm felsefesinde olduğu gibi savaş konusunda da Greklerden, bilhassa Aristoteles’ten etkilendiğini ileten konuşmacı onun tagallüp savaşını reddetmesinin, yalnızca müdafaa ve cihadı haklı savaş olarak görmesinin Fârâbî’yi adil savaş kuramına yaklaştırdığını ifade etti. Bu önemli filozofu Batılı düşünürlerin din düşüncesi içinde değil, tamamen felsefe içinde konuşlandırmaya meyyal olduklarını söyleyen konuşmacı, Fârâbî’de bu ikisinin birbirinden ayrılmadığını ve cihadın erdemli savaşın bir türü olarak görülmesi gerektiğini iddia etti. Bu fikrin din-felsefe arasında ahenkli bir ilişkinin yerine gerilimli bir çatışma ilişkisi bulunduğuna inanan Avrupa-merkezli zihniyetten tevellüt ettiğini düşündüğünü söyledi. Cihadın kutsal savaşla, yani karşı tarafın dinini değiştirme amaçlı -ya ihtida et ya da öl- savaşla, bir tutulması halinde Fârâbî’nin savaş düşüncesinin onun çok-kültürlü felsefesi içinde çelişkili durduğu yorumunun yüzeye çıktığını söyleyen Ensarioğlu, bu yüzden Fârâbî’nin bu ikisini ayrı tuttuğunu ileri sürdü. Ensarioğlu’nın konuşmasının ana yargılarını da bunlar oluşturdu. Yani yazının başından itibaren sırayla; İslam siyaset düşüncesi ahlaktan özerk bir alanda ele alınamaz, İslam savaş ahlakı adil savaş kuramı içerisinde değerlendirilmelidir, cihat kutsal savaşla bir tutulmamalıdır. Sunum süresi dahilinde yalnızca Fârâbî’nin düşünceleri boyluca tartışılabilse de Ensarioğlu bütün literatürde bu çizginin hakim olduğunu dile getirdi.
Oturumun sonunda müzakere başladı. Özellikle cihatla ilgili son yargı sunum sonrası çokça eleştiriye maruz kaldı. Klasik dönemde devletler-arası ilişkileri belirleyen asıl halin barış değil savaş olduğu ifade edilip yine fıkıhta cihadın ihtilafsız olarak kıtalle bir tutulduğuna değinildi. Modern hukukçuların İslam’ı savunmak adına seçmece bir tavırla bunları görmezden gelmelerinin meseleyi çarpıtmakla bir olması gibi, aynı zamanda bunun karşı tarafın ithamkâr yargılarını kabul edip daha düzgün bir argümantasyonun önünü de kapadığı söylendi.