Nazar: Başkası Nasıl Görür?
Özgür Taburoğlu’nun Nazar kitabını gördüğünüzde, henüz kitabı açmadıysanız bunun bir etnografya ya da folklor kitabı olduğunu düşünmeniz olası. Ancak çokluk halk inancıyla bağdaştırılan ve etnografik öğeleri -kocaman camdan bir mavi beyaz göz mesela- akla getiren bu kelime pekâlâ düşünce tarihinde kendine saygın bir konum edinmiş görme teorilerinin vesilesiyle ve görme duyusuna ilişkin kavramlarla (teori/nazariye gibi) ilişkili olarak okunmayı kışkırtan bir birikime sahip. Kitap tam olarak bununla uğraşıyor. Nazar, Nietzsche ve hınç; Sartre ve utanç, Merleu-Ponty ve başkası, Lacan ve bakış; Deleuze ve öznesiz bakış; Uexüll ve hayvan görüşü gibi birbirinden çok farklı düşünürler ve teoriler aracılığıyla değerlendirilir. Taburoğlu’nun kitabı, her okumanın yaptığı gibi, bana başka bir kitabı hatırlattı: Martin Jay’in Downcast Eyes: The Denigration of Vision in Twentieth-Century French Thought başlıklı çalışmasını. Taburoğlu’nun ele aldığı Fransız düşünürlerinin hemen hepsini inceleyen Jay, görme duyusunun Batı entelektüel geleneği içindeki yerini çok iyi tayin ettiği gibi başlıktan anlaşılacağı üzere bunun 20. yüzyıldaki eleştirel tarihini de inceliyor. Aslında bu dönemdeki bütün klasik düşünce eleştirisinin eski “skopik” rejimin kritiği olarak görülebileceğini söylüyor. Taburoğlu’nun kitabıyla birlikte okunabileceğini düşündüğüm ufuk açıcı bir öneri.
Öncelikle nazarın bir inanç olgusu olduğunu vurgulayan Taburoğlu, bunun pratiklerinin fevkalade değişken olması sebebiyle her şeyin her şeye nazar “vurabildiğini” söyledi. Nazar, “başkasının” gerçekleştirdiği -ya da Taburoğlu’nun ifadesiyle “vurduğu” bir eylem, bir şey. Ve bu her düzeyde gerçekleşiyor. Beğenilen bir nesneye hasetle bakılması nazara yol açabilir. Ancak Batı uygarlığının ötekini/başkasını kendi dışının sınırına itmesi, onu çeşitli tariflerle etnik bir varlığa dönüştürmesi, şarkiyatçı göze mahkum etmesi ve görünmez kılması sonucunda başkasının gelip Avrupa’nın ortasında bir canlı bomba olarak patlaması da nazar vurmaktır. Ayrıca, göz değmesinin kaynağı olarak görülebilecek varlığın kendisi daha sonra nazardan korunmaya yönelik bir “nazarlık” olarak ortaya çıkabilir. Nazar vuran mavi renkli göze karşılık mavi gözü temsil eden boncukların kullanılması gibi. Taburoğlu’nun her şeyin her şeye nazar vurabilmesinden kastettiği anlam daha çok bu. Her şeyin her şeye nazar vurabilmesi ise bir karşılıklılık ilkesini ima ediyor. Nazar, ben ve başkası arasında vuku bulan bir eylem ancak nasıl ben ve başkası birbirinden ayrılmazsa bakışın kendisi de bakışın nesnesinden ayrılmıyor. İşte tam da bu belirsizlik nedeniyle nazar ve nazarlık arasındaki değişimli, öykünmeci ilişki beliriyor.
Konuşmasında da nazarlıklara da değinen Taburoğlu, nazarın temelde bir ışık olması sebebiyle nazarlıkların temel görevinin o ışığı kırmak, yönünü değiştirmek, karartmak veya soğurmak olduğunu söylüyor. Öte yandan nazar sadece ışık değil, özellikle Ortadoğu inançlarında “ıslaklık” eğretilemesiyle düşünmeye elverişlidir. Islaklık-kuruluk ikiliğinde beliren fenomenoloji vardır burada. Nazar, yaşamsal olanı kurutmaya çalışırken nazarlık yaşamı ıslatmaya ve sulamaya yöneliktir. Gıpta edilen bebeklere tükürülüp maşallah denmesi gibi.
Taburoğlu’nun nazar bahsinde en çok ilgilendiği konu ise bu metaforun ben-başkası ilişkisini kurmaya yönelik işlevidir. Nazarı özneler arası etkileşimin, karmaşık birlikteliğin bir simgesi olarak ele alır. Ben’in varlığı için kurucu nitelikte olan başka’larıyla arasındaki iktidar mekanizmasını ve arzu alışverişini gösterir. Kişiler arası etkileşim azaldığında nazar da azalır. Nazar vuran ifadeler, bakışlar, dokunuşlar, konuşmalar ancak bir muhitte -tabii etkileşimin olduğu bir muhitte- gerçekleşebilir. Nazar sadece başkasının olmadığı yerde zayıflamaz, başkasının olduğu ancak gözlerinin kayıtsızlaştığı veya ben’in bu bakışa karşı dikkati olmadığında da zayıflar. Bu manada nazar her ne kadar başkasının eylemi gibi görünse de aslında bu eylem ben’i de gerekli kılar.