İbn Abidin’de Hanefi Mezhebinin Kuramsallaşması: Şerhu Ukudu Resmi’l-Müfti Örneği
Modernleşme tarihimiz bitmez tükenmez bir laboratuar örneği olarak araştırma konusu edilmeye devam ediliyor. Kronolojik olarak “Lale-Tanzimat-Islahat-Meşrutiyet-Cumhuriyet”, modernleşme tarihimizin belli dönemlerini niteleyen, o dönemlere adını veren, döneme ad olmanın ötesinde sürecin yapısını da belirleyen devasa sözcükler olarak karşımızda durmaktadırlar. Genel olarak bu dönemler, bitiş ve başlangıç, son ve ilkler ile analiz edilmeye, açıklanmaya ve anlamlandırılmaya çalışılır. Tam da bu çerçeveye oturabilecek bir örnek de Şenol Saylan’ın “İbn Abidin’de Hanefi Mezhebinin Kuramsallaşması: Şerhu Ukudu Resmi’l-Müfti Örneği” çalışmasıdır. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslâmi Bilimler Anabilim Dalı’nda hazırlanan yüksek lisans tezine konu olan İbn Abidin, Lale Devri sonrası ve Tanzimat Dönemi başlangıç sürecinde eserlerini vermiştir. Siyasî ve askerî modernizasyon sürecinin başladığı, Arap yarımadasında başlayan bir Vehhabi tehlikesinin ciddi şekilde hissedildiği bir dönemde yaşayan bir Osmanlı fakihi olarak İbn Abidin, 65 civarında risale ve 15’e yakın müstakil kitapla velut bir kişilik olarak karşımızda duruyor.Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantısının konuğu olan Şenol Saylan hazırladığı yüksek lisans teziyle, bir dönemin son temsilcisini gündeme getirdi. Kendi ifadesiyle “klasik Hanefi fıkıh geleneğinin hemen hemen son temsilcilerinden” birisi olarak İbn Abidin, bu son olma durumunu belirleyen bir risalesiyle tartışma konusu edildi. Saylan, İbn Abidin’i, “Mecelle gibi klasik-dışı bir format üretme çabalarının olduğu bir döneme rastlaması dolayısıyla klasik dönemin son temsilcilerinden birisi olarak” niteliyor. Ancak günümüz yaklaşımlarıyla benzerlik taşıyan bir şekilde, “artık mutlak müçtehitlerin değil, müntesip müçtehitler”in var olmasından dolayı, yazdığı risaleyle hukuk birliği çabasına girişen İbn Abidin, klasik-dışı format arayışının ilk ismi olarak da değerlendirilebilir.Bir saati aşkın süren sunumunda Şenol Saylan, ilk olarak İbn Abidin ve hazırladığı tez hakkında kısa bir bilgi verdi. Hazırladığı tezin ana yapısının İbn Abidin’in hayat hikayesi, literatür ve kavram analiziyle düşünce kaynaklarını belirleme ve Hanefi mezhebinde racih görüşü tespit etmek için belirlenmesi gereken usul konusunda İbn Abidin’in ortaya koyduğu çerçeveden oluştuğunu açıkladı.Saylan’ın açıklamalarına göre çalışmaya konu olan Şerhu Ukudu Resmi’l-Müfti risalesinin yazılma gerekçesi ve İbn Abidin’in yaklaşımı şu şekilde: İbn Abidin döneminde bazı kimselerin Hanefi mezhebine göre fetva verdiklerini iddia edip Hanefi mezhebinde makbul olmayan, muteber olmayan bazı görüşlerle fetva verdikleri ve fetva hususunda gerekli dikkati göstermediklerini düşünüyor. Fakihlerin fetva vermelerinde bir gevşeklik var ve bunu önleme adına İbn Abidin bu eseri yazmıştır.Burada değinilmesi gereken bir husus, hem Saylan’ın sunumunun çerçevesini vermek hem de İbn Abidin’in giriştiği çabayı anlamak için mezheplerin teşekkül süreci ile sonraki dönemlerde fakihin görevi arasındaki farktır. Mezheplerin teşekkülünden önce fakih, edille-i erbaaya (kitap, sünnet, icma, kıyas) dayanarak fetva veya bir hüküm verirken mezheplerin teşekkülünden sonraki süreçte fakihin veya müçtehidin görevi, mezhep literatüründen hükümler çıkarmaya dönüşmüştür. Nasslar artık müntesip müçtehid için mezhep birikimidir, kitap veya sünnet değildir. Mezhep müntesibi fakihlerin esas görevi racih yani tercih edilmesi gereken görüşü tespit etmek ve buna göre fetva vermektir. Fakihin bu görev tanımındaki değişime değindikten sonra Saylan, bu çerçevede İbn Abidin’in çabasını, mezhep otoritesini teşkil etme çabası olarak yorumluyor. Şerhu Ukudu Resmi’l-Müfti risalesi de, bu otoritenin teşkili için “racih görüşü tespit” etmeyi sağlayacak usul çalışması örneğidir. Saylan’a göre İbn Abidin, bunu yaparken genel usul eserlerine atıf yapmaz; zaten şer‘î olarak meşru kabul edilen bir malzeme üzerinde konuşur. Furû eserlerinden ve özellikle fetâvâ türü eserlerden çokça yararlanır.”İbn Abidin’in yapmaya çalıştığı “mezhep otoritesini teşkil etme” çabasını daha net görebilmek için yine Saylan’ın kendi ifadeleriyle bir başka kıyaslamayı daha aktaralım:“Usul-i fıkıh, hukuk birliğini sağlama, keyfi içtihatları önleme, nasslardan hüküm çıkarmanın belli bir usule bağlı olduğunu ortaya koymaktı. İbn Abidin de bunu iddia ediyor. Bir müntesip müftü de mezhebi içinde fetva verecekse, mezhebinde yer alan görüşlerden herhangi birisini alıp uygulama özgürlüğüne sahip değil. Hukuk birliği adına bunun zorunlu olduğunu iddia edip keyfiliği önlemeye çalışıyor. Bunun için de bir usul belirlemeye çalışıyor.”Tezin ve sunumun ana bölümünü oluşturan İbn Abidin’in racih görüşü tespit etmek için izlenmesi gereken usule de kısaca değinirsek belirtilebilecek temel unsurlar şunlar: Saylan, İbn Abidin’in Mezhep Usulü’ün belirleme çabasında ortaya koyduğu çerçeveyi “teorik ve pratik hiyerarşi” şeklinde tasnif etti. Fakihin, müftinin veya müçtehidin hüküm vermede dayandığı bilgi kaynakları teoride tabi olduğu hiyerarşi sırasıyla, rivayet değeri, sahibi, konusu, yer aldığı sistematik eser ve diğer tercih kriterleridir (Eserin güvenirliliği, üslubu, kullanılan lafızlar vb.). Hüküm veya fetva bu hiyerarşik yapı dikkate alınarak belirlenir. Pratik hiyerarşide ise, ehl-i tercihin tercihleri ile örf belirleyicidir.Burada dikkat çekici bir nokta İbn Abidin’in “örf”e biçtiği roldür. Şenol Saylan’ın ifadesiyle, “Teorik hiyerarşideki bilgi kaynakları ne diyorsa desin, bir müntesip veya müçtehid müftü örfe aykırı olacak şekilde ‘zâhirü’r-rivâye’ (sağlam senetle mezhep imamlarına ulaşan rivayetler-teorik hiyerarşideki birinci kriter) olan görüşle fetva veremez.” Üzerinde düşünmeyi ve tartışmayı hak eden bir konu olarak, teorideki hiyerarşiyi alt üst eden, “örf”e biçilen rolün, daha çok toplumsal yapıyla alâkalı konular için geçerli olduğunu belirtmekte fayda var.