II. Selim Dönemi Osmanlı Diplomasisinin Ölçüt ve Çeperleri
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nce düzenlenen Bir Kitap Bir Yazar programları çerçevesinde Kasım ayındaki konuğumuz İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Güneş Işıksel oldu. Işıksel 2016 yılında Fransızca olarak yayımlanan La diplomatie ottomane sous le règne de Selîm II : Paramètres et périmètres de l’Empire ottoman dans le troisième quart du XVIe siècle başlıklı kitabı çerçevesinde II. Selim döneminde Osmanlı diplomasisinin hem olaylar üzerinden tarihi bir anlatısını hem de yöntem ve teori açısından diplomasi ile ilişkili kavramların detaylı bir analizini yaptı. Kitap Işıksel’in ifadesiyle doktora tezinin bir türevi olsa da ondan belirli farklılıkları olan bir çalışma. Işıksel sunumunu iki bölümde gerçekleştirdi. İlk bölümde çalışmanın yöntemi ve kaynaklarını detaylı bir şekilde ele alırken ikinci bölümde kitabın içeriği hakkında bilgi verdi.
Öncelikle kendisini siyasi tarihçi olarak konumlayan Işıksel, çalışmanın ilk aşamasında konu ve dönem seçiminin oldukça önemli olduğunu belirtti. II. Selim dönemi ile ilgili Don Volga seferi ve İnebahtı Savaşı gibi parça parça çalışmalar olduğunu ancak bütün bir dönemi ele alan neredeyse hiçbir çalışma olmadığını dile getiren Işıksel, II. Selim dönemiyle ilgili çalışma yapmadan önce dönemden bağımsız bir şekilde diplomasi üzerine uzun bir çalışma dönemi geçirdiğini ifade etti. Konuyla ilgili müellefata dair yaptığı çalışmaların hemen akabinde bugün de siyasi tarih konusunda çalışmak isteyenlerin ilk başvurması gereken ve en derli toplu kaynak olan mühimme defterlerini taradığını ifade etti. Yine kaynaklar çerçevesinde önemli bir konuya değinen Işıksel, II. Selim dönemini kendinden önceki dönemlere göre ciddi miktarda belge artışının olduğu bir dönem olarak tanımladı Hem mühimme defterlerinin hem de elçi raporları gibi diğer kaynakların yardımı ile II. Selim döneminin dış ilişkilerinde nasıl kararlar alındığını neredeyse eksiksiz bir şekilde takip edebildiğini ifade etti. Işıksel’e göre bu dönemdeki Osmanlı diplomasisi açısından hem iç kaynaklar hem de dış kaynaklar oldukça önemli çünkü her ikisi üzerinden farklı anlatılar kurulabileceği gibi çapraz okumalarla elde edilen anlatıyı sınama imkanı da ortaya çıkmaktadır.
Kaynaklar üzerindeki çalışmasının ardından olaylar örgüsünü tamamladığını ifade eden Işıksel, asıl sorunun bu olay örgüsünü, kitabın da başlığında ifade edildiği üzere, hangi çeper ve ölçütlerle ele alınabileceği sorunu olduğunu belirtti. Bu çerçevede dönemlendirme sorununa değinen Işıksel, kitabın kapağındaki Sokullu’ya ait mühre atıfta bulunarak bu dönemin gerçekten II. Selim dönemi diplomasisi mi yoksa Sokullu dönemi diplomasisi mi olduğunun kolay bir cevabı olmadığını ifade etti. Genellikle bu dönemle ilgili yazılan ikincil kaynaklarda II. Selim’in bir gölge olduğunu düşünmemizi gerektiren anlatıların mevcut olduğunu belirten Işıksel, kendisinin literatüre de bir katkı olarak II. Selim’in rolünü ortaya çıkarmaya çalıştığını belirtti. Ancak, sunum boyunca Işıksel’in ele aldığı konular arasında (Seferler, isyanlar, elçi raporları, sınır beylikleri ve diplomasi vs.) II. Selim’in rolünü belirgin bir şekilde ortaya koyan bir örnek olaya değinilmedi. Bu çerçevede başlık konusuna da değinen Işıksel, Osmanlı diplomasisinin belirli bir sultan veya sadrazam ile sınırlamanın çok da uygun olmadığını ifade ettikten sonra kendisinin pratik bir tercihte bulunduğunu söyledi.
Yine başlıkta ifade edilen diplomasi kavramı ile ilgili olarak bu kelimenin hem Osmanlı hem de bu dönem tarihi için tutarlı bir kavram olmadığını ifade eden konuşmacı, aslında modern bir kavram olan diplomasi ile bu dönemi anlamaya çalışırken sürekli bu anakronizmi akılda tutmak gerektiğini vurguladı. Hem Osmanlı hem de yabancı muhatapları açısından böyle bir kavramdan ziyade “istimalat” ve “mudara” gibi iki kelime öneren Işıksel bu kavramların Osmanlı’da diplomasi için kullanılabileceğini ifade etti. Osmanlı diplomasisi yoktu tezini savunanlara göre diplomaside esas olan karşılıklılık ilkesidir yani birbirini karşılıklı tanıma esastır. Osmanlı uzun süre dışarı elçi göndermiyorsa, ki II. Selim dönemi de buna dahildir, bir diplomasi olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Işıksel’e göre kitabın temel sorusu da böylece ortaya çıkmış oluyor. Diyelim ki Osmanlı böyle bir karşılıklılık tanımıyor, diğer devletlerin elçilerine iyi davranmıyor ama sonuç olarak Osmanlı’nın kendine ait sınırları dışında kalan bir alan var ve o alanla bir şekilde ilişkiye geçiyor. Işıksel kitap boyunca bu ilişki tarzını sorgulayarak Osmanlı diplomasisinin II. Selim dönemindeki izlerini sürüyor.
Işıksel’e göre çalışmanın en önemli katkılarından biri Osmanlı’nın bu dönemdeki bütün sınırlarını el alan bir çalışma olmasıdır. Literatürde hem Avrupa hem Fas hem İran ile ilişkilerini ele alan bir çalışma yok. Dolayısıyla böyle bir çalışmada sadece Osmanlı değil aynı zamanda Osmanlı’nın dış ilişkiye geçtiği ülkelerin de diplomasisi hakkında düşünmek gerekiyor.
Işıksel sunumun ikinci bölümünde daha çok kitabın içeriğinden bahsetti. 16. Yüzyılın üçüncü çeyreği olarak tanımladığı bu dönemin siyasi ve diplomatik ilişkilerini ele alarak hem II. Selim öncesi hem de II. Selim sonrası Osmanlı diplomasisinin seyrini çizdi. Sonraki bölümde II. Selim’in tahta çıktığı dönemden sonrasını ele alan Işıksel, II. Selim’in saltanatına bir savaşla değil de iki büyük rakibi olan Habsburg ve İran ile barış yaparak başlamasının bu dönemin diplomasi karakterini de gösterdiğini ifade etti.
Üçüncü bölümden itibaren somut diplomatik gelişmeleri ele alan Işıksel, II. Selim döneminde barışın savaşın yerine ikame edilen bir kavram olarak ortaya çıktığını söyledi. Dönemin siyasi tarihinde en önemli gelişmelerden biri olan Don Volga seferine değinen Işıksel bu seferin bilinmeyen bazı yönlerinden bahisle, seferin aslında II. Selim döneminde gerçekleştirilen zorunlu bir sefer olduğunu ve Fas ya da Açe gibi bölgelere de seferler planlandığını ancak Don Volga’da karar kılındığını ifade etti.
Son olarak siyasi müzakereler çerçevesinde Osmanlı’nın bu dönemdeki baş müttefiki Fransa ile olan ilişkilerini ele aldığını belirten Işıksel, bilinenin aksine diplomatik ilişkilerin o kadar da iyi olmadığını söyledi. Mesela bu dönemde Fransa’nın Osmanlı’dan toprak talebine karşı Osmanlı’nın başarılı bir şekilde konuyu Avrupa içi dengelere yönelterek kendisine ait bir toprak yerine Fransız prensinin Lehistan kralı olmasını sağladığını dile getirdi. Ancak bu konuda yaptığı çalışmaların kitabın asıl sorusu olan Osmanlı diplomasisi hakkında fazla bilgi vermediğini de sözlerine ekledi. Ardından bütün bu anlatılan hikayeyi toparlayan bir bölüm olduğunu belirten Işıksel, bu bölümde Osmanlılarda diplomasinin karşılığı olan bir kelime olmadığını ancak ona benzeyen ve büyük ölçüde Osmanlı’nın dış ilişkilerini tanımlamak amacıyla kulanılan dostluk koşulları gibi tamlamalar olduğunu belirtti. Bunu daha iyi anlamak için Osmanlı’nın dünyayı ya da kendi dışındaki gelişmeleri nasıl anladığı ve onlarla nasıl ilişkiye geçtiği üzerine düşünmek gerektiğini ifade etti. Bu çerçevede diplomasinin araçlarını ele alan Işıksel, Osmanlı mutfağı üzerinden ilginç verilere ulaştığını belirtti. Mesela mutfak defterlerinde elçilere verilen ödeneklerden hangi elçiye ne kadar önem verildiğinin tespit edilebildiğini vurguladı. Bunlar dışında Osmanlı’nın elçi göndermemesine rağmen sınır beyliklerine bir ruhsat vererek dış ilişkilerde merkezin dışında ayrıca bir müzakere alanı da ortaya çıkardığını belirten Işıksel, Kili ve Akkerman sancakbeyinin Lehistan, Budin beylerbeyinin Viyana, Bosna beylerbeyinin Venedik ve Erzurum beylerbeyinin İran ve Mısır’ın da Kızıldeniz etrafındaki Hıristiyan krallıklarla ilişkileri yönlendirdiğini söyledi. Bu tarz bir diplomasinin yapıcısı ya da yönlendiricisi kimdi sorusuna da bu dönem çerçevesinde Sokullu cevabını veriyor Işıksel.
Bu sınır beyliklerindeki idari ve siyasi yapılanmayı da etkiliyor çünkü bu bölgelere genelde Sokullu’nun güvenebileceği akrabaları veya çok yakınları atanıyor.
Sonuç olarak Işıksel bu dönemdeki Osmanlı diplomasisini anlamak için iki kelime öneriyor. Bunlardan birincisi “istimalat” kelimesidir. İstimalat vermek bir çeşit ikna etme çabası olarak tanımlanabilir ve özellikle sınır beyleri ile ilişkilerde çok sık kullanılıyor. İkinci kelime ise “mudara.” Mudara durumu idare etmek veya karşı tarafı idare etmek anlamında kullanılan bir kelime. Semantik olarak bakıldığında müzakere kelimesine çok uzak değildir. Son olarak sözü Sokullu Paşaya getiren Işıksel, Sokullu’nun bu dönemde Osmanlı diplomasisini başından sonuna kadar yönettiğini ifade etti. Özellikle sınır diplomasisinde merkezin (İstanbul’un) o sınırı kontrol edebilme gücüne bağlı yetkileri dayatabilmesi için güvenebileceği adamların olması gerekir. Bu dönemde sınır beyliklerinde Sokullu tam da bu boşluğu dolduran bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak, Işıksel’e göre bu dönemde Osmanlı diplomasisini net bir şekilde görünür kılan ve merkez-çevre ilişkilerini de belirleyen bu sınır diplomasisiydi.