Din, Kimlik ve Farklılıkların Tanınması
Dîvan toplantılarının Mart ayındaki konuğu, Prof. Adam B. Seligman (Boston Üniversitesi) idi. “Religion, Identity, and the Recognition of Difference” (Din, Kimlik ve Farklılıkların Tanınması) başlıklı konuşmasına Seligman, birbirinden oldukça farklı anlamları ifade edecek şekilde kullanılan sivil toplum kavramının “farklılıkları idare etmek” tanımını inceleyerek başladı. Religion ve sekülerleşme kavramlarını, sosyal bilimlerin ve liberal rejimlerin doğası itibariyle inceleyerek, “kimlik” bağlamında bu kavramların kullanılmasının, ayrıca her birinin objektif ve değerden bağımsız kabul edilmesinin doğurduğu problemlere değindi. Bu ikili yerine gelenek (tradition) ve uzlaşma (negotiation) ikilisinin kullanılmasını öneren Seligman, yapılması gerekenin, kendi geleneklerimizle yeniden irtibata geçerek, anayasal sekülerleşme (ahlâkî sekülerleşme değil) ve aşkın bir güçten kaynaklanan heteronomous ahlâkın uzlaştırılmasının yollarını aramak olduğunu belirtti. Ahlâkî ve anayasal sekülerleşme ayrımı, liberal düşünce, konuşmada değinilen yanlış kavramsallaştırmaların sosyal bilimlerin genel yapısıyla olan paralelliğine dair soruların tartışılması ile toplantı sona erdi. Toplantının detayları şöyleydi:“Bugün yaygın ve fakat çok farklı gruplar tarafından farklı farklı anlamlar yüklenerek kullanılan sivil toplum kavramı, eğer ‘yasal idare biçimleri ya da toplumlar’dan öte bir anlam ifade ediyorsa kavram, ‘farklı olan ile yaşama becerisi’ ile irtibatlandırılmalıdır. Farklılık, din ve kimlik bağlamında anlaşılmaktadır. Değerden bağımsız ve evrensel-objektif bir yapıya sahip kabul edilmelerine rağmen religion ve sekülerleşme, ancak belirli bir tarihte belirli bir durumu açıklamak için kullanılabilir (Mesela sekülerleşme, Hıristiyan dünyanın kendi geleneği ile uzlaşım sürecidir); zaman-ötesi ve bütün medeniyetlerin anlaşılmasına yardımcı kavramlar olarak önerilemezler. Oysa sosyal bilimciler, belirli bir dinî gruba aidiyet kabul etmedikleri için, gerçeği olduğu gibi görmek yerine, sözkonusu durumları kendi kategorilerine aktarmayı tercih ederler. Sosyal bilim mantığı içerisinde başka bir bakış biçimi geliştirilmemiştir zira. Aynı biçimde mevcut kavramları içinde de ‘din’i, ‘kimlik’ ile irtibatlandırarak incelemeye tâbi tutarlar. Oysa sekülerleşmenin Hıristiyan Avrupa’ya has bir tecrübenin belli bir döneminin dondurulup tanımlanmasını ifade etmesi gibi, religion da kendine ait bir tarihe sahiptir ve Hıristiyan Avrupa’nın tecrübesi içinde açıklayıcıdır. Kilise öncesinde yaygın şekliyle sıfat olarak (religio) kullanılan kelime, Kilise babaları ve özellikle St. Augustin’den itibaren bir tür ‘sınırlar ortaya koyma ve belirleme’ aracı olarak ‘doğru ve yanlış’ların belirlenmesi için kullanılmıştır. Zamanla religion, toplumsal kimlikle paralel görülmeye başlanmıştır. Halbuki din ve toplumsal kimlik arasında birebir irtibat zorunlu değildir ve bunları birbirine indirgemek oldukça problemlidir.”“Aşkın bir gücün kontrolünün kabul edilmediği liberal rejimlerde, topluma dahil edilecek ve toplumdan dışlanacak unsurların belirlenmesine dair mekanizma hayatî bir değer taşımaktadır. ‘Keskin sınırlar’ ve ‘yüksek seviyede kimlikleşme’ bu sebeple demokratik idarelerde bulunan temel iki özelliktir. Sistemin devamı için zorunlu görülen ‘demokratik değerlere bağlılık’, farklılıkların korunması sorununu gündeme getirecektir. Sonuç olarak, toplumsal kimlikler bireysel kimliklerle, hoşgörü de yasal tanınmayla yer değiştirmiştir. Farklılıklar, önemsizleştirilerek ve dikkate alınmayarak problem olmaktan çıkarılmaya çalışılmıştır.”“Sosyal bilimlerin sözkonusu yaklaşımı, muhtemel yaklaşımlardan daha iyi değildir ve dahası bilim adamını nesnesi olan fenomenden uzaklaştırdığı ve onu anlamasını imkânsızlaştırdığı için faydasızdır. Her geleneğin kendi kaynağından beslenerek ürettiği yeni bir kavramsallaştırmaya ve anayasal sekülerizm ile aşkın bir güce dayanan ahlâk anlayışının uzlaştırılmasına dair orijinal çalışmaların ortaya konmasına ihtiyaç vardır.”