John Rawls ve Siyasal Liberalizm
Çağdaş Kuramcılar başlıklı toplantılar dizimizin beşincisini Mart ayında Sakarya Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Fevzi Bilgin ile birlikte ABD’li ünlü siyaset felsefecisi John Rawls üzerine gerçekleştirdik.
M. Fevzi Bilgin, Rawls’un 2007 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları arasından çıkan Siyasal Liberalizm başlıklı eserini tercüme etti.M. Fevzi Bilgin konuşmasına Rawls’un 1971’de yazdığı A Theory of Justice (Bir Adalet Kuramı) adlı kitabının, sosyal ve siyasal bilimler alanında büyük tartışmaların ortaya çıkmasına vesile olan bir düşünür olduğunu belirterek başladı. Öyle ki, bu eser üzerine binlerce makale ve yüzlerce kitabın kaleme alındığını, müspet ve menfi tenkitlerin adalet teorileri alanında büyük bir külliyat oluşturduğunu söyledi. Rawls bu çalışmasında herkes için kabul edilebilir bir adalet teorisinin genel hatlarını belirlemek için bazı aksiyomlardan hareketle bir adalet teorisi
vaz’etmişti. Siyasal Liberalizm adlı çalışması bu eserde ortaya koyduğu düşüncelerin bir yeniden gözden geçirilmesi olarak da okunabilir. Bilgin’e göre, Siyasal Liberalizm’de Rawls 20. asırda siyasal liberal düşüncenin en yetkin örneğini ortaya koymuştur.Bu eserinde Rawls, insanların farklı ahlâk anlayışlarına ve iyi hayat düşüncelerine sahip olmalarına rağmen, hep birlikte onaylayabilecekleri bir siyasal ahlâkî kavram öne sürmüştür. Rawls önerdiği bu idealle, herhangi ahlâkî görüşü veya ideali desteklemez. Bu ideal ona göre, herhangi bir siyasal ideal ve ahlâkî tutumun üzerinde duran bir içeriğe sahiptir. Rawls burada bir adım daha atarak bu idealin muhataplarını belirler: Benimsemiş oldukları makul doktrinlerle birbirlerinden farklılaşmış eşit ve özgür yurttaşlar arasında sosyal düzenin adil ve istikrarlı bir dayanışma sistemine sahip olması için ona göre üç şart yeterli bir çerçeve oluşturur. Bilgin, bu şartları şöylece belirtti: Şartlardan birincisine göre, toplumun temel yapıları siyasî bir adalet kavramıyla düzenlenmelidir. İkincisine göre, “bu siyasî kavram makul kapsamlı doktrinler arasında örtüşen bir görüş birliğine” sahip olmalıdır. Üçüncü olarak ise, “anayasal esaslar ve temel adalet sorunları mevzubahis olduğunda kamusal tartışmalar bu siyasî adalet kavramına uygun olarak” yapılmalıdır. Rawls’un bu üç ilkeyi vaz’etmesinin nedeni, birbirinden farklı ve uyuşmaz olan dünya görüşleri arasında bir uzlaşma temeli sağlayabilmektir. Çağdaş toplumların yüksek düzeyde farklılaşmış ve çeşitlenmiş olması Rawls’un çözmeye çalıştığı sorunun ana sebebidir. Modern demokratik toplumların özelliği Rawls’a göre, ahlakî ve siyasî olarak birbirleriyle uyuşmuyor ve çatışıyor olsalar da rejimin istikrarını devam ettirebilmek için mâkul doktrinlere sahip olan farklı dinî ve din-dışı iyi hayat anlayışlarının bir arada bulunabilmesidir. Rawls’a göre bu farklı anlayışların birlikte yaşayabilmelerini sağlayacak siyasal liberal ilkelerden birisi bu doktrinlerin mâkuliyet sahibi olmalarıdır. Birbiriyle uyuşmayan fakat makul kapsamlı doktrinlere sahip olan farklı dünya görüşlerinin çoğulculuğu, makul yurttaşların varlığı ve katılımı neticede makul bir siyasal adalet görüşünün ortaya çıkmasını sağlar. Mâkuliyet ilkesi bu anlamda iki tarafın varlığını gerektiren bir niteliğe sahip olduğu için, özgür ve eşit yurttaşların baskıdan uzak ve ahlakî olarak değer taşıyan bir ilişki biçimine de işaret eder. Mâkul bireyler, mâkul öğretiler, mâkul çoğulluk gibi kavramlar Rawls’un modelinde hayatî bir yer tutar; çünkü bu mâkullük Rawls’un teorisinin doğruluğu için ‘varsaydığı’ bir şeydir. Rawls’a göre, farklı dinî yahut din-dışı görüşleri hem adil olan hem de istikrarlı bir sosyal düzen içinde bir arada tutabilmek için bazı sosyolojik ön gerekliliklere ihtiyaç vardır. Burada Rawls’un aklında modern Batılı demokrasiler olduğu söylenebilir. Fakat Bilgin, Rawls’un çizdiği bu çerçevenin gelişmekte olan demokrasiler için de çok anlamlara sahip olduğunu belirtti. En azından sosyolojik olarak böyle bir teorinin sosyolojik ön gerekliliği için mâkul çoğulculuk etrafında oluşmuş bir sosyal sistem varsayılmaktadır. İkinci olarak ise, mâkul çoğulculuk olgusu etrafında siyasî birliğe ilişkin bir normatif öğe vazedilir. Bu anlamda siyasal liberalizm örtüşen görüş birliğine sahip farklı dünya görüşlerinin istikrarlı ve adil bir siyasal ve sosyal düzen için sınırlarını “makul çoğulculuk” ilkesi ile vaz’eden bir muhtevaya sahiptir. Yurttaşların görüşü ne olursa olsun mâkuliyet ilkesi gereğince ötekini tanımak ve ahlâkî özerkliğine başta belirtilen üç ilke çerçevesinde saygılı olmak zorunluluğu vardır.Katılımcıların güncel örneklerden hareketle sordukları sorular önemli tartışmalar açtı ve yaklaşık iki saatlik toplantı tatmin edici olmayan bir duyguyla son buldu: Makul olduğu varsayılan dünya görüşleri hem mâkuliyetlerine halel getirmeden ve kurucu önermelerinden taviz vermeden nasıl makul olabilirler ve aynı zamanda hem de nasıl kendileri olarak kalabilirler?