Osmanlı Devleti ve Şii Tebaası

Paylaş:

BİSAV Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Tez-Makale Sunumları’nda Faruk Yaslıçimen ile zaman itibariyle 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başına, coğrafya itibariyle Lübnan ve Irak bölgesine yoğunlaşan ve Osmanlı devletinin Şii tebası ile ilişkilerini muhtelif açı ve konular üzerinden ele alan doktora tezi çerçevesinde bir program gerçekleştirdik. Yaslıçimen sunumuna bu konunun yeterince -neredeyse hiç- çalışılmadığını, mevcut az sayıda çalışmanın ise Osmanlı devletinin Şiilere nasıl yaklaştığını incelemediklerini ifade ederek başladı. Yaslıçimen’in tezinde yapmaya çalıştığı bu büyük boşluğu doldurmak, bölgede devlet otoritesinin daha da görünür hale gelmeye başladığı 1840’lardan itibaren Şii tebaanın devlet/yerel otorite ile münasebetlerini ortaya koymak. Konuya karşı beslediği genel yaklaşım tarzı ise; devletle toplum arasında karşıtlık arayan değil, devlet ve toplumun nasıl bir etkileşim içerisinde olduklarını, birbirlerini nasıl inşa ettiklerini anlamaya çalışan, meseleyi yerel ve merkezi unsurlar/iktidarlar arasındaki talep ve müzakerelerinin bir sonucu olarak ele alan bir yaklaşım.

1840’lardan itibaren merkezileşme hareketlerinin döneme karakterini veren en önemli hadiselerden birisi olduğunu belirtti Yaslıçimen. Bununla birlikte devletin bölgeye otoritesini götürürken ayrıştırılamaz bir ikili olan “din ü devlet” zihniyetini taşıdığını, dolayısıyla devletin eylem ve söylemlerinde din için mi devlet için mi hareket ettiğini tespit edebilmenin imkânsızlığını vurguladı. Sunuma başlarken yapılan bir başka vurgusu ise konunun sadece Şiilere yoğunlaşarak anlaşılamayacak boyutlara sahip olmasıydı.

Yaslıçimen tezinde/sunumunda Osmanlı siyasi merkezi ve Şii tebaa arasındaki ilişkinin mahiyeti ve seyrini bazı soru ve konulara yoğunlaşarak ele almaya çalıştı. Bunlardan birisi Osmanlı bürokratik aygıtı içerisinde Şiilerin varlığından bahsetmenin mümkün olup olmadığı, varsa kariyer sistemlerinin nasıl işlediği konusuydu. Yaslıçimen, Selim Deringil’in çalışmalarına referansla türbedar/hadim/serhadim/kilitdar pozisyonlarının merkezi idareden maaş almaları hasebiyle memur olarak görülebileceklerini ancak tayine tabi olmamaları ya da başka bir ifade ile mekân bağımlı bir işle meşgul olmalarının onların “memuriyet”ine halel getirebileceğini ifade etti. Bu tartışmalı çerçevenin dışına çıkan bürokratlar da tespit ettiğini ancak bunların Şii olduklarına dair teracim-i ahval defterlerinde değil, devlet dışı kaynaklarda yahut bu kişilerin dâhil oldukları problemin yer aldığı kaynaklarda bilgi bulunabildiğini belirtti. Faruk Yaslıçimen’in Şii yerel bürokratlar konusunda yaptığı araştırmalar neticesinde vardığı bulgular: (i) Şii bölgelerinde Sünni olmayan Müslümanların bürokrat olmaları bir norm ve normal bir durum. Devletin bu hususta hassasiyet gösterdiği nokta ise Şii bürokratların, huzursuzluk çıkma ihtimaline binaen Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgelere tayin edilmemesi. (ii) Bürokratik konumların düşük rütbelerde seyretmesi herhangi bir problem doğurmazken kariyerin yükselmesi ile şikâyetler de artmaya başlıyor. Bu mesele etrafında konuşmacının mercek altında aldığı bir başka konuyu ise Irak’ta konuşlu 6. Ordu teşkil ediyor. İlk defa 1858’de Şii nüfusun askere alınmasıyla başlayan buradaki serüven 1890’lara geldiğinde ordudaki şii nüfusun azaltılması gerektiği noktasına varıyor. Zira devletin hafızası ve tecrübesi mezhebi aidiyet ile siyasi sadakat arasındaki ilişkinin göz ardı edilmesine mani oluyor. Yaslıçimen’in bu noktada cevaplamaya çalıştığı asıl soru şu: Gerek sivil bürokraside gerekse 6. Ordu tecrübesi bağlamında gözlemlenen uygulamalar mezhepçi yaklaşımın bir ürünü mü yoksa bunlar idari tedbirler mi? Yaslıçimen’e göre bu, Osmanlı’nın imparatorluk genelinde uyguladığı bir idari/siyasi tedbir. Devletin resmi metinlerinde “mahzur-ı cins” olarak tarif edilen bu durum aynı bölgeden/etnik kökenden/mezhepten bir topluluğun bir güç temerküzüne erişmesinin önünü almak gibi bir idari tedbiri de beraberinde getiriyor.

Tezinde/sunumunda sürgüne gönderilen Şii bir tüccar olan Nureddin ve kardeşi İbrahim’in serüvenine de bir bölüm ayıran Yaslıçimen, bu kardeşlerin merkezi idare ile yaptıkları yazışmalar üzerinden karar alma ve politika belirleme süreçlerinde yerel unsurların da etkili olduklarını gözlemliyor. Keza bir başka bölümde Şii müçtehitlerin hatt-ı hareketlerine mercek tuttuğunda onların da merkezi idare ile daimi ve kuvvetli bir ilişki içerisinde olduklarını, müçtehitlerin Osmanlı reform hareketlerini desteklediklerini ve hatta kendilerini onun bir parçası olarak gördüklerini, Osmanlı’nın da onların statülerine halel getirmemeye itina ettiğini belirtiyor. Bu etkileşim ürünlerini I. Dünya Savaşı’nda müçtehitler tarafından yayınlanan cihat fetvalarında kendisini göstermiştir. Yaslıçimen, özel olarak müçtehitlerin, genel olarak Şii unsurların savaş esnasında devletin yanında yer almalarını bir kaç unsura bağlıyor: (i) Şiiler nazarında Osmanlılar bir Sünni despotizmini temsil etmiyor. (ii) Merkezileşme süreçleri ve II. Meşrutiyet sonrası sosyal/siyasi ortam Şiileri daha çok devletin bir parçası haline getiriyor. (iii) İttihad-ı İslam anlayışının Şiiler nezdindeki karşılığı diğer unsurlara nazaran daha etkili. (iv) Çelişik gibi görünse de İttihat ve Terakki’nin Irak’a yönelik bazı seküler denebilecek politikaları da onların devlete yakınlık duymalarını sağlıyor.

Yaslıçimen son olarak Osmanlı’da yaşayan gayrısunnî unsurların sosyo-politik konumlarını açıklayabileceğini düşündüğü bir takım kavramları izah ederek sunumunu tamamladı. Bunlar muğlâklık (merkezileşme süreci ile birlikte “kararsızlık”a doğru seyreden bu süreç, devletin tarafları net ve kesin olarak tanımlamamasıni ifade ediyor), bağlam temelli yaklaşım (ehl-i İslamı temsil eden unsurların sosyal bağlama, sosyal yapının unsurlarına göre değişiklik arzetmesi, tek bir temsiliyetin olmaması) ve mertebeli muamele (merkezde Hanefi-Sünni gelenek olmakla beraber diğer dini kesimler arasında bir kademe sisteminin olması).

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir