Kızların Sessizliği: Kız Enstitülerinin Uzun Tarihi
“Genç kızlığıma kadar en iyi arkadaşım ve en kötü yargıcım olan anneannem bir Kız Enstitülüydü. Gerçi babası onu okulu bitirmeden oradan alıp evlendirmişti ama, her zaman bu okulların ideallerini hayatının idealleri bildi. Bu yıllar hakkında pek konuşmazdı ama konuştuğunda elbiseler dikip bunları sergilemelerinden, hocalarından zevkle bahsederdi. Kendisi hayatı boyunca elbiseler üretmeye devam etti; bize, sadece ailesine. Pişirdiği yemekler hep mükemmel, evinin düzeni mutlak ve eşinin erken ölümünden sonraki bekârlığı tavizsizdi. Azimli birisiydi, kararları kesindi. Ama bu kesinliğe, zamanına göre oldukça eğitimli olmasına ve belki de en önemlisi bunu çok istediğini belli etmesine rağmen bir meslek edinmemişti. Hafif acı sessizliği ona dair bütün bu özellikleri birbirine ular, onu bir gizem perdesiyle çevirirdi. Halbuki açık birisiydi.”(Kızların Sessizliği, Kız Enstitülerinin
Uzun Tarihi, s. 15.) Mayıs ayındaki Bir Kitap / Bir Yazar programında, gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme tecrübesinde hususi bir yeri haiz kızların/kadınların modern hayattaki yerini ve nasıl kurgulandığını Elif Ekin Akşit’in 2005 yılında İletişim yayınlarından çıkan Kızların Sessizliği, Kız Enstitülerinin Uzun Tarihi başlıklı kitabı çerçevesinde tartıştık. Kitap, Akşit’in 2004 yılında Binghamton Üniversitesi, Tarih Bölümü’nde tamamladığı “Girls’ Education and the Paradoxes of Modernity and Nationalism in the Late Ottoman Empire and the Early Turkish Republic (Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e Kızların Eğitimi ve Modernleşme ve Milliyetçiliğin Çelişkileri)” başlıklı doktora tezinin ürünü.Kendisini Kız Enstitülerini çalışmaya yönelten etkenlerden bahsederek konuşmasına başlayan Akşit’in konuya ilgisi, hem kendisinin doğup büyüdüğü hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olması dolayısıyla Ankara’nın farklı haritalarını merakla başlıyor. Kendini “Cumhuriyet kadını” olarak tanımlayan kızların/kadınların türbelere geliş gidişi dikkatini çekiyor ilk olarak. Bu noktada, çelişkili seçkinler zümresini yaratan esas kurumun Kız Enstitüleri olabileceği düşüncesiyle Kız Enstitülerini çalışmaya karar veriyor.Araştırmasında fermanlar, oryantalist tablolar, maarif salnameleri, gazete ve dergiler, hatıralar, yıllıklar gibi birincil kaynakların yanı sıra Osmanlı ve Türkiye tarihleri, kadın tarihleri ve milliyetçilik literatürü gibi ikincil kaynaklara da yer veren Akşit, Osmanlı döneminde açılan Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Enstitülerinin benzer ve farklı yönlerini ortaya koyarak her iki dönemin kadınlarının deneyimleri arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Devlet, eğitim aracını kullanarak kadınları siyasetin bir parçası haline getirmekte ve değişen koşulların/modernliğin yeni nesillere aktarılmasında onlara bir misyon yüklemektedir. Akşit’e göre bu bağlamda, Osmanlı son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk dönemi arasında bir süreklilikten bahsedilebilir.İlk olarak 1860’larda Islahhane adıyla Ruscuk’ta öksüz kızların meslekî eğitimi maksadıyla kurulan Kız Sanayi Mektepleri, 1870’te İstanbul’da yoksul kızların ve çok sayıda kadının meslekî olarak eğitildiği bir kurum haline gelmektedir. Bu dönemde, rüştiyelerden yılda 500 kız öğrenci mezun olurken sanayi mekteplerinden 1500 kız öğrenci mezun olmaktadır. Bu gelişme, 19. yüzyılın ikinci yarısından önce, kadınların kızları eğitmesi şeklindeki ev temelli eğitimin, yerini, kurumsal eğitime bıraktığını göstermektedir. Öte taraftan, önceleri Olgunlaşma Enstitüsü, günümüzde Kız Meslek Liseleri olarak bilinen, 1928-1929’da açılan Kız Enstitüleri de yeni kurulan Cumhuriyet’in modernlik projesinin yapıtaşı olan yeni bir kadın prototipi üretmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, kadınların eğitimi kuvvetli bir millî söylem üzerinden yeniden şekillenmektedir. Bu enstitüler tarafından kurumsallaştırılan genç kızlık, 1928 itibariyle milliyetçi politikaların üretildiği bir zemin haline gelmiştir. Sonuç itibariyle Akşit’e göre, eğitim politikaları her iki dönemde de siyasetin çok merkezinde, siyasetin bir parçasıdır. Ders programları açısından ufak tefek farklılıkları olmakla beraber Kız Enstitüleri, Kız Sanayi Mekteplerinin devamıdır ve her ikisi de kızların “üretim” üzerine eğitilmesini ön görmektedir. Bir farkla ki, Kız Enstitüleri ideolojik üretime ağırlık vermiştir.Kitabının başlığında kullandığı “Kızların sessizliği” ifadesini, hem kendilerinin sessizlikleri, hem de onlara dair var olan sessizlik şeklinde açıklayan Akşit, bu kurumların Osmanlı son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk döneminin çok merkezî kurumları olmasına rağmen sessizlikle örülmüş bir tarafları bulunduğunun altını çizmekte ve bunu da modernliğin çelişkileriyle izah etmektedir. Temel tezi, merkezîlik ve bu merkeziliğin çok uzun dönem kurgulanmış olmasıdır.Akşit konuşmasına kitabının bölümleri ve bu bölümlerde ele aldığı konuları özetleyerek devam etti. Akşit’in belirttiği üzere, birinci bölüm metodolojisine dair bilgileri içermektedir. Burada, sözlü tarih çalışmasını arşiv malzemeleri ile dengelemektedir. “Moda ve Gezinti: …” başlıklı ikinci bölümde, 18. yüzyıl sonu-19. yüzyıl başında kadınların kamusal alandaki faaliyetleri incelenmekte ve kızların evlerdeki eğitimine atıfta bulunmayan, onların eğitimini sanki devletin kızların eğitimini üstlenmesiyle başlamış bir şey gibi ortaya koyan mevcut literatürün bu yaklaşımı kırılmaya çalışılmaktadır. Üçüncü bölümde, devlet arşivlerinden ve anılardan hareketle kızların kamusal eğitiminin nasıl başladığı ve özel eğitimle desteklenmesi anlatılmakta; dördüncü bölüm, kız okullarının ortaya çıkmasıyla başlamakta ve meşrutiyet dönemi kadın ve çocuk dergilerini incelemektedir. Kız çocuklarının nasıl kız enstitülerinin temelini teşkil ettiği sorusuna cevap arayan beşinci bölümde sözlü tarihten -Elazığ Kız Enstitüsü mezunları ile görüşülmüş- faydalanılmaktadır. Altıncı bölümde yeni kurulan cumhuriyetin eğitiminin nasıl olacağı sorusuna, Dewey’nin “Sizin eğitiminiz zihnî olamaz elişine yönelik olmalı”dır yanıtı üzerine enstitü fikrinin ortaya çıkışı ele alınmaktadır. Yedinci ve son bölümde ise şehirliliği oluşturan Kız enstitüleri diğer okullarla karşılaştırılmaktadır.Sonuç olarak, kitapta kadınların devletle girdiği ilişkideki değişiklik üzerine devletin eğitim politikalarını tartışan Akşit’e göre kız enstitüleri ve öğrencileri tüm çelişkilerine rağmen modern hayatın oluşumunda hayatın merkezinde yer almaktadır. Toplumun onlara dair algısı ve bu kurumları kuranların düşüncesi, kendilerini uzun bir dönemin parçaları olarak gören, görevlerini yaptıklarını düşünen ve şehir üzerinden konuşmayı merkeze alan enstitülülerin gösterdikleri sessizlikte yatmaktadır.