2006 AB İlerleme Raporu Çerçevesinde Türkiye-AB İlişkilerinin Durumu

Paylaş:

 Küresel Araştırmalar Merkezi tarafından 2006 AB İlerleme Raporu çerçevesinde Türkiye-AB ilişkilerinin durumunu değerlendirmek üzere düzenlenen toplantıya Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Ali Resul Usul davet edildi.Değerlendirmelerine 2006 İlerleme Raporu’nun ilk bakışta göze çarpan teknik ve genel nitelikleriyle ilgili hususları dile getirerek başlayan Usul, raporun, üslubunun yumuşaklığı ve hacminin daraltılmışlığı dışında önceki yıllardan çok farklı olmadığını ifade etti.Ali Resul Usul’e göre raporda dile getirilen problemlerin başında Kopenhag siyasî kriterler meselesi gelmektedir. Ordunun müdahalesi meselesine vurgu yapılmasına karşın fazla üstünde durulmamasını, askeriyenin AB raporlarını pek ciddiye almamasıyla ilgili olabileceğini, fakat asıl nedenin AB’nin çifte standartlı tavrıyla alakalı olduğunu vurgulayan Usul, AB’nin gerçekten Türkiye’de demokrasinin problemlerini aşmasını isteyip istemediğinin sorgulanması gerektiğinin altını çizdi. 1997’de askerin siyasete ağırlığını koymasıyla hükümetin görevden ayrılmasıyla sonuçlanan sürecin hiçbir AB belgesinde dile getirilmemesinin ancak AB’nin ahlakî ilkelerinin sorgulanarak anlaşılabileceğini belirtti. Çünkü Usul’e göre Türkiye’nin en büyük problemi askerin siyaset üzerindeki vesayeti ve demokrasinin kesintiye uğramasıdır.Raporda 301. madde meselesiyle ilgili yapılan bazı değerlendirmeler de ele alındı. Temel haklar ve özgürlükler veya ifade özgürlüğü çerçevesinde dile getirilen tespitlerin ardından Orhan Pamuk veya Elif Şafak gibi isimlerin öne çıkartılmasının, AB’nin kaynaklarına bu kişilerin daha rahat ulaşmalarıyla ilgili olduğunu işaret eden Usul, bu başlık altında ele alınan sorunların ele alınış şekillerinden yola çıkarak, karar alıcıların meselelere bakışlarında etkin olan arkaplanların unutulması halinde, yapılan değerlendirmelerin anlaşılamayacağını ifade etti. Aksi halde raporda dinî özgürlüklerden bahsedilmesine karşın Türkiye’de inanç özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların eleştirilmemesi, kadın hakları değerlendirilirken başörtüsü meselesinin gündeme gelmemesi başka türlü izah edilemez.2006 Raporu’nda azınlık dinleri başlığı altında Alevilikten bahsedilmesine dikkat çeken Usul, daha önceki metinlerde “Sünni olmayan Müslüman azınlık” olarak ifade edilen sorunun bu yılki metinde “Sünni olmayan Müslüman grup” şeklinde ifade edilmesini bir yumuşama şeklinde değerlendirdi. Alevilik problemiyle ilgili sorunların üç başlık altında toplandığını ekledi: 1- Diyanet’in Alevileri temsil etmesi, 2- Zorunlu din dersleri, 3- Cemevleri meselesi. Cemevlerinin metinde camilerin muadili olarak gösterilmesine dikkat çekmesinin ardından Usul, Kürt meselesinin değerlendirilmesine geçti.Rapordaki diğer bir önemli hususun da azınlık hakları meselesi olduğunu söyleyen Usul, Türkiye’nin Lozan maddelerine dayanarak ileri sürdüğü itirazlarının bu süreç içinde Avrupa Birliği nezdinde pek karşılık bulmadığını belirterek, AB’nin taleplerinin meseleyi çözmek yerine daha da vahimleştireceğine yönelik inancını dinleyicilerle paylaştı. Bu hususla ilgili en büyük problem olarak gösterilen Kürt meselesinde ifadelerin daha temkinli olduğunu ve meselenin çözümü için çok katmanlı önerilerin gündeme getirildiğini belirtti. Bu konuda AB’nin sadece kimlik siyaseti yapan partileri ve bölgedeki yerel otoriteleri temel alarak yaptığı değerlendirmelerin, Meclis’teki temsilcilerin göz ardı edilmesi gibi bir hataya