Siyasette Adaletin Yeri ve Rolü: Asabiyye versus Adalet

Paylaş:

Küresel Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen Küresel Siyaset ve Adalet Konuşmaları’nın Mart ayındaki yedinci oturumunun konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akif Kayapınar’dı. Kayapınar, konuşmasında özellikle Batı-dışı toplumları dikkate alarak adalet kavramı üzerinden kapsamlı bir tartışma yürüttü. Kayapınar, ana hatları ile üç temel iddiada bulundu: (i) Adalet mahiyeti itibariyle evrensel uzlaşıma kapalı bir değerdir; adalet ancak evrensel düzeyde işlevsel olarak tanımlanabilir; (ii) adalet nizamı pratikle bağımlı bir durumdur; (iii) adalet asabiyye önkoşuluna tabidir. Bu bağlamda, adalet fikri ve düzeni bir sebep olarak değil sonuç olarak sunuldu.

Tartışmayı başlatmadan önce Kayapınar, Rawls sonrası adalet tartışmalarının nasıl modern Batı siyaset düşüncesinde merkezi bir konuma geldiğini aktardı. Konuşmacıya göre bu tartışmaların merkeze kayması, özellikle işleyen bir adalet düzeni kurmakta başarısız Batı-dışı toplumlarca ümitle karşılandı. Buna mukabil, Batı’daki adalet tartışmaları büyük oranda maddi varlıkların toplumsal dağılımına odaklanırken Batı-dışı toplumlarda ana vurgunun bizzat siyasal düzenin tesisinde olduğu görüldü. Kayapınar’a göre tüm bu tartışmalarda adalet düzeni bir ilk sebep olarak varsayılırken diğer siyasal değer ve kurumlar ikincil sırada ele alındı. Konuşmanın odak noktası ise bizatihi bu varsayımı sorunsallaştırmak oldu. Bu çerçevede öncelikle adaletin neliği ve işlevi üzerine ve sonrasında asabiyye üzerinden adaletin pratikteki bağımlılığı tartışmaya açıldı.

Adaletin evrensel, kültürlerarası bir uzlaşıma kapalı olduğu savını işleyen konuşmacı, bu iddiasını Eksen Çağ medeniyetlerindeki adalet tartışmalarından güncel dağıtımcı adalet tartışmalarına değin genel bir yelpazeden belirli örnekler sunarak destekledi. Ana hatlarıyla adaletin şu şablonlar dâhilince anlaşıldığı iddia edildi: İlahi buyruk, tabii hukuk doktrini, sözleşmeye dayalı insan icadı, müellifi siyasal otorite olan kanunlar seti, toplumsal fayda aracı, rasyonel ahlak ilkesi ve hakkaniyetli bölüşüm. Tüm bu örneklerin sonrasında Kayapınar, her adalet tanımının birçok kültür-bağımlı metafizik ve epistemolojik aksiyomu varsaydığı ve bu aksiyomlar üzerinde uzlaşım olmadığı müddetçe adaletin tanımında da bir uzlaşıma varılamayacağı sonucuna vardı. Sözgelimi Yahudilik, Katolik Hristiyanlık ve İslam’ın adalet anlayışı Tanrının mahiyetine ve insanlarla ilişkisine yönelik farklı teolojik önkabuller sonucu birbirinden farklıdır. Kadim adalet anlayışı ile modern adalet anlayışı karşılaştırıldığında ise ahlakın ana referansı aşkın bir kaynak mı yoksa insan-merkezli bilgi mi, sorusuyla karşılaşırız. Batı’nın kendi içindeki tartışmalarda dahi birey, toplum, mülkiyet, değer vb. temel mefhumlar üzerinden epistemolojik tartışmalar yapıldığı görülür. Dolayısıyla Kayapınar, adalet tartışmalarının aslen metafizik veya epistemolojik bir tartışma olduğu; bu telif edilemez farklı duruşlar arasında bir uzlaşının yakın gelecekte mümkün olmadığı sonucuna vardı.

Adalet özü itibariyle tanımlanamasa da, adaletin işlevselliği noktasında konuşmacı daha olumlu bir tablo çizdi. Kayapınar’a göre adalet, evrensel düzeyde mahiyeti itibariyle değil, işlevi itibariyle tanımlanabilir. Bu temel işlevi keşfetmek için konuşmacı siyaset için temel bir ikilem belirledi: siyasal hiyerarşik iktidarın tesisi ile bireylerin güvenliği için iktidarın sınırlandırılması arasında gerçekleşen gerilim. Güvenlik-özgürlük ikilemi bu gerilime örnek teşkil edebilir. Farklı zaman ve toplumlarda farklı formüllerle bir denge noktasında çözülmüş görülse de her birinde aynı ikilem şablonunun yürürlükte olduğu ve adaletin bu dengedeki temel işlevi ise iktidar temerküzünü sınırlandırmak olarak karşımıza çıkıyor. Her toplumda bu dengeleyici kuvvet farklılaştığı için adalet kavramının mahiyeti de toplumdan topluma değişiklik göstermiştir Kayapınar’a göre. Konuşmacı bu gözlemini Eksen Çağ öncesinden Klasik Yunan’a, erken dönem Hristiyan anlayışından modern döneme kadar geniş bir yelpazede iktidarın, meşruiyetin ve adaletin nasıl tanımlandığına dair örneklere destekledi. Ayrıca Kayapınar, muktedirin merkezi otoritesinin artması ile adalete atfedilen yüceliğin artışı arasında bir paralellik gördüğünü de aktardı. Tüm bu gözlemlerin ve iddiaların sonucunda konuşmacı, adalet kavramının sadece teorik düzeyde değil pratikte de bağımlı bir değer olduğu ve bir sonuç olduğu sonucuna vardı. Bu noktada ise dikkatlere başka bir mefhumu sundu: asabiyye.

Kayapınar asabiyye bahsini açmadan önce siyaset bilimi literatüründe genel kabul görmüş siyaset tanımlarının belirli bir iktidar düzenini varsaydığını, sistemlerin oluşumunu, değişimini dikkate almadığını öne sürdü. Konuşmanın başında belirttiği Batı ile Batı-dışı toplumlar arasındaki adalet tartışmalarının farklılıklarına paralel bir şekilde, Batı belirli bir sistem içerisindeki aktörlerin davranışları ile iligli iken, Batı-dışı toplumların ana vurgusu sistemin kuruluşudur. Bu eksikliği gidermek adına Kayapınar siyaset için şöyle bir tanım önerdi: “Siyasal toplumun teşekkülü ve iktidarın temerküzü, yürütülmesi ve sınırlandırılması ile alakalı eylemler bütünüdür.” Konuşmacının sunduğu çerçevede iktidarın yürütülmesine ilişkin ilkeler, teşekkül sırasında soyut halde mevcuttur. Pratikte ise iktidarın yürütülmesi ve sınırlandırılması iktidarın temerküzüne bağlıdır. İktidarın temerküzü ise siyasal toplumun varlığını zorunlu kılar.  Bu altyapı için temel bir zemine ve zihinlerin ve gönüllerin aynı yönde mobilize olduğu bir siyasal toplumun teşekkülüne ihtiyaç vardır. Tam da bu noktada sistemi meşru kılan iyi hayat vizyonu devreye girer. Huntington’a göre siyasal toplumun ayırt edici özelliği, insanların çoğunluğunun ve elitlerin uzlaştığı bir iyi hayat vizyonudur. Bu siyasal toplumun oluşumu ile iktidarın temerküzünün de ön şartı yerine gelmiş olur.

Bu yeni çerçevenin dayanağı içinse alternatif bir düşünce tarihi sunumu, konuşmanın devamını oluşturdu. Bu kısımda Kayapınar Eski Yunan’dan Rönesansa uzanan bir dönemde, farklı düşünürlerin siyasal toplumun oluşması için temel önem atfettikleri iyi hayat vizyonu ve bu vizyon çevresinde gelişen bağa dair kapsamlı bir sunuşta bulundu. Aritoteles’in philia’sından Tusi’nin muhabbet’ine, Romalı düşünür Polybius’un ve sonraları Cicero’nun virtus’undan, Machiavelli’nin virtu’suna uzanan bu çizgide, temel vurgu siyasal toplumun oluşması için o toplumu oluşturan kişilerin kamusal çıkarları, diğer kişilerin çıkarlarını kendi çıkarlarının üstüne koyması üzerinedir. Bu kardeşliğin, uhuvvetin eksilmesi, kişisel hırs ve ihtirasların öne çıkması tüm bu düşünürlerin anlatısında bozulmanın sebebidir. Ayrıca bu duygu beraberinde ahlaki-ruhi bir değerler bütünü de taşır. Kayapınar’ın son örneğini ise İbn-i Haldun’un asabiyye kavramı oluşturdu.

Sonuç olarak bu konuşmada Kayapınar, adalet tartışmasına yeni bir katkı sundu ve adaletin teoride ve pratikte bağımlı bir değer olduğunu, adaletin asabiyye’ye sahip grupların bir siyasal toplumu kurması ve sonrasında iktidarın temerküzünü takiben onu sınırlandırma işlevi gördüğünü iddia etti. Bu minvalde, Batı-dışı toplumların ilk ihtiyacının ahlaki bir kıvamı oluşturmak olduğunu iddia eden konuşmacı, böylesi bir ahlaki-ruhi çerçeveden yoksun bir toplumda oluşturulan adalet düzeninin akim kalmaya mahkûm olduğu sonucuna vardı.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir