Bilinç ve Benlik
Beyin araştırmaları ile olgunlaşan bilinç ve benlik çalışmaları sadece bilim dünyasında değil, kültürel alanda da oldukça popüler bir konu haline geldi. Medeniyet Araştırma Merkezi’nin paneli konuyu Seda Akbıyık, Sinem Hatipoğlu, Eyüp Süzgün ve Lütfü Hanoğlu ile tartıştı. Felsefe, psikoloji, sinirbilim, din bilimleri gibi farklı disiplinlerden gelen konuşmacılar meseleyi farklı boyutlarıyla ele aldılar.
Seda Akbıyık, “Bilinç ve Benliğin İnşasında Dilin Yeri” başlıklı sunumuna insan zihninin diğer canlılardan farklarına değinerek konuşmasına başladı. Akbıyık, insanın içsel yaşantıya sahip olmasının ve dil yeteneği ile bunu ifade edebiliyor olmasının iki temel nitelik olduğunu söylüyor. Dilin bilincin hususi faaliyetlerini yerine getirdiğini söyleyen Akbıyık, bu özelliklerin hayvanlarda da kısmen bulunduğunu anlatıyor. Bunu anlamak için hayvanların iletişim kabiliyetlerine bakılıyor ve dil ile bilinç arasındaki ilişkinin onlarda nasıl ortaya çıktığı bu şekilde inceleniyor. Dil yeteneği hayvanlardan hem derece olarak hem de niteliksel olarak farklılaşıyor, bu yüzden de hayvanlarda dil olamaz, sadece kendilerine özel bir iletişim olabilir deniyor. Mesela papağanlar öğretilen kelimeleri tekrarlayabiliyor ama dil bilgisi olmadığı için cümle çeşitliliği geliştiremiyorken insanlar kelimeler ile sonsuz sayıda cümle çeşitleri kurabiliyor. İnsanların kullandığı dilin bir diğer özelliği ise zamana ve mekâna bağlı kalmamasıdır. Bu sayede geçmiş ve gelecekten veya gerçek olmayan şeylerden bahsedebiliyoruz. Son özellik olarak da başkalarının zihin içeriklerine dair konuşabiliyor ve ikna yeteneğiyle onları değiştirebiliyoruz.
Bilinç düzleminde ise ilk sorun, öznel ne nesnel bakış açılarının farklı olması, bilinçli deneyimin sadece onu tecrübe eden kişiye özel olmasıdır. Bilinci alt ve üst bilinç şeklinde ayırmak gerekirse alt bilincin hayvanlarda ve dil gelişimi öncesinde bebeklerde bulunduğu söylenebilir. Üst bilinç bunun üzerine inşa edilir ve akıl yürütme, düşünme ve bilişsel fonksiyonları içerir. Bilinç ile dil arasındaki ilişkiyi açıklayan dört temel kuram bulunur. İlk kuram dilin bilinci kurduğunu söyler ve buna göre dil olmazsa bilinç de olmaz. İkincisi bunun tam zıt kutbunda yer alır; bilincin dili kuruyor olduğunu savunur. Bu kuramda bilinç önceliklidir ve dil bunun üzerine inşa edilir. Çoğu zaman dilden bilince bir geri bildirim vardır. Üçünçü kuram dilin ve bilincin birbirleri üzerine inşa edildiklerini ve biri olmadan diğerinin de var olamayacağını savunur. Sonuncusuysa dil ve bilincin birbirleriyle alakalı olmadığını söyleyen kuramdır. Dilin bilinci birçok yönden değiştirdiği ve dönüştürdüğü düşünülür ve buradaki kilit nokta anlam ve onun manipülasyonu üzerinden bilincin oluşmasıdır.
Son olarak bilincin benlik ile ilişkisine değinen Akbıyık, benliğin geçmiş ve gelecek arasında bir ilişki olduğunu ve sürekli bir fail olma hissinden kaynaklandığını söyler. Dil ile benlik arasındaki ilişkide de iki temel kuram vardır. İlki kurgu olarak benlik yaklaşımı, geçmiş ile gelecek arasında bir ilişki kurulması gerektiğini söyler ve otobiyografik hafızaya atıf yapar. Fenomenolojik yaklaşım ise benliği deneyimlerden ayrı düşünmez.
Sinem Hatipoğlu “Deneyimde Öznellik, Bilinç Kuramı ve Psikopatolojiler” başlıklı konuşmasında temel olarak üst dereceli bilinç teorilerinden bahsetti. Bu teorilerin bilincin hem yapısal özelliklerini anlamak hem de eleştirmek için kullanıldığına değindi. Üç temel bilinç durumu vardır. Bunlar durum bilinci, özne bilinci ve yaratık bilincidir. Özne bir nesnenin bilincinde olduğu gibi kendi iç dünyasının da bilincinde olabilir. Zihin durumu bilinci ise bir zihin durumunun bilincine sahip olmaktır. Yaratık bilinci uyanık olmak ya da olmamakla ilgilidir. Zihin felsefesi çalışanlar başat olarak durum bilinciyle ilgilenir. Bilinç teorilerinin temel soruları, bir bilinçli zihin durumunun bilinçsiz olandan farkları veya bir durumun nasıl bilinçli hale geldiğidir.
Üst dereceli bilinç teorileri bir zihin durumunun bilinçli olmasını öznenin farkındalığı olması ve temsil edebilme yetisiyle açıklar. Bu teorilerin üst dereceli zihin teorileri olarak adlandırılmalarının sebebi bilinçli olmayı bir zihin durumu üzerinden anlatmasıdır. Hedef alınan bilinçli duruma alt dereceli zihin durumu denir. Onun bilincine varana ise üst dereceli bilinç durumu denir. Rosenthal üst dereceli zihin durumu için bir alt dereceye sahip olması şartı koşar ve sayısal olarak farklı olması gerektiğini söyler. Bu teoriler bilinci açıklamak için kullanılsa da hedefsizlik düşüncesi üzerinden tekrar bir eleştiriye tabi tutulur ama yine teoriye göre bu bir çelişki içermemektedir.
Hedefsiz üst derece için psikopatolojiler örnek verilebilir. Bazı psikopatolojilerde gerçeklik ile tecrübe edilen birbirini tutmaz. Mesela hayalet uzuv sendromunda kişi olmayan uzvun da ağrısını hisseder. Veyahut başka vakalarda kişi bedensel rahatsızlıklarının farkına varmaz. Öznenin içerisinde bulunduğunu sandığı durumlarda bunu yapan üst derece hedefsiz olabilir ama bu üst derecenin tamamen hedefsiz olduğunu varsayamayız. Kişi başka bir zihin durumunu hedef almış olabilir ve farklı zihin durumları bir araya gelerek kişi üst dereceye sahip olmuş olabilir.
Eyüp Süzgün “Bilinç-Benlik Araştırmalarında Paradigma Değişimi, Bilinç Beyin Sorunu, Bilinç ve Benliğin Yeniden Konumlandırılması” başlıklı konuşmasında bilinç probleminin konumlandırılmasını tartıştı. Bilincin hem dünyayı hem de kendimizi konumlandırmamızı sağladığını dile getiren Süzgün bu durumun felsefe ve bilimin en büyük meselelerinden birini barındırdığını söyledi: Bu problem felsefe tarihi boynuca süregelen zihin ve fizik dünyası tartışmasıdır. Bu iki alanın nasıl etkileşime girdiği sürekli ve ateşli bir tartışma konusudur. Bu konuda iki temel yaklaşım bulunmaktadır: İkicilik ve tekcilik. Süzgün’e göre bilinç problemi ele alınırken ikicilik yaklaşımı bilimsel temele uygun düşmüyor. Fiziksel olmayan zihin alanının fiziksel olabileceği bilim ile gündeme geldi ama doğacılık ve fizikselcilik paradigması içerisinde bu bir sorun olmadı. Bilim her şeyi fiziksel kurallar ile açıklamaya dayanır ve fiziksel olarak bilinci beyin ile açıklamak ister.
Bu açıklama kapsamında iki temel paradigma bulunmaktadır ve bunlardan ilki bilincin sinirsel paradigmasıdır. Bu paradigma her bilinçsel faaliyetin sinirsel bir mekanizması vardır ve bunlar bir korelasyona sahiptir der. Birinde meydana gelen değişim diğerinde de değişim meydana getirir. Birbiri ile örtüşecek bir paradigma oluşturulursa bilinçli faaliyetler beyin üzerinden bilimsel bir şekilde açıklanmış olur. Bu paradigma beden ve beyin ilişkisini temel aldı ve bunun üzerinden çalıştı. İkinci paradigma 2000’li yıllarda yapılan nöro-görüntüleme çalışmalarında katılımcılara herhangi bir görev verilmediği durumda oluşan beyin aktivasyonu üzerinden şekillendi. Katılımcılar bir göreve tabi tutulmadıkları zaman kendi benliğine dair düşüncelere sahip olduklarını belirttiler ve benliğe özgü bir sinirsel faaliyet durumu olduğu anlaşıldı. Bu paradigma beyin ile dünya arasındaki sorunları ele aldı. Bu paradigmayı anlayabilmek için dinlenme durumu halindeki beyin üzerine çalışmalar yapıldı. Süzgün sözlerini bitirirken bu durumu anlamak için dış dünyadan gelen uyaranların bilinçsel fenomenlere nasıl dönüştüğünü bulmak gerektiğini söyledi.
Son konuşmacı Lütfü Hanoğlu bilincin nörobilimsel arkaplanına değinen bir sunum yaptı. Beynin inşa edilişi ve bunun bilinçli hale gelişinde felsefi bir arka plan vardır. Beyin temel olarak dış dünyanın bir haritasını içeriye aktararak zihin durumuna dönüştürür. Harita, eş zamanlı olarak yanıp sönen nöral mekanizmanın bir örüntüsüdür. Dış dünyanın bir anlık fenomenal temsili bizim zihnimizi oluşturur. İmge uzamı, dış dünyaya açıldığımız verilerin organize edildiği ve vücudumuzdan gelen verilerin toplandığı, beynin daha alt bölümlerine ait “subcortical korteks” altı haritalama uzamıdır. Bunlara haritaları haritalayan uzamlar diyebiliriz. Hepsinin bir araya gelip karşılaştığı alanlar mevcuttur. Bu yollar sayesinde bir uyaran geldiği zaman hepsinin geri aktivasyonu ile bir örüntü oluşuyor. Bununla uyaranın adını, tadını, kokusunu ve o uyaran ile belleğimizde daha önce topladığımız ne varsa onu birleştiririz.
Zihin nasıl bilinçli hale geliyor? Bilincin nöral karşılıkları bir zihin durumu (haritalama) ve buna karşılık gelecek bir beyin durumu olacak şekilde gerçekleşir. Hanoğlu, haritaların o andaki durumunu anlarsak aradaki bağlantıda keşfedilebilir diyor. Zihnin ve bilincin farklı halleri vardır. Uyku ve uyanıklık arasında bir bilinç farkı vardır. Patolojik durumlar ile sağlıklı beyin arasında farklar vardır. Bu farklar ölçüm araçları ile (PET, EEG, fMRI) incelenir ve bunlar üzerinden bir karşılaştırma yapılır. Damasio’ya göre bu şekilde incelenen bir beyin ile boş bir zihin inşa etmiş oluruz. Gerçek bir bilinç inşa edebilmek ya da anlayabilmek için buna kendilik de eklememiz gerekir. Kendilik taslağını kişinin kendisi ortaya çıkarır ve duygu ile ortaya çıkışında paralellik vardır. Erken dönemde duygularımızın ortaya çıkmasıyla ilk benlik de ortaya çıkmış oluyor. Bu kuram duyguların bizim kendiliklerimizi ortaya çıkarttığını söylüyor. Damasio üç katmanlı bir kendilik anlayışından bahseder. İlk katmanda ilk benlik de ortaya çıkar ve bir varlık olarak kendimizi hissederiz. İkinci aşamada dış dünya ile iç dünyayı karşılaştırarak dış dünyayı anlamlandırmaya çalışırız ve çekirdek benlik ortaya çıkar. Üçüncü katmanda geçmiş hafızamıza uzanarak benlik içerisinde bir süreklilik sağlar ve otobiyografik benliği oluştururuz.
Lokalizasyoncu düşüncenin yetersiz kalması dinlenme halindeki beyin üzerine çalışmalarla başladı. “Anterior cingulate cortex”, “hipocampus” gibi eşzamanlı aktif olan bölgeler kişinin benliğine ait düşünceleriyle eşleştirildi ve buna “default mode network” dendi. Kişi dikkatini kendinden başka bir şeye verdiği zaman bu aktivasyonun kaybolduğu gözlemlendi. Sözlerine bu alanlarda çalışılması gerektiğini vurgulayarak bitiren Hanoğlu, bunu yapabilmek için temelde bir felsefi yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu da belirtiyor.