yol açtığını ekledi. Avrupa devletleri arasında çerçeve anlaşması ve azınlık dilleri anlaşmasıyla oluşturulan standartların aslında Birliğin hiçbir ülkesinde tam olarak uygulanmadığı halde Türkiye’ye dayatılmasının bir çifte standart olduğunu,bu standartların Fransa veya Almanya gibi Birliğin lokomotif devletlerinde dahi uygulanmadığı ilave etti. Misal olarak, Baltık ülkelerindeki Rus azınlığıyla ilgili problemlerin gündeme bile getirilmezken, Türkiye’ye dayatılmasının ahlâkiliğini sorguladı.2006 Raporu’nda ele alınan diğer önemli bir konu Kıbrıs meselesidir. Usul’a göre, 1999’da Ecevit hükümeti tarafından Kıbrıs meselesinin Helsinki zirvesine taşınması, bu problemi AB sürecinin bir parçası haline getirdi. Kıbrıs sorunu her ne kadar AB tarafından bir “kriter” olarak adlandırılmasa da çözümüne mutlaka katkıda bulunması gerekiyordu. Fakat 1 Mayıs 2004’te Güney Kıbrıs’ın adaylığının onaylanması bu olumlu katkıyı neredeyse imkânsız hale getirdi. 2004’teki görüşmelerde Türkiye’nin Annan Planı’na uymak konusundaki gayretine karşılık, izolasyonların kaldırılmasına yönelik Rum tarafının engellemeleri nedeniyle meselede hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Daha sonraki taleplere ise, Maraş’ın iki yıllığına BM’ye bırakılması eklendi. Bunun karşılığında da fiili olarak zaten uluslararası uçuşlara açık olan havaalanlarının ve bazı limanların ticarete açılmasına yönelik vaatler oldukça yersiz görünüyor. Maraş ise özel konumundan dolayı iskâna açılmamalı; çünkü masada Türkiye’nin elindeki en önemli kozlardan biri ve bu sebeple de çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor.Türkiye-AB ilişkileri sürecinde aslında müzakere edilen diğer ülkelerin kullandıkları istisnaların tersine çevrilerek Türkiye’ye uygulandığını ve entegrasyon kapasitesi ve özümseme gibi kavramların metinlerde yer almasının gerçek sebebinin Türkiye gibi bir ülkenin adaylığıyla ilgili olarak AB’nin kafasındaki soru işaretleri olduğuna dikkat çeken Ali Resul Usul, bu konuda birliğin mesajının şu şekilde anlaşılması gerektiğini söyledi:a) Türkiye AB’ye alınsa da, fonlar ve dolaşım konusunda diğer üyelerle eşit olması imkânsızdır.b) Türkiye kendisinden beklenilen bütün şartları yerine getirse bile, AB’ye girmesi kesin değildir.AB sürecinin son on yıllık gelişim seyrini gözden geçirerek yaptığı değerlendirmelerin sonunda Usul, gerek Türkiye’nin özel durumu ve bazı yapısal problemleri sebebiyle, gerek AB’nin Türkiye’ye dair değerlendirmelerinin, Birlik içinde de henüz bir netliğe kavuşmaması dolayısıyla “görüşme süreci” şeklinde devam ettirilmek istendiğini açıkladı. Ayrıca hükümetin eğitim, maliye ve sanayi alanlarında istenilen şartları yerine getirmesine rağmen müzakere sürecinin başlatılmamasında Rumların ve Avrupa içinde Türkiye’nin üyeliğine tarihsel ve kültürel sebeplerle karşı olan grupların engellemelerine takıldığını ekledi. Yine eğer AB dış politikada bir dış açılım yapmak isterse bunu Türkiyesiz yapamayacağına dikkat çekerek, bunun birlik içindeki bir bölünmeye sebep olabilecek ciddiyette bir problem olabileceğini beyan etti.Türkiye’deki politika yapıcılarının gelişmelerin farkında olmasına rağmen AB’ye tam üyelik yönündeki ısrarının altında, içteki ve dıştaki meşruiyet problemini aşmak ve bu sürecin ülkenin ekonomik, sosyal ya da eğitim alanlarındaki problemlerini çözmeye yardımcı olacağı düşüncesinin yattığını ekleyerek sunumunu bitirdi. Ardından gelen sorularla tartışma genişledi ve son buldu.

Daha fazla göster

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir