Dudley Andrew ile Söyleşi
Sinema kuramcısı ve Yale Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dudley Andrew, bir konferansa katılmak üzere Türkiye’de bulunduğu günlerde BİSAV’ın konuğu oldu. Andrew’un Küre Yayınları’ndan çıkan kitabı Sinema Nedir! çerçevesinde oldukça sıcak bir atmosferde gerçekleşen söyleşinin moderatörlüğünü Prof. Dr. Peyami Çelikcan yaptı.
Yıllarını karşılaştırmalı edebiyat ve sinema araştırmalarına adayan Andrew, doktora tezini Andre Bazin üzerine yapmıştır. Dünya sineması, sinema kuramları, karşılaştırmalı edebiyat ve Bazin çalışmalarıyla akademide tanınan bir isimdir. Halen çalıştığı üniversitede ve davet edildiği ülkelerde sinema ve uyarlamalar üzerine seminerler vermeye devam etmektedir.
Soru-cevap formatında ilerleyen söyleşide, Çelikcan, çalışmalarını Bazin’in kuramları üzerine bina eden Andrew’a, Sinema Nedir! adlı çalışmasının Bazin’in Sinema Nedir? eseriyle olan ilişkisini sordu. Bazin’in “Sinema nedir?” diye sormasının ardından birçok araştırmacının sinemanın mahiyetini açıklamaya çalışan çeşitli eserler vücuda getirdiğini belirten Andrew, kendisinin de kitabına “ben biliyorum ve ortaya koyuyorum, sinema budur” babında isim olarak “Sinema Nedir”i seçtiğini ifade etti. Manifestoların hep bir ünlem işaretiyle ortaya konması dolayısıyla da, soru işareti yerine ünlem işareti ile yazıldığını da ekledi.
Genellikle ifade tarzının okuyucular tarafından gizemli bulunduğunu, kendisinin ifadelerinin arkasına saklandığının düşünüldüğünü, bu sebeple de çoğu zaman “tam olarak ne diyorsun/ne düşünüyorsun” şeklinde sorulara muhatap olduğunu kaydeden Andrew, bu çalışmasında çok daha net olmak istediğini dile getirdi. Ayrıca, sinemanın ölümünün konuşulduğu günümüzde sinemanın savunulma ihtiyacını fark ettiği için sinemanın hala hayatta olduğunu hatırlatmak istediğini belirtti. Bazin’in, cevabın çok açık olduğu konusunda haklı olduğunu, sinemanın biz ne olmasını istiyorsak o olduğunu; “sinema nedir”i bilmediğimiz için sorup durduğumuzu; oysa 1930’lardan başlayıp Bazin’den geçerek günümüze ulaşan sinemanın bir düşünme biçimine sahip olduğunu ve bu çok özel sinema fikrinin anlatılmazsa kaybolacağını düşünmesinin de felsefi neden olarak onu bu çalışmaya yönelttiğini ekledi.
Sinema Nedir!’de Bazin’in fotografik imgenin ontolojisi, uyarlamalar ve seyirci meselelerini içeren en bilinen makalelerini topladığını belirten Andrew, kendi zamanının yeni medyası olan televizyon da dâhil olmak üzere çeşitli medyalar üzerine çalışan, çok geniş bir düşünce spektrumuna sahip olan Bazin’in araştırmalarının günümüz medya çalışmalarına ışık tutacağı düşüncesiyle, kimsenin haberdar olmadığı 2600 makalesini toplayıp tasnif ettiğini, bir yayınevine 10 ciltlik kapsamlı bir Bazin araştırması sunduğunu, ancak böyle bir eserin yayıncılık açısından çok da pratik olmadığından satmadığını anlattı. Andrew, oldukça önemli ve parlak bir teorist olan Bazin’in İngiliz, Rus ve Fransız şiir ve romanları üzerine yaptığı karşılaştırmalı çalışmalarını içeren 66 makalesini bir araya getirerek ele alacağı yeni çalışmasının da haberini verdi.
Dijital çağda sinemada en önemli değişimin ne olduğunun sorulması üzerine Andrew, bunun üç boyutta ele alınabileceğini, bunların da film üretimi, filmin dijital ortamlarda gösterimi ve film çalışmaları boyutları olduğunu belirtti. Film gösterimlerinin büyük ekranda olduğunda sinema ruhuna daha uygun olduğunu Godard’ın düşünceleriyle destekleyen Andrew, sinema salonunda bakışın yukarıya doğru olmasının hayranlık ve takdir anlamını da beraberinde getirdiğini, televizyon ekranına yukardan bakışınsa basit-küçük görme anlamına geldiğini vurguladı. Sinema izleme mekânından daha önemli bulduğu zaman konusunda ise, sinema salonunda yönetmenin yarattığı zamana uyum sağlama zorunluğu ile dijital bir ortamda gerçekleşen izleme deneyiminde seyircinin zamanın kontrolünü ele geçirmesini karşılaştırdı. Serge Daney’in sinemadaki bir çekimi “doldurulması zaman gerektiren mekân” olarak tanımlamasıyla örneklendirdiği bu noktanın film üretimiyle bağlantılı olduğunu dile getirdi. Film yapımında dijital fikrinin, yönetmenin hayalindeki her ne ise pikselleri değiştirerek ekrana koyabilmesi anlamına geldiğini ve bunun biraz animasyon gibi olduğunu ekledi. Kitapta da değinilen fikrin bu olduğunu, Bazin’in teorize ettiği gerçek zaman ve mekâna bağlı olan sinema düşüncesi olduğunu söyledi. Ancak Bazin’in animasyonu da bir sanat formu olarak kabul edip, ondan hoşlandığını; Bazin’in sanatta katışıklık fikrini benimsediğini sözlerine ekledi. İki sanat alanın sürtüşmesinin çıkardığı kıvılcımlardan yeni bir teknik, yeni bir alan ortaya çıkabileceğine dikkat çeken Andrew, günümüzde kullanılan CGI veya diğer dijital teknikler için de Bazin’in aynısını söyleyeceğini düşündüğünü belirtti. Fotografik sinema ve dijital arasında bir bağ olduğu müddetçe, gerçek hakkında daha çok şey söylenebilir diyen Andrew, Bazin de bunu önemserdi dedi. Andrew, kitabında da değindiği son nokta olan, üretim sürecinde her tür müdahaleyi yapsanız da, sinemanın sizin kontrol etmediğiniz bir şeye-gerçekliğe bağlanması ve sizi kontrol etmediğiniz bir şeye-gerçekliğe geri götürmesi gerekliliğini hatırlattı.
Türk sinemasıyla ilişkisinin sorulması üzerine ise Andrew, Türk sinemasının 1970’lerde çok güçlü bir sinema olduğunu 1974’te, o zamanlar komşusu olan bir Türk akademisyenden öğrendiğini ancak sonra 1990’lara kadar ilgilenmediğini belirtti. Batıda birçok kişinin olduğu gibi, kendisinin de Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın’ı tanıyıp takip ettiğini ekledi. Amerika’da Türk filmlerini izleme şansının hiç olmadığını, yaşadığı kasabada ise bunun neredeyse imkânsız olduğunu vurgulayan Andrew, bir keresinde Oscar ödül törenini izlemektense gerçek bir film izlerim niyetiyle gittiği bir salonda bir Türk filmiyle (Ceylan – İklimler) karşılaştığını, görevliyi Türk filmi gösterdiği için tebrik ettiğini ancak, gişe memurunun o günkü gösterimlerin Oscar töreni sebebiyle iptal edildiğini ve film yerine törenin yayımlanacağını söylemesi üzerine yaşadığı şaşkınlığı anlattı.
Çelikcan, Fatih Akın’ın tüm filmlerini izleyen Andrew’a Fatih Akın sineması hakkındaki düşünceleri sordu. Andrew, Akın’ın okuldayken yaptığı kısa filmlerden, Soul Kitchen adlı filmine kadar olan kariyerindeki gelişmeyi hayranlıkla takip ettiğini, örneğin Duvara Karşı ile Yaşamın Kıyısında adlı filmlerinin arasındaki geçişi ve olgunlaşmayı çok beğendiğini söyledi. Duvara Karşı filmi genç ve tutkulu bir yönetmenin bütün heyecanını yansıtan keskin bir kurguya sahipken, Yaşamın Kıyısında filminin birçok karakterin hikâyelerinin birbirine geçtiği, iki eksen arasında başarıyla ve dengeyle kurulmuş pürüzsüz yapısıyla oldukça olgun bir film olduğunu söyledi.
Söyleşi, katılımcıların sorularıyla ve Dudley Andrew’un kitaplarını imzalaması ile son buldu.