İstanbul, Modernlik ve Sinema
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi Türk Sineması Araştırmaları Projesi’nin yürüttüğü Belgelerle Osmanlı’da Sinema Atölyesi kapsamında gerçekleştirilen söyleşilerin üçüncü oturumunda Nezih Erdoğan konuk edildi. Nezih Erdoğan, İstanbul için yol haritası niteliğindeki tarihlerden yola çıkarak sunumuna başladı. 1913-1914 yıllarının önemi üzerinde durdu. O tarihlerde İstanbul, Avrupa’nın üçüncü büyük şehridir. İstanbul’daki Sirkeci Posta İdaresi önemli bir hamle yapmıştır, artık kapı numaralarına göre mektuplar gönderilebilecektir. Bu, modernliğe atılan adım kabul edilmesi hasebiyle de önemlidir. Aynı yıllarda Orient Express’in son durağına, Sirkeci Garı’na çok yakın bir alana Pera Palas Hotel inşa edilir. Diğer ülkelerden gelen yabancıların kalmaları için yapılan bu otelde film gösterimleri de olacaktır. İstanbul’da elektrik sorunları yaşanmaktadır ancak insanlar dinamo veya jeneratör gibi aletlerle münferit olarak elektriklerini kendileri tedarik etmektedirler. Pera’nın da elektriği bu yollarla sağladığı bilinmektedir.
19. yüzyılda İstanbul’da Polonyalı Yahudi Sigmund Weinberg gibi şahsiyetler yaşamaktadır. Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış olan Weinberg, tam bir sinema insanıdır, Pathé’nin temsilciliğinin yanı sıra bu işin ticaretini yapmış, film çekmiş, ayrıca fotoğrafçılığıyla da meşhur biridir. Sinemayla ilgili öne çıkan diğer bir isim ise kamuya açık alanda ilk gösterimleri yapan empresyonist ressam Jean Gabriel Henri Dellavellée’dir.
Sponeck’teki ilk gösterimi haber veren ilana bakıldığında “canlı fotoğraf” ve “doğal büyüklük” ifadesi önemli bir yere sahiptir. Bu gibi sıfatların gerçeklik izleniminin mesele haline gelmesi şeklinde ve modernlikle paralel düşünülmesi gerekir. Dellavellée, Beyoğlu’ndaki bu ilk gösterimlerin ardından iki ay sonra daha muhafazakâr ve Müslüman bir alana, Ramazan eğlenceleriyle bilinen yerlere taşır sinemayı: Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası ve Fevziye Kıraathanesi’ne. Bu sinemanın kabulünü de kolaylaştıran bir adım olarak görülmelidir. İnsanların sinemayla karşılaşmalarına ilişkin şaşkınlık, hayret ve poz verme kavramları giderek önem kazanır. Artık hayret edilmesi gerekenin bir insanı hareket ederken gösterebilen icat olan sinemadan başkası olmadığı düşüncesi açığa çıkar ve modernlikle ilgili farklı bir dönemece girilmiş olur. İlk defa fotoğraf çekilirken gözünü görmedikleri bir nesneye karşı kendi görüntülerini sunmak insanlar için temel bir yabancılaşma deneyimidir. Buna karşı sergilenen tutumlar da haklı bir yere oturur zira bir özne ve nesne yarılması yaşandığı için normal bir sürece işaret eder. Ayrıca fotoğraf ve sinemadan önce yaşanmayan bu durum yine modernliğe gönderme mahiyetindedir.
Fotoğraf makinesinin karşısında durmak zorundadır insanlar. Oysa sinemada hareketli pozlar ve oyunculuklar söz konusudur. Çocuklar bu duruma daha kolay adapte olur. Bazıları ise poz vermeyi kabul etmez. O dönemde homojen bir İstanbullu kitlesiyle karşılaşılmamaktadır. Ancak öyle veya böyle sinema İstanbul’un dokusuna yayılmaya başlar ve bir sinema kültürü oluşur. Hızlı bir başlangıç yapsa da, sinemada bir dönem bir duraksama yaşanır. 1907’lerde sinemanın üç bölgede şekillendiği görülür: Pera, Şehzadebaşı ve Kadıköy.
Aktüalite, Méliès’in Trenin Gara Girişi tarzında kısa ve esprili seyirler, ilk dönem gösterilen filmler arasında sayılabilir. Sinema o dönemde, tek başına bir eğlence biçimi değildir, diğer eğlencelerle art arda sıralanır. Araya bir tiyatro, şarkı gibi programlar mutlaka girer. Bunun sebepleri o koşullarda çekilmiş filmlerin peş peşe seyredilmesinin yoruculuğu, insanların buna alışık olmamaları ve filmlerin teknik yetersizliklerden ötürü kırpışmasıdır. Balkan Savaşı’nın yaşanıp bittiği ve yine savaşa doğru gidilen, ekonominin çökmeye yüz tuttuğu, milliyetçi duyguların güçlendiği yıllarda da sinemaya olan ilginin azalmadığı görülür. Belki de böyle zamanlarda insanlar sinemaya çok daha fazla ihtiyaç duyarlar. Çünkü o yıllarda bir yandan eğlendiren hikâyeler anlatan ama bir yandan da zor günlerde bazı duygulara hitap eden ve dünyada olup bitenler hakkında bilgilendirme görevini üstlenen filmler vardır.
Sinema salonlarının açılması ve diğer eğlence formalarına fark atarak ön plana çıkmasıyla “sinemaya gitmek” ifadesi anlam kazanmaya başlar. Bu da, sinema kültürüyle birlikte düşünülmesi gereken bir noktadır. Ayrıca sinema kültürünün oluşma süreci gazetelerden izlenebilir. Örneğin gazetelerde filmin beğenilmesinin alkışla karşılık bulduğu, aynı filmlerin tekrar tekrar gösterilmesi veya gösterilerden hoşlanılmaması durumunda sinirli bir gülüşle seyircinin karşılık verdiği ifade edilir. Daha o zamanlarda filmler için “sıkıcı olmamak” özelliği ön plandadır. Bunu da modernliğin bir göstergesi olarak okuyabiliriz. Demek ki seyirci filmle bir tüketim ilişkisine girmiştir ve bu sıkılma durumunun aşılması o zaman da dile getirilir.
Gösterimlerle ilgili gazete yazılarına bakıldığında sinema salonlarının güvenliği vurgusu dikkat çeker. İlk zamanlar halka teşhir edilen projeksiyon makineleri güvenlik gerekçesiyle zamanla seyirciden daha uzakta tutulur. Ayrıca programlama konusu önem kazanır. Kendi içinde çok anlam ifade etmeyen film parçaları adeta bir kurgucu mantığıyla çalışılarak art arda getirilip bütünlüklü bir film izlenimi verilir. Programın sonunda, dinleyicilerin önemli katkılarını değerlendirip sorularını cevaplayan Erdoğan, Osmanlı’da sinema üzerine çalışılacak yeni konulara da değinerek bu alanda birçok tez ve araştırmanın yapılması gerektiğinin altını çizdi.