Osmanlı Kudüsü’nde Toplum ve Siyaset (1703-1789)
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Tez-Makale Sunumları programı çerçevesinde Mayıs ayında Kastamonu Üniversitesi öğretim üyelerinden Alaattin Dolu’yu dinledik. Dolu’nun çalışması 18. yüzyılda Osmanlıların Kudüs’teki siyasetinin nasıl şekillendiğini, bu teşekkül sürecinde hangi araçların ve hangi aracıların rol oynadığını incelemeyi hedefliyor. Tezin 1703-1789 zaman aralığına yoğunlaşmasının arka planında ise 1703’te Edirne Vakası ve Kudüs’teki nakibüleşraf isyanı ile yeni bir dönemin başlaması ve 1789’da Napolyon’un bölgeyi istilasıyla da bu dönemin bitmesi yatıyor. Diğer taraftan incelenen ahkam defterlerinin bu zaman aralığına tekabül etmesi de bu tercihte rol oynayan bir başka faktör.
Diğer dinlerin yanı sıra İslam açısından sembolik değer itibariyle oldukça önemli bir yeri haiz olan Kudüs’ün Osmanlı hakimiyetindeyken de öne çıkan özelliği bir din kenti oluşudur. Bu noktada, Kudüs bağlamında, asıl altı çizilmesi gereken ve iktidarın meşruiyet zeminini ve aracını oluşturan mesele ise hac yollarının güvenliğini sağlamaktı ki Osmanlı bunu temin etmek için iki ayrı müessese ihdas etmişti: Hac Emiri ve Cerde Emirliği/Bağşbuğluğu.
18. yüzyıl söz konusu olduğunda Osmanlı’nın Kudüs’teki hakimiyetini sürdüren aracıların başında belirli ulema aileleri geliyordu. Özellikle 1703’te nakibüleşrafın gayrimüslim tebaanın da desteği ile devletin temsilcisi olan mütesellime karşı isyanından sonra adem-i merkeziyetçi bir politika izlenmeye başlanmıştı. Ayrıca, bazı ulema ailelerinin etkinliklerini daha önce görülmemiş bir biçimde artırdığı; medrese, vakıf, mahkeme başta olmak üzere hemen her müessesenin bu ailelerin idaresinde olduğu müşahede edilmekteydi. Devlet, bu yüzyılda iktidarını meşrulaştıracak aracılar olarak ulema aileleri ile işbirliği içerisindeydi.
Vakıflar üzerindeki hakimiyetin yerel aktörler arasındaki siyasetin bir boyutu olduğunu aktaran Dolu’nun sunumunun son bölümünü bütün bu aracıların ve reayanın merkeze sundukları şikayetler teşkil etti. Şikayete konu olan hususların ekseriyetini ise vakıf gelirlerine müdahale, vakıf mülklerinin tasarrufu sorunu ve vakıf yönetiminde karşılaşılan problemler oluşturuyordu. Konuya dair ilginç bir veri de bu şikayetlerin %70’lik bir kısmının bizzat İstanbul’a gidilerek yapılmış olmasıydı.