Turgut Cansever’in 7. Vefat Yıldönümü Münasebetiyle Bir Şehir Kurmak ve Yeni Bir Gündem İnşa Etmek

Paylaş:

Muhakkik mimar Turgut Cansever’in 7. vefat yılı münasebetiyle Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen ve koordinatörlüğünü Halil İbrahim Düzenli’nin yaptığı “Bir Şehir Kurmak ve Yeni Bir Gündem İnşa Etmek” isimli panel; Yunus Uğur, Aynur Can ve Mehmet Öğün’ün katılımıyla gerçekleştirildi. Bu panelin yalnızca bir anma programı olmadığını, en önemli meselelerimiz arasında yer alan şehirlerimizin Turgut Cansever vesilesiyle yeniden gündeme taşınması için uğraşıldığını ifade ederek panelin açılışını yapan Düzenli, yedi yıl önce Anlayış dergisinin kapağındaki “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” başlığına atıfla, Cansever’in ilmi çalışmalarının şehircilik açısından önemini vurguladı. Düzenli, panelin genel çerçevesinin “Cansever, kendini hangi meselelere memur etmiştir ve nasıl bir mesuliyet şuurundadır?” soruları etrafında çizildiğini belirterek sözü “Şehir İnşasının Süreçleri Üzerine” adlı konuşmasını yapmak üzere Yunus Uğur’a bıraktı.

Uğur, sunumunun başlangıcında, bazı çevrelerde “teorileri uygulamadan uzak, ilkesel ve hayalperest” bir portre çizilen Turgut Cansever’in hakkındaki bu yanlış algıyı değiştirmek gibi bir gayesi olduğunu ifade etti ve sunumunun ilk kısmını, özellikle 1999 depremi sonrasında Cansever ve ekibinin yaptığı çalışmalara ayırdı. Ardından Cansever’in kavramlar hususunda zihnî arka planını büyük oranda şekillendiren Osmanlı şehirlerinin inşa süreçlerine değinen Uğur, konuşmasını Turgut Hoca’nın iş yapma ilkelerini Osmanlı şehirleriyle nasıl irtibatlandırabileceğimize dair açıklamalarla tamamladı.

20 Şubat 2016 tarihinde gerçekleşen bu panel BİSAV TV’de yayınlandı. Etkinliğin kaydına ayrıca Bilim ve Sanat Vakfı Spotify, Apple Podcast ve Google Podcast kanallarından da ulaşabilirsiniz.

1999 yılında yaşanan deprem felaketinin ardından Aralık ayında pek çok düşünür, sosyolog, ilahiyatçı, jeolog, mimar ve hukukçuyla birlikte kolları sıvayan Cansever bir toplantı dizisi tertip etmiştir. Durumun ciddiyetinin değerlendirildiği bu toplantılarda, devletin ve bizatihi kendilerinin hukuki, dini ve insani sorumlulukları belirlenmiş ve atılacak adımlara dair stratejik planlar oluşturulmuştur. Şubat ayı itibariyle yeni şehirler kurma fikri üzerine yoğunlaşan ekipteki uzmanların çeşitliliğine ve çalışmalarının sistematikliğine dikkat çeken Uğur, Cansever’in kurulacak şehri gün be gün zihninde nasıl inşa ettiğini açıkladı: İlk adımda durum tespiti, ardından hukuki sorunlara ve mimarlık meselelerine ilişkin prensiplerin konuşulması, son olarak yeni şehirlerin konumuna ve detaylı şehir planlarının oluşturulmasına yönelik uygulama esaslarının belirlenmesi. Uğur, bu sürecin ilkesel çerçevesini dört ayrı başlık altında topladı. İlki, bir şehrin felsefi anlamı, tasavvuru, imgesi, odak noktaları gibi meselelerin tartışıldığı bilme ve anlama aşaması; ikincisi, insanın ve toplumun ihtiyaçlarını anlamaya yönelik çözümlerin üretildiği, biyososyal alanların inşa edildiği hayata geçirme aşamasıydı. Uğur, bu kısımda Cansever’in şehircilik açısından üzerinde en çok durduğu meselelerden biri olan güzelliğin altını çizdi. Cansever’e göre, güzel bir dünya kurmanın yegâne yolu güzelliği yaygınlaştırmak ve herkes için ulaşılabilir kılmaktır ki bu amaca ulaşmak için belirlenen standartlar üçüncü adımı oluşturur. Uğur, sanatsal bilgi ile mimari zevke ve zihniyete sahip baş mimarlar tarafından ortaya konulan standartları yerel koşullara uygun hâle getirecek yerel mimarların ve ustaların eğitimini ise çerçevenin son kısmı olarak ele aldı.

Konuşmasının devamında, kendi çalışmalarını da yoğunlaştırdığı Osmanlı şehirleşmesinin esaslarına değinen Uğur, şehir bağlamında düşünüldüğünde fetih hadisesinin bir şenlendirmeihya ve inşa faaliyeti anlamlarına da geldiğinin altını çizdi. Uğur’a göre fethedilen bir şehrin öncelikle mülkiyeti belirlenmekte ve yerleşik halkın durumuna göre yeni nüfusların iskânına başlanmakta, ardından şehir kanunnamesi hazırlama, alınacak vergi/cizye miktarına karar verme, kadı ve subaşı atama gibi resmi işler tamamlanıp külliye, bedesten, çarşı, tekke gibi odaklar inşa edilerek mahalleler kurulmaktadır. Belirli bir nüveye sahip olan şehirde yeni oluşturulan yaşam alanlarının birbirinden uzak olduğuna ve böylece şehir merkezinde yoğunluğun azaltıldığına dikkat çeken Uğur, benzeri bir düşünceyi Cansever’in şehir içi ve şehirler arası kademelendirme şeklinde kavramsallaştırdığını vurguladı.

Uğur’un değindiği son mesele ise, Cansever tarafından sıkça kullanılan tevarüs ve süreklilik kavramları oldu. Zira şehirlerde yeni alanlar yaratılırken oradaki kültürün üstleneceği rehberlik rolü Cansever için oldukça değerlidir. Onun bu anlayışına örnek olarak Osmanlı’da kanunnamelerin hazırlanması gösterilebilir. Buna göre kanunnameler şehirdeki nüfus yapısı, mal varlığı, örf ve adetler öğrenilerek hazırlanırdı; diğer bir deyişle, var olan insan dokusu ile yaşayış biçimi tevarüs edildikten sonra Osmanlılaştırılma gerçekleştirilirdi. Cansever’in Osmanlı şehir kurma süreçlerinden de esinlenerek oluşturduğu fikir ve ideallerini bugün anlamlı hale getirebilecek ve uygulamaya koyabilecek durumda olduğumuzu vurgulayan Uğur’un sözlerini tamamlamasının ardından Cansever’e ait “Yıkıcı depremden etkilenecek Zeytinburnu ilçesi nüfusunu safhalar halinde yeni şehirlere yerleştirme projesi”nin video gösterimi gerçekleştirildi ve panele Aynur Can’ın konuşmasıyla devam edildi.

Can, “Güzel Şehrin Esaslarını Aramak” başlığı altında güncel sorunlarımızdan, güzele açılan kapılardan ve güzel şehri biçimlendirmenin esaslarından bahsettiği konuşmasının başında, hocası Turgut Cansever’i kendi gözünden şu sözlerle tanımladı: “O, hem bir mütefekkir hem ressam ve neyzen bir sanat adamı hem depremi kendine dert edinen ve bizatihi uygulamacı olarak uğraşan bir mimar hem 70’li yaşlarından sonra bilgisini toplumla paylaşmaya başlayan bir ilim adamı hem güzel şehrin esaslarını arayan yalnız bir kahraman hem de ülkedeki entelektüel sermayenin biriktirdiklerinden dışlanarak tek başına kalmasına rağmen şehir gibi çok disiplinli bir alanı çalışmaya cesaret edebilmiş bir hakikat eridir.”

Üniversitelerin uzun yıllar şehirle ilgili meselelere uzak kalmasının teori ile pratik arasındaki mesafeyi gitgide açtığını belirten Can’a göre, Batı medeniyetinin temel kabul ve doğrularıyla olumlanmış tek yönlü kent kavrayışımız ile Osmanlı şehrini güzel kılan özgün tavırdan uzaklaşarak nasıl yaşadığımız ya da nasıl mutlu olduğumuz üzerinden kendimize ait bir şehir fikri ortaya çıkaramayışımız, hâlen üstesinden gelmeyi başaramadığımız sorunlardır. Can, farklı uzmanlık sahalarının desteğini gerektiren şehir çalışmalarını gerçekleştirecek disiplinlerin kendi aralarındaki aşılmaz mesafelerin ve hayatımızın her alanına hakim olan biçimsel taassupların interdisipliner çalışmalara fırsat vermediğini belirterek, bunları da  alanın güçlükleri içerisinde değerlendirdi.

Can’a göre şehir, mahallesinde veya apartmanında yaşadığımız yer, nüfus kümelenmesi, üretim biçimlerinin değiştiği özel bir ortam, ihtiyaçlarımızı karşılayan işlevsel bir alan, insanların birbirleriyle karşılaşma ihtimalinin yüksek olduğu renkli bir mekan, varlıkla ilgili tasavvurumuzu nakşettiğimiz ve siluette görünür kıldığımız bir çerçeve iken; güzel, estetik biliminin araştırma konusu, bir değer, bir his ve estetik hazdır. Güzel şehirlerin aynı zamanda güzelliklere açılan kapılar olduğunu ifade eden Can, böylesi bir şehrin esaslarını mahremiyetnispetler ve dengeuyum ve ahenkşeffaflık ve kuşatıcılık şeklinde sıraladı. Can, şehrin yüce sıfatlarla tanımladığımız bir parçasıyla geliştirdiğimiz ilişkinin mimari biçimlendirme anlamında farklılaşmasının, o nispetin değerini de etkilediğine dikkat çekti ve haddi aşmamanın, terbiye eden Rab ile toprak olan insanın arasında, sonsuzluk ile faniliğin dengesini kurmanın, Cansever’in ifadesiyle, “meleklerin de yaşadığı şehirler” inşa etmenin önemini vurguladı.

Güzel şehrininşasında kuşaklar arası ve mimari dokular arası uyumu sağlamanın, tarihi sürekliliği korumanın, mahremiyet bağlamında iç-dış, ev-sokak-şehir ilişkisini belirli sınırlar içerisinde kurmanın, şeffaf bir yönetim anlayışı benimsemenin ve insanların sürece katılımına imkan tanımanın gerekliliğinden bahseden Can’ın altını çizdiği bir diğer mesele, toplumsal talepler doğrultusunda davranmanın önemi oldu. Bugün ülkemizde hep daha fazla konut yapımına yönelik talebi, göçle oluşan yeni kentli figürün ihtiyaçlarını süzmek için yeterli zamana ve deneyime sahip olmamasına bağlayan Can’ın sunduğu çözüm önerisi, entelektüel sermayenin(?) iyi, güzel, faydalı özdeşliğini içerisinde barındıran -yatay ve ufki şehir örneğinde olduğu gibi- güzel mekânlar oluşturması ve bu modelleri halkla paylaşması yönündeydi. Can, ne istediğimizi bildiğimiz takdirde, güzel bir şehre giden yolun açık olduğunu vurgulayarak konuşmasını noktaladı.

Panelin son konuşmacısı Mehmet Öğün, “Şehri Mesele Edinmek” isimli sunumuna Osmanlı döneminde Bursa’nın “mimari güzelliğini, merkezinden son bulduğu sınırlara kadar hiçbir kalite farklılığı göstermeyen şehirleşmesini, fakirlerin oturduğu çöküntü bölgelerine dahi imkan tanımayan standartlar düzenini ve merkezini caminin teşkil ettiği mahallelerde yaşanan hayatın ortaklığını” gözler önüne seren bir fotoğrafla başladı. Bu düzen ve dayanışmanın tesadüf eseri olmadığını vurgulayan Öğün, fetihlerin ardından başlayan ihya ve inşa sürecini planlı bir şekilde işleten atalarımızın özgün ve mimari açıdan son derece başarılı şehirleri vücuda getirdiklerinin altını çizdi. Öğün’e göre, bu şehirlerdeki güzellik, “seyredilen değil, yaşanılan bir güzellik”ti; zira “Osmanlı hiçbir zaman siluet denen şeyi önemsememiş, bunun yerine şehre eklenecek herhangi bir unsurun mevcuda ne katacağına, yaşantıyı nasıl etkileyeceğine” dikkat etmişti. Osmanlı’nın yenilgiler tatmaya ve topraklar kaybetmeye başladığı 1700’lü yıllarda hayatı yaşama algısında da bir değişim yaşandığına dikkat çeken Öğün, doğrudan hayata ve gerçeğe dair özellikler taşıyan mimari yaklaşımın yerini “zerafet, hoşluk ve süsleme ile insanları cezbetme” anlayışının aldığını ve bu hızlı dönüşümde özellikle Avrupa seyahatlerinin payının büyük olduğunu belirtti. Öğün, bu başkalaşma sürecine uzun süre direnen şehir dokusunun maalesef gelinen son noktada (durdurulamayan göçlerin sonucunda artan nüfus yoğunluğunun da etkisiyle) neredeyse bitik bir hâl aldığını ve kendine has özelliklerini tamamen yitirdiğini ifade etti.

Bu noktadan itibaren Cansever’in gündeme getirdiği yeni şehirler kurma projesinin üzerinde duran Öğün, mevcut olanla vakit kaybetmek yerine

sıfırdan yeni şehirler inşa etmenin daha akılcı olacağı inancıyla ve adım adım uygulamaya geçirilebilecek bir organizasyon şemasıyla  başlanan projenin birtakım bürokratik engeller yüzünden bir türlü hayata geçirilemediğini belirtti. Buna karşın, zaman içinde Cansever’in de paylaştığı, “dikey gelişimden vazgeçme ve ufki şehirler inşa etme” fikrinin siluet tartışmalarıyla birlikte gündeme geldiğini söyleyen Öğün, bu bağlamda önemli bir noktaya temas etti: Ufki şehrin de bizim geliştirdiğimiz, bize ait yapılarla ele alınmadığı takdirde bozuk şehirleşmenin bir başka versiyonunu ortaya koyacağına ilişkin düşüncelerini dile getiren Öğün, konuşmasının bundan sonraki kısmını örnek planlar sunarak sürdürdü.

Yaşantı zenginliğinin ve bütünlüğünün, komşuluk ilişkilerinin ve doğaya ait öğelerin hiçe sayıldığı, geometrinin dayatmacı zihniyetin aracı hâline geldiği birçok rasyonel görünümlü yatay şehir örneği veren Öğün, bir zamanlar çok katlı yerleşimi örnek alarak düştüğümüz yanlıştan yeni bir yanlışa sürüklenmememiz gerektiğini önemle vurguladı. Öğün, son olarak modern şehrin yolları üzerinde durdu ve “Bir yerlere ulaşmak için yaptığınız yollar, sizi ulaşmak istediğiniz yere ulaşmaktan alıkoyan engellere kolaylıkla dönüşebiliyor.” sözleriyle modern zamanlardaki arabayla bağlantılı yaşamın insanı mahkum kıldığı duruma dikkat çekerek sunumunu nihayete erdirdi.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